Roma bir günde inşa edilmedi, kaç günde gezmeli?

by 22:25:00

Roma, görmek istediğim ama bu konuda da acele etmediğim bir şehirdi. Bir yandan Colosseum'u, Vatikan'ı görmek istiyordum, öte yandan da kapkaççıları, İngilizce konuşmayan insanları, bunaltıcı bir havayı düşünüyordum. Yanlış yapmışım. Ne kapkaca uğradım, ne iletişimimde sorun oldu, ne de hava beni bunalttı. Muhteşem bir tarih ile güzel bir mutfağın harman olduğu topraklarda günlük hayatın stresine kısa bir ara verdim.

Bu gezi öncesi çok araştırma yaptım, bazı şeyleri de yaşayarak gördüm. Dedim ki sonra da "neden bunları yazıya döküp, bu şehre gideceklere ufaktan da olsa bir yardım etmiyorum?". Umarım bir yardımı dokunur.

Havaalanından şehre

Roma'ya giden uçakların çoğu Fiumicino Havaalanı'na inmekte. Bu havaalanın diğer adı Leonardo da Vinci olsa da, bu ismin neredeyse hiç kullanılmadığını göreceksiniz. İndikten sonra şehre gitmenin birden fazla yolu var:
  • Tren: Leonardo Express adı verilen, Roma'nın merkezi tren garı olan Termini'ye non-stop giden bir bağlantı var. Şehre gitmenin en kolay yolu bu. Yaklaşık olarak yarım saatte bir kalkan bu tren, yine yaklaşık olarak yarım saatte tren garına varıyor. Bilet fiyatı 14 €. Trene binmeden önce turnikeleri biletteki barkodu okutarak geçseniz de trenin içinde biletiniz kondüktör tarafından bir kez daha kontrol ediliyor. Tren durağının havaalanına biraz uzak olduğunu hatırlatmakta yarar var. (Daha fazlası için: http://www.trenitalia.com/tcom-en)
  • Terravision: Bu özel otobüs şirketi de Termini tren istasyonuna non-stop sefer düzenlemekte. Saatte bir kalkan otobüsler, sizi şehre 50 dakikada götürüyor. Bunun güzelliği biletin sadece 4 € olması. Otobüs durakları da terminale yakın. Lakin, adamların organizasyonları sıkıntılı. İnternetten rezervasyon yaptırsan da şirketin yazıhanesine gidip bileti bastırmak gerekiyor. Havaalanına geri dönerken Terravision'la dönmek istedim ve sistemin saçmalığını kendi gözlerimle gördüm. Otobüslerinin kalktığı yerde "Biletler 50 metre ilerideki otobüs durağında" yazsa da gerçekte biletleri sattıkları yer tam tersi yönde Terracafe adında bir kafe. Biletleri yazıhaneden almanın bir saati var. Görevlilerde pek İngilizce yok. Kısacası çok parasız değilseniz tercih etmeyin. (Daha fazlası için: http://www.terravision.eu/airport_transfer/bus-fiumicino-airport-rome/)
  • Taksi: Kullanmadım ama öğrendiğim kadarıyla taksiyle şehre inmek 48 €'ya sabitlenmiş. Yani 4 kişilik bir grupsanız, taksiyi kullanmak trene binmekten daha ucuza geliyor, ayrıca daha da konforlu (Roma trafiğinde kaybedilecek zamanı buna katmazsak tabii ki).

Şehir içi ulaşım

Peki Roma'ya geldik, otelimize yerleştik. Bir çok yer de gezmek istiyoruz. Bunu nasıl yapacağız? Çok kolay bir çözümü var: Yürümek.

Aslında 36 €'ya üç günlük Roma Pass almayı düşünüyordum. Bu bilet, ücretsiz toplu taşımanın yanında iki tane müzeye de ücretsiz giriş sağlıyor. Ancak, tatilim müzelerin bedava olduğu ayın ilk pazarına denk geldiği ve Roma Pass'a Vatikan'ın dahil olmaması nedeniyle Pass'ı almaktan vazgeçtim. Bunun yerine bütün gün yürüdüm, pestilim çıktıktan sonra da otele dönmek için tek kullanımlık (100 dakika geçerli) 1.5 €'lık biletlerden aldım. Bu biletler metro istasyonlarındaki otomatlardan ya da sigara satan büfelerden alınabiliyor (Otobüste şoförden alınmıyor). Biletler sadece iki hattan oluşan metro ve daha karmaşık olan otobüs hatlarında geçerli. Eğer telefonunuzda Google Maps uygulaması varsa, bağlantıları bu uygulamada görebilirsiniz. Ancak şunu unutmayın: İtalya'da otobüsler her zaman zamanında gelmiyor. Aktarmasız bir bağlantı bulup, otobüs gelene kadar durakta beklemek en mantıklı seçenek. "İkide birde bilet alamam" diyenler içinse 7 €'ya günlük biletler var.

Metroya bileti okutmadan girmek mümkün değil. Otobüslerde ise bileti ön ve arka kapılarda bulunan makinalarda okutmak gerekiyor. Ancak bazı otobüsler bizim Metrobüsler kadar kalabalık. Bu durumlarda bileti okutamadan inmeniz çok muhtemel. Sorun değil; bu sefer bedavaya gitmiş oldunuz, elinizdeki bileti de sonraki gün kullanırsınız.

1. Gün


Cuma akşamı Roma'ya gelip dinlendiniz ve Cumartesi saat 9 - 10 civarında gezinize başladınız. Termini tren istasyonu, gezilerinize başlamak için en güzel yer olabilir. İlk durak Piazza della Repubblica. Burada Papa 2. John Paul'un modern bir heykelini görüp, Santa Maria degli Angeli e dei Martiri kiliseninin bahçesini kısaca turlayabilirsiniz. Yolunuzun üstünde Dell'Acqua Felice çeşmesini görmemeniz mümkün değil. Çeşmenin hemen solunda Chiesa di Santa Maria della Vittoria kilisesi olacak. Dışı albenili değil, hatta kapısında kapınızı açıp bozuk para için dilenen adamı görünce içeri giresiniz bile gelmeyebilir ama bu kilise Dan Brown romanı Melekler ve Şeytanlar'da kardinallerden birinin yakılarak öldürüldüğü kilise. İçindeki tablolar da göz atılmaya değer. Bu kiliseyle Roma'ya güzel bir başlangıç yapabilirsiniz.

Bu kiliseden sonra portakal ağaçlarının altından yeni durağımıza gidiyoruz. Santa Maria della Concezione dei Cappuccini adındaki bu kilisenin içinde çok şey yok. Ancak kilisenin girişinin hemen sağ tarafında bir müze göreceksiniz. Bu müze, süslemesinde 3000 civarı insanın kemiklerinin kullandığı Capuchin Crypt'i içinde bulundurmakta. Müzeye giriş 8.50 €. Müzenin büyük bölümü Katoliklerin bir kolu olan Kapusenler'i tanıtmakta. Hastaları tedavi etmek, kültürler arası diyalog kurmak gibi idealleri olan ve gösterişten uzak duran bu adamların kullandıkları eşyalar ve onlarla ilgili tablolar bu müzede sergilenmekte. İnsanoğluna ölümlü olduklarını hatırlatmak için gerçek kemikler ve mumyalarla düzenledikleri odalar bu müzenin en etkileyici yanı. Burada fotoğraf çekmek yasak ama çıkışta 1 €'ya satılan kartpostallardan anı olarak alabilirsiniz.

Bazılarına iç karartıcı gelebilecek bu yerden sonra İspanyol merdivenlerine gitmek iyi bir fikir. Avrupa'nın bu en geniş merdivenlerinin büyük bir kısmı restorasyonda olduğu için tadını çıkaramadım ama umarım yakın zamanda tekrardan tamamen halka açarlar. İspanyol konsolosluğunun da bulunduğu Piazza di Spagna, restorasyona rağmen oldukça kalabalık. Buradan sonra sadece biz Türklerin "Aşk Çeşmesi" dediği, ama diğer her yerde Trevi çeşmesi olarak geçen görkemli çeşme ziyaret edilebilir. Çeşmenin etrafı çok kalabalık ve selfie çekmeye çalışan insanların çubuklarından ötürü hareket etmek zor olabilir. Ancak, bir yer bulup oturabilirseniz akan suların arkasında bulunan güzel heykellerin detaylarının zevkine varabilirsiniz. Ayrılmadan da arkanızı dönüp omzunuzdan bozuk para atarak dilekte bulunmakta yarar var.
Ah bir de oturabilseydim
Hayran kalmamak mümkün mü?
Günün son kilisesi Pantheon. Aman saatinize dikkat edin çünkü Pantheon, cumartesi günü 17:00'de kapanıyor. Pantheon, eskiden bir Roman tapınağıymış ama Hristiyanlığa geçişle birlikte kiliseye çevrilmiş. Pantheon'un en önemli özelliği kubbesindeki göğe açılan delik (oculus). Roma'nın kurucusu Romulus'un burada bir kartal tarafından göğe çıkarıldığı gibi bir rivayet var. Ünlü sanatçı Rafael ve İtalya'nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele'nin mezarları da bu kilisede bulunmakta. Melekler ve Şeytanlar'da da Tom Hanks, Rafael'in mezarı burada olduğu için Pantheon'a gelmiş ve kardinalleri burada aramıştı.

Pantheon'un ünlü kubbesi
Günün sonlarına geliyoruz: Piazza Navona'da dinlenme ve resim yapan sanatçıları izleme vakti. Bu meydanda üç tane çeşme bulunmakta. Ortada bulunan en büyüğü Fiumi çeşmesi, Hristiyanlığın yayıldığı dört kıtada bulunan dört nehri simgeliyor: Nil (Afrika), Tuna (Avrupa), Ganj (Asya) ve Rio de la Plata (Amerika). Melekler ve Şeytanlar'da son kardinal bu çeşmeye atılmış ama Hanks ve Navona'nın çevresindeki kafelerden gelen insanlar, yaralı kardinali kurtarmayı başarmışlardı. Navona'ya yakın bir başka meydan olan Campo de' Fiori'ye de bir bakıp, günü bu civarda bolca bulunan restoranların birinde bitirebilirsiniz.

2. Gün


İkinci günü (Pazar) Colosseum ve Roman Forum çevresinde geçirmenizi öneriyorum. Normalde bu iki bölge için tek bir bilet alınıyor. Ancak ben ayın ilk pazarı gittiğim için bilet almama gerek kalmadı. Siz de planınızı yaparken bunu göz önünde bulundurabilirsiniz. Termini'den Colosseum'a giderken yolunuzun üstünde Roma'nın dört büyük bazilikasından biri olan Basilica di Santa Maria Maggiore var. Ben içini göremedim ama dış cephesiyle bile insanı etkilemeyi başarılabilen bir yer burası.

Colosseum, belki de bir Roma gezisinin zirvesi. Birçok insan da böyle düşünüyor ki inanılmaz bir sıra var dışında. Hani ben de gitmeden çok okudum "Aman sıra var dikkat!" diye ama insanın o sırayı dünya gözüyle bir görmesi lazım. "Nasıl olsa bilet alma derdi yok, girişler hızlıdır" diye düşünüyordum ama hiç de öyle bir durum yok. Peki ne yapmalı? İşte burada bir kumar oynadım ve başarılı oldu. Anlatayım:
Colosseum etrafında aval aval yürürken, "Rehbere ihtiyacınız var mı?" diyerek farklı dillerde sizi rahatsız edecek çok kişi olacak. Hem güvenilir gözüken hem de İngilizce tur seçeneği sunan birini bulmak lazım. Ben elindeki broşürün kalitesine güvenerek birini dinlemeye başladım. Olay şu: Bu adamlar bir turizm şirketi. Birkaç tane rehberleri var. Eğer bir grup oluşturabiliyorlarsa, o grubu hemen özel gruplara ayrılan girişten minimum sıra bekleterek içeri sokabiliyorlar. Tabii bu işlem tam olarak yasal değil. Anlaştığınız kişi sizi girişten uzaklaştırıp bir yere götürüyor. Orada nakit parayı, elinde para dolu zarf bulunan başka birisine veriyorsun. O kişi senin göğsüne, senin de evde aynısını yapabileceğin, bir sembol yapıştırıyor. Seni oraya getiren aracı da seni tekrardan Colosseum'un girişine götürüp bir grubun arasına sıkıştırıyor. Her şeyin bu kadar çabuk, makbuzsuz gerçekleşmesi önce beni biraz terletti. Ancak o gruptaki herkeste aynı dandik sembolü görüp biraz muhabbet edince, ortada dolandırıcılık olmadığını görüyorsun. O gün bilet masrafı olmadığı için bu rehberli tur 25 € tuttu, her bir kuruşuna da değdi: 
1) Bu tur sadece Colosseum için değil ayrıca Roman Forum için de geçerli. 
2) Tur rehberleri kaliteli çıktı (her zaman böyle mi bilemem)
3) Audioguide alsaydım zaten 11 € civarında bir miktar ödeyecektim.
4) Ayakta 1,5 - 2 saat beklemedim.
Kuyruğun sadece bir kısmı
Colosseum'un hissettirdiklerini kelimelerle anlatmak güç. MS 80 yılında bitmiş bu yapı, günümüz stadyumlarına taş çıkarır. 70,000 kişi kapasiteli bu bina yapılırken seyircilerin giriş çıkış konforu düşünülmüş ve geniş avlular, merdivenler dizayn edilmiş. Müsabakaların olduğu zeminin altı oda oda düzenlenmiş. Romalıların hayatlarında ilk kez gördükleri kaplan, aslan gibi "canavarlar" bir anda asansörler ile zemine çıkarılıyorlarmış. Gladyatörler ise stada yakın bir yerde tutulup, tünellerle Colosseum'a getiriliyorlarmış. Ayrıca sahanın ortasına borularla verilen sular sayesinde küçük botlar bile birbirleriyle savaşabiliyorlarmış. Hristiyanlığın gelmesi ile birlikte Colosseum önemini yitirmeye başlamış. Bir imparator, bu mücadelelerde öldürmeyi yasaklamış. Hristiyan halk da zaten böyle katliamların günah olduğuna inanmaya başlamış. MS 500 civarlarında son kez bir mücadele olduğu tarihe geçmiş. Bina, depremler ve (kısmen) savaşlardan dolayı zarar görse de kimse böyle güzellikte bir yeri yok etmeye kıyamamış.
Depremler Colosseum'un bir kısmını yok etmiş
Savaşların yapıldığı zemin ve aşağısındaki zindanlar
Foro Romano'dan bir kare
Buradan sonra doğrudan Palatine Hill'e geçilebilir. Burası Roma'ın yedi tepesinden biri. Belki de en önemlisi çünkü Roma şehrinin temelleri burada atılmış. Roma'nın ileri gelenleri bu tepedeki evlerde bir komün halinde yaşarken, İmparator Augustus bu evlerin hepsini alarak imparatorluğunu ilan etmiş. Buraya kurulan saray, yıllar içinde gitgide daha görkemli hale gelirken şu an o sarayı kalıntıları bu tepede bulunmakta. Foro Romano ya da Roman Forum ise Roma'nın o dönemden geriye kalan şehir merkezi. Bu forumun ana caddesi, Roma'da inşa edilen en eski cadde. Burada yürümek gerçekten de tarihin içinde yürümek gibi. Bir an Sezar'ın gücünü arttırmaya çalıştığı konsey binasının önündesin, sonra da Sezar'ın yakıldığı noktadasın. Bir an hayatını kaybeden karısı için tapınak inşa eden ve her gün oraya giden İmparator Antoninus'u izler gibisin, sonra da anıtların altından geçerken kahramanlarının adını bağıran Romalı bir gençsin.

Roman Forum'dan sonra Piazza Venezia'nın önünden geçmeli. Burada bütün heybeti ile Vittorio Emanuele II Abidesi bulunmakta. Gerçi her ne kadar bazı Romalılar buranın beyazının, tarihi dokuya uymadığını söylese de benim için bir mahsuru yok. Bu abidenin girişinde 1. Dünya Savaşı'nda ölenlerin anısına durmadan yanan iki ateş var. Buradan sonra isterseniz Audrey Hepburn ve Gregory Pack'in başrollerinde oynadıkları Roman Holiday filminde görebileceğiniz Santa Maria in Cosmedin kilisesine uğrayıp, Gerçeğin Ağzı olarak bilinen o mermer anıtı görebilirsiniz.

Yorucu bir günü Trastevere'nin dar ve arnavut kaldırımlı sokaklarında bulunan restoranlarından birinde tamamlayabilirsiniz. Bu bölge biraz da hipsterlar sayesinde yeniden canlanmış ve Romalı gençlerin favori mekanlarından en önemlisi olmuş. Tabii buraya gelirken, Roma'ya yaşam veren Tiber nehrinin de üstünden geçeceksiniz. Nehri bir kaç metre boyunca ikiye bölen Tiber Adası'na şöyle bir uzaktan bakmanızı tavsiye edebilirim.

3. Gün


Geldik tatilimizin son gününe (Pazartesi). Tatilin sonunu dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan'a ayırmak gerekir. Vatikan'ı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Papa'nın yönettiği bu küçük toprak parçasında verilen kararlar, tüm dünyadaki Katolik Hristiyanlar (The Holy See) tarafından takip ediliyor.

Vatikan'a yakın bir yerde yaşamadığınız sürece buraya yürümek çok saçma. Zaten müzede ve bazilikada yapacağınız yürüyüşleri de düşünürsek, Vatikan'a fit bir şekilde gitmek gerekiyor. Metro hattında Lepanto durağının yanında Vaticano yazsa da, bu durak Vatikan'a hala uzakta kalıyor. Müzeye ve bazilikaya en yakın durak Ottaviano. Burada metrodan inip okları takip etmeniz yeterli.

Geziye müzeden başlamak lazım ama unutmayın ki burada da akıl almaz bir sıra var. Ancak, bu sefer Colloseum'da olduğu gibi bir tur rehberi bulmak zorunda değilsiniz. Eğer biletinizi önceden internetten alırsanız, sıra beklemeden giriyorsunuz. Biletler normalde 16 € ama internetten alınan biletlere konan komisyondan dolayı, bilet fiyatı 20 €'ya çıkıyor. Yani kuyruğu atlamak için 4 € fazladan veriyorsunuz ki değer. Bileti alırken müzeyi gezmek istediğiniz saati de seçmeniz gerekiyor. En erken saat 11:30. Bu biletle beni müzeye yarım saat erken aldılar ama biletinde 12:00 yazan insanları gerçekten de 12'ye kadar beklettiler. Yani ilk bileti almadığınız sürece, müzeye erken giriş gibi bir durum yok. Müzenin içinde sıkı kıyafet kontrolü olduğu söylense de diz üstünde etekle gezen kişiler vardı. Yine de çok açık giyinmemekte yarar var. 

Vatikan Müzesi'ni öylesine gezmenin bir anlamı yok. Bir çok etkileyici eserin bulunduğu bu müzeyi anlamak için audioguide şart. Bunun da ücreti 7 €. Bu audioguide ile girdiğiniz salonlarla ilgili genel bilgileri dinlemenizi tavsiye ederim. Hoşunuza giden bir tablo ya da heykel görürseniz, ve de o eserin yanında bir numara varsa, o eser hakkında kısa bilgileri de audioguide'dan dinleyebilirsiniz. Beni en etkileyen yer Rafael'in dizayn ettiği odalar oldu. Tabii ki de Michelangelo'nun ünlü "Adem'in Yaratılışı" tablosunun da bulunduğu Sistine Kilisesi de apayrı bir yer. Burada fotoğraf çekmek yasak olsa da, millet çaktırmadan Michelangelo'nun eserlerini çatır çatır kaydetti. Ancak kilise görevlileri kalabalıklar arasında dolaşıp fotoğraf çekenleri arıyor. "Kalabalık arasında kaynarım" demek kurtarmayabilir.
The School of Athens
Müzeden maalesef Aziz Petrus Bazilikası'na çıkış yok. Tekrardan Vatikan duvarlarının dışına çıkıp, bazilikanın girişine yürümek gerekiyor. Vatikan sınırlarını elini kollunu sallayarak geçsen de bazilikayı görmek için güvenlikten geçmek gerekiyor. Bunun dışında bir ücret ödemiyorsun. Burada kıyafetlere daha çok önem veriyorlar. Omzu açık diye geri gönderilen baylar ve bayanlar gördüm. İlk iş okları takip ederek bazilikanın kubbesine çıkmak. Buraya çıkmanın iki yolu var:
  1. 551 adım boyunca merdiven çıkmak (4 €)
  2. Asansöre binmek (ama yine de 231 adım daha sizi bekliyor olacak) (8 €).
Merdivenler çok dar ve bazen eğik bir zeminde yürümek zorunda kalıyorsun. Lakin bunun ödülü büyük. Önce bazilikanın içini en yukardan görüyorsun Daha sonra ise kubbenin en üstüne çıkarak Roma'yı ayaklarının altına alıyorsun. Hele hava açıksa (ki Roma'da hava genellikle açık olacaktır) tellere yaslanıp manzaranın keyfini çıkmak bu yorucu gezinin ödülü olacak.

Kubbeden bir Vatikan manzarası
Kubbeden bazilikanın içine iniyorsunuz. Bazilika çok görkemli ve her köşesine hayran hayran bakmamak elde değil. Bazilikanın içinde zamanında Ağca'nın vurduğu ve 2005 yılında hayatını kaybeden Papa 2. John Paul'un mezarını (daha doğrusu lahtini) görebilirsiniz. Etraftaki Pietà işaretlerini takip ederseniz de Michaelangelo'nun cam arkasında sergilenen ünlü heykelini göreceksiniz. Eğer merak ediyorsanız, papaların bazılarının mezarlarını ziyaret edebileceğiniz bir yer altı odası da halka açık.

iyi korunuyor
Vatikan'ın ekonomisini müzesi ve bazilikanın kubbesi döndürüyor. Bir de Poste Vaticane. Dünyanın bu en küçük ülkesinin kendi posta servisi var ve dünyanın her yerine buradan kart atabilirsiniz. Hatta Roma'nın posta servisinden bile daha hızlı işlediği söyleniyor. Sevdikleriniz için buradan gönderilecek bir kart küçük ve güzel bir anı olabilir. Çıkışta ülkenin postanesi dışında, hediyelik eşya dükkanını da göreceksiniz.

Bazilikadan sonra göreceğiniz iki tane şey daha var. Birincisi renkli kıyafetleriyle ünlü Papa'nın İsviçreli Muhafızları. Vatikan'ın bağımsızlığından sonra ülkenin ordusu feshedilse de, tarihten beri süregelen bu İsviçreli muhafız geleneği devam ediyor. Bu muhafızlar aslen İsviçre'de doğup büyümüş ve İsviçre'nin ordusunda görev alan askerler. Kariyerlerinde başarı gösteren (ve fiziksel özellikleri bazı normlara uyan) bu askerler özellikle seçilip Vatikan'a gönderiliyorlar. Bu askerler aynı zamanda Vatikan vatandaşı da sayılıyorlar. İkinci olarak da bir dikilitaşın bulunduğu Aziz Petrus meydanı. Papa'nın konuşmalarında bu meydan hıncahınç doluyor.
İsviçremin gururu
Vatikan turundan sonra İtalya'nın en güzel meydanlarından Piazza del Popolo'da günü bitirmenizi öneririm. Bu meydandaki Basilica Parrocchiale Santa Maria del Popolo kilisesi, Melekler ve Şeytanlar'da kardinallerden birinin toprağa gömülerek öldürüldüğü kilise. Bu meydandan Roma'nın en yeşil alanı olan Villa Borghese'nin bir kısmını görebilirsiniz. 1,7 kilometre uzakta olmasına rağmen Piazza Venezia da bu meydandan görülebilmekte. Burada yenecek bir akşam yemeği ile Roma gezisinizi gönül rahatlığıyla bitirebilirsiniz.

Ne yemeli ne içmeli?


O kadar çeşit pizza ve makarna var ki, her gün bu ikisini yeseniz bile sıkılmazsınız. Ancak her dükkanın kendine has bir pizza yapma tarzı var. Bazısı kalın seviyor, bazısı domates sosunu koymuyor. Bazen kenarlar çıtır çıtır, bazıları da pizzayı daha hamur seviyor. Bu nedenle restoranlara gitmeden önce yorumları okumakta yarar var. Büfelerde satılan pizzalar ise genellikle gram olarak satılıyor. Makarnada da Roma'ya özgü olan Carbonata'nın adı öne çıkıyor.

Restoranlarda göreceksiniz ki İtalya'da menüler biraz karışık. Sistem şöyle işliyor: Önce başlangıç, sonra birinci yemek (makarna ya da salata). Bunun ardından ikinci yemek (biftek vs.). Sonunda ise tatlı ya da meyve. Yanında içecek olarak da su ve yarım litre ev yapımı şarap (della cassa). Başlangıç olarak bruschetta söyleyin riske girmeyin. Değişiklik olsun diye bir kez yine Roma'ya özgü bir başlangıç olan kızartma enginar söylemiştim de önüme yağ içinde kağıt tadında bir şey gelmişti. Bunun ardından ben hep birinci ya da ikinci yemek söyledim. Kimse de "bu nasıl iş, niye ikisini de yemiyorsun" demedi. Siz de çekinmeyin, sadece tek şey söyleyin. Tatlılarda ise tiramisu'dan şaşmayın. Diğerlerini de çok iyi yapıyorlar ama tiramisu bambaşka. Şarabın yanında ise musluk suyu söyleyin. Hem suyun tadı güzel, hem de bedava olduğu için bütçeye nefes aldırır. Bahşişle beraber, başlangıç, ana yemek, tatlı ve şaraptan oluşan bir menüye 25 € civarında bir şey vermeniz normal.

Bu arada gittiğim bütün restoranlarda garsonlar İngilizce konuşuyorlardı. Servisleri de genel olarak güler yüzlüydü. Yine de azıcık jest yapmak güzel bir şey. Arada "grazie" diyerek teşekkür edin. Bir şey istedikten sonra sonra "per favore" diyin.

Öğle yemeklerini gölge altında sandaviçle geçirirseniz hem daha çok gezmek için vaktiniz, hem de cebinizde biraz para kalır. Ayrıca boş bir su şişesi getirin ya da bir yerden elde edin. Sokaklarda bol bol çeşme olduğu için, şişenizi doldurup doldurup içersiniz.

3 gün 4 gece tatil ne kadar patlar?

  • Toplu taşıma (havaalanı dahil): 14 - 34 Euro
  • Akşam yemekleri (ilk gece dahil): 100 Euro
  • Müzeler (audioguide ile): 61 Euro
  • Kahvaltılı AirBnB (4 gece): 351 Euro
  • Öğle yemeği, dondurma, vs.: 50 Euro


Blogger tarafından desteklenmektedir.