Kendi kalesine gol atıp tur atlayan takım

by 23:48:00
Hadi bugün bir futbol maçından bahsedelim. Geçen gün izlediğim "en komik goller" videosunun bir numarası gerçekten de saçma sapan bir goldü. Bir takımın kalecisi ve defansı birbirlerine boş bir pozisyonda üst üste paslar verirlerken bir anda defans oyuncusu "eyhh yeter be!" diyerek kendi kalesine topu yuvarladı.


Peki bunun bir anlamı var mıydı? Görüntü çok absürttü, golü açıklayan spikerin ise anlattıkları daha absürttü. Ufak bir araştırma ile dünyanın en ilginç futbol maçlarından birini öğrenmiş oldum.

Yıl 1994. Karayip ülkelerinin kendi aralarında düzenledikleri Karayip Kupası'nın altıncısı Trinidad ve Tobago'da oynanacak. Takımlar önce başka ülkelerdeki eleme gruplarında mücadele edecekler, grup birincileri ise final turnuvasına katılacak. Ancak elemelerden önce Kuzey Amerika Futbol Federasyonu (CONCACAF) önemli bir kural değişikliğine gitmeye karar verir. Oyunu daha heyecanlı hale getirmek için getirilen kurallar şunlardır:
  1. Her maçın bir galibi olmak zorundadır.
  2. Eğer maç berabere biter ise maç uzatmalara gider.
  3. Uzatmalarda "altın gol" kuralı işlemektedir.
  4. Ancak "altın gol"ün değeri 1 değil 2 goldür.
  5. Eğer eşitlik bozulmazsa maç penaltılara gider.
  6. Penaltıların skoru ne olursa olsun, galip takım maçı 1-0 kazanmıştır.
Kuralları öğrendiğimize göre ilk gruba gidelim: Barbados, Grenada ve Porto Riko. İlk maç Porto Riko, Barbados'u 1-0 yener ve karmaşık kurallara gerek kalmaz. İkinci maç Grenada ve Porto Riko 0-0 berabere kalır. Uzatmalarda Grenada altın golü atar ve maçı 2-0 kazanmış olur (bakınız: Kural 4). Son maç ev sahibi Barbados ve Grenada arasındadır. Maçtan önceki puan durumu şudur:


Bu şu demek: Alacağı her puan Granada'yı birinci yapar. Hatta Granada, Barbados'a bir farkla yenilse bile averaj ile birinciliğini korur. Barbados ne zamanki maçı iki farkla kazanır, o zaman turnuvaya katılabilir.

Bunun bilincinde olan Barbados, maça etkili başlar ve gerçekten de 2-0 öne geçer. Lakin, 83. dakikada Granada bir gol bulur. Barbados ise son dakikalarda baskısını arttırır arttırmasına ama bir türlü golü atamaz. Bu sırada teknik direktörün aklına muhteşem bir fikir gelir. İki farka başka bir şekilde ulaşacaktır. Son dakikalarda son bir gol atmak yerine, maçı uzatmaya götürürlerse uzatmalarda atacakları tek bir altın gol ile maçı 4-2 bitecektir. Bu nedenle Barbados'un defans oyuncusu kaleci ile paslaşır gibi yapıp golü kendi kalesine atar. Böylece maç 2-2 olmuştur ve böyle biterse uzatmalara gitmek zorundadır.

Granada takımı, rakibin kendi kalesine attığı bu beklenmeyen golle beraberliği yakalayınca önce bir duraksar. Daha sonra teknik direktörleri futbolcularına emri verir: "İki kaleden herhangi birine gol atın!". Eğer Granada, Barbados'a gol atarsa maçı 3-2 kazanıp puan ile tur atlayacaktır. Eğer Granada, kendi kalesine gol atarsa maçı 3-2 kaybedip averaj ile tur atlayacaktır. Hal böyle olunca, futbol sahalarında görülmeyen bir şey olur. Barbados oyuncuları ikiye ayrılıp iki kaleyi de gole kapamaya çalışır. Kafası karışan Granadalı futbolcular ise ne kendi kalelerine gol atabilir ne de rakip kaleye. Barbados futbolcuları topu auta da çıkarmadığı için Granada kalecisine kendi kalesine yuvarlayabileceği bir aut atışı şansı da doğmaz. Maç 2-2 sona erer ve uzatmalara gider.

Uzatmalarda hangi takım golü atarsa, o takım maçı 4-2 kazanıp tur atlayacaktır. Doğru strateji ile maçı uzatmalara götüren Barbados, uzatmalarda golü bulunca maçı kazanarak averaj ile tur atlar. Son puan durumu şöyledir:


İşin ilginci elemelerdeki ve turnuvadaki tek karmaşa bu maçta yaşanmamıştır. 
  • 4. grubun lideri Dominika ve sonuncusu Montserrat arasındaki maç tribün olayları nedeniyle oynanmamıştır. Bu nedenle grubun liderini gruptaki son maç olan Saint Kitts ve Nevis - Antigua ve Barbuda maçı belirleyecektir. Ancak bu maç da bilinmeyen bir nedenle oynanmaz ve Dominika son maçına çıkamamasına rağmen tur atlar. 
  • 6. grupta Küba maçlara çıkmayınca Haiti ve Dominik Cumhuriyeti arasında oynanan tek maç birinciyi belirlemek için yeterli olur.
  • Final turnuvasına katılan Haiti takımındaki futbolcuların bazıları 1991'de darbe yaşamış Haiti'ye dönmek istemez ve Trinidad ve Tobago'daki ABD büyükelçiliğine giderek mültecilik başvurusunda bulunur. Ancak büyükelçilik, futbolcuların bu başvuruyu ABD'den ya da Haiti'den yapması gerektiğini belirtir ve başvuruları işleme koymaz. Futbolcular da çaresizce ülkelerine geri döner.
Böyle olaylı bir turnuvanın sonunda CONCACAF, koyduğu bu karmaşık kurallardan anında vazgeçer. Barbados ve Granada arasındaki maç da futbol tarihine geçer. Bu maçta günümüze ulaşan görüntüleri de meraklıları için şöyle bir bırakayım.

İsviçre'nin çatısı: Matterhorn

by 00:28:00
Bugün günü birlik bir Zermatt / Matterhorn ziyareti yaptıktan sonra düşüncelerimi ve gördüklerimi kayıt altına alayım dedim.



Zermatt, İsviçre'nin güneybatısında İtalya sınırında küçük bir kasaba. Nüfusu 6,000 kişiden az. Buna rağmen İsviçre'nin en çok turist alan yerlerinden birisi çünkü çok karakteristik bir bağ olan Matterhorn'un eteklerine kurulmuş. Bu yüzden gidip görülmesi şart olan bir mekan.

Zermatt'a gitmek için önce Visp'e gitmek gerekiyor. Tren ile Zürih'ten iki, Bern'den bir saat uzaklıkta. Visp'ten sonra ise yine bir saatlik biraz yavaş giden bir trene binmek lazım. Ancak bu trenler neredeyse tabandan tavana camla kaplı çünkü gerçekten de manzara muhteşem. Trenin soluna oturmakta yarar var. Tren, derin bir vadiden tıngır mıngır son durak olan Zermatt'a doğru ilerliyor.

Kasabaya geldiğinizde ilk göreceğiniz şeyler turistler ve onları alan otel servisleri. Bu servisler küçük elektrikli arabalar çünkü Zermatt'a normal araba kullanımı yasak. Hava kirliliği nedeniyle Matterhorn'un görülmemesinden korkuyorlar. Bu arada şehrin içinden zaman zaman Matterhorn gözükse de dağın görkemini anlamak için yukarılara çıkmak gerekli. İlk alternatif tren istasyonunun hemen dibinde bulunan Gornergrat füniküleri. Bu taşıt sizi 3,100 metrede bulunan bir platforma çıkarıyor. Ancak kısıtlı zaman ve yüksek fiyat nedeniyle ikinci alternatif olan Sunnegga'yı öneriyorum. Bu fünikülerin kalktığı yer, tren istasyonuna 6 dakikalık yürüme mesafesinde. Yukarı iniş çıkış bileti (Halbtax kartınız yoksa) 24 Frank. Tek durak olan bu taşıt ile çıktığınızda sizi bir platform ve restoran bekliyor.


Matterhorn'u görmek tamamen hava durumuna bağlı. Sunnegga'ya geldiğimde bulutlar Matterhorn'un görüntüsünü kapıyordu. Ancak Pilatus'tan biliyordum ki dağ zirvelerindeki bulutlar çok hareketli. Zaman geçsin diye havanın daha sıcak olduğu günlerde insanların serinlemek için girdiği 5 dakika uzaklıktaki Leisee'ye yürüdük. Burada çocuklar oynayabileceği, büyüklerin de dinlenebileceği bir alan var. Burada dinlenirken de Matterhorn'un zirvesindeki bulutlar yavaş yavaş açıldı ve Toblerone'un logosuna silüetini veren dağ ortaya çıktı. Gerçekten de bakmaya doyulamayacak güzellikte bir dağ. Sunnegga ve Leisee de bu dağı fotoğraflamak için çok uygun yerler. Daha sonra oradaki restoranda dağ manzarasında öğle yemeği yiyebilirsiniz. Rösti ve bira yaklaşık 20 - 30 Frank arasında değişmekte.

Zermatt'a geri döndükten sonra fazla büyük olmayan Matterhorn Müzesi'ne gidilebilir (10 Frank). Burada girişte 1865'te yapılan ilk tırmanış ve onunla ilgili tartışmalar var. Özet geçeyim. İngiliz gezgin Edward Whymper, birçok dağcılık denemesinden sonra Matterhorn'u gözüne kestiriyor. Çok kez deniyor ama olmuyor. Bir yandan da İtalyan başka bir dağcı da aynı zamanlarda deneme yapıyor ama başarıya ulaşamıyor. Whymper, en sonunda 4 arkadaşı ve Zermatt'tan iki rehberle bu kentten yola çıkıyor ve zorlu bir yolculuktan sonra dağa tırmanın ilk kişi oluyor. O sırada aşağıya baktıklarında uzaktan rakip İtalyan dağcının geldiğini görüyorlar. O ekibe taş ve kar atarak, ekibin dikkatlerini çekiyorlar. İtalyan dağcı bunu görünce morali bozuluyor ve dağa tırmanmadan geri dönüyor. Bizim ekip da kısa süre sonra aşağıya iniyor. Ancak, ekipteki tecrübesiz ve yorgun dağcılardan birinin ayakkabısı yırtılıyor ve dağcı aşağıya düşüyor. Düşerken de diğer 6 kişiyi aşağıya çekiyor. Bu sırada dağcıları birbirine bağlayan ip kopuyor ve Whymper ile iki rehber aşağıya düşmekten kurtuluyor. Düşen dört dağcının üçü ölü bulunuyor, diğerinin ise cesedi bulunamıyor. Dağdan inenler önce tebrik edilse de hemen soruşturma başlatılıyor. Bazı insanlar yerel rehberlerin ölmemek için ipi bilerek kestiklerini iddia etseler de soruşturmaya göre olay sadece bir kaza ve kimsenin suçu yok. İngiliz Whymper, "geceleri uyuyamıyorum" gibi şeyler dese de bu olayı kitaplaştırıp para kazanıyor ve gezginliğe devam ediyor. Yerel rehberler ise olayın etkisinden kolay kolay çıkamıyorlar. Baba, ABD'ye göç ediyor. Oğul, bir kazaya kurban gidiyor. Ailenin geri kalanı da yıllarca masumiyetlerini kanıtlamaya çalışıyor. Müzenin geri kalanında Zermatt halkı ve dağcılarının yaşam tarzları anlatılıyor. Ayrıca, küçük bir salon da Matterhorn ile ilgili farklı filmler gösteriliyor.

Bunun dışında şehirde çok fazla bir şey yok. Bir kilise, kilisenin bahçesinde Matterhorn'da ölen dağcıların mezarları, eski bir belediye binası, restoranlar, hediyelik eşya dükkanları ve kafeler derken şehir bitiyor.

Gözlemlerime dayanarak Güney İsviçre'yi içine alan bir turda yarım gününüzü feda edebileceğiniz ve pişman olmayacağınız bir şehir Zermatt. Ya da dağcılığıa merakınız varsa şehir merkezinde bir otel tutup, sabahın köründe kendinizi dağlara doğru yürürken bulabilirsiniz. Ya da çok paranız varsa Heliport'tan helikopterler ile Alpler turu yapabilirsiniz. Tercih sizin.
Blogger tarafından desteklenmektedir.