Amy Amy Amy

by 22:45:00
Amy Winehouse'un ilk albümü kısa bir intro ile başlar. Bir caz band doğaçlama takılırken, Amy Winehouse anlamsız sesler mırıldanır. İşte benim için Amy budur, duru bir caz vokali. İsterse anlamlı hiçbir şey söylemesin, sesini duysan yeter. Ama Amy, diğer tüm boş popstarlardan farklı olarak her zaman anlamlı şeyler söyledi. Intro'dan gelen "Stronger Than Me" çok güzel bir şarkıdır mesela. Adam gibi bir adam aradığını oldukça espirili bir dille anlatır. Ve de o feminist vurgu yoktur. Sadece çocuk bakıcı olmak istemiyorum der kısaca.

Tamam ilk albüm güzeldir ama o Back to Black nasıl bir şeydir? Pop, caz, soul, r&b, hepsi bir arada kaynatılmış, muhteşem sözlerle bir başyapıt çıkmıştı. Hele Special Edition'daki reggae tarzı Monkey Man, You're Wondering Now gibi şarkıları evde az dinlememiştim. Albümün ilk 7 şarkısının birer hit olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

E ne oldu şimdi? Kalbi her zaman kırık bir kadın kurtuldu. Bir daha yeni bir eser duyamayacağım için bencilce bir hüznüm var ama onun kurtulmasına sevindim. "Back to Black"te dediği gibi yüzlerce kez ölmektense bir kere de gitti ve rahatladı.

Her zaman Amy Winehouse'u kendime yakın hissetmiştim. O umursamaz tavırları, benim yaşadığım ya da yaşamak istediğim bir hayatın varlığını bana gösteriyordu. Tabii ki de isterdim yaşasın ve keşke onu hiçbir zaman bir sedyede, ceset torbası içinde görmeseydim. Ama bazı hayatlar böyledir işte. Bazıları diyor ya keşke hiç bu işlere bulaşmasaydı da sesine yazık etmeseydi. Bu kız, o içindeki boşluk olmasa zaten Amy Winehouse olmazdı, o yüzden keşkelere de çok yer yok aslında.

Bir Amy Winehouse geçti hayatımızdan, kısa ve etkili. Belki fiziksel olarak hep olmasa da kendi ayakları üstünde duran ama hep sarılacak bir beden arayan kız. Ses verdiği her nota ve her kelime için minnettarım ona.

Gençlik yılları, müzik ve anılar

by 21:11:00
Yaptığım şeylerden biri, en abuk kağıt parçasına ya da başka bir objeye gereksiz bir bağ kurmam. Uzun süre evimde saçma sapan,başkalarının çöp diye nitelendirdiği şeyler bulundu. Ancak anılarımı böyle koruyorum ben. Aynı bağ müzisyenlerle da aramda bulunmakta. Bu yüzden benimle bazı konserlere gitmek sabır işi.

Mesela bulunduğum Marilyn Manson konserinde az daha ağlayacaktım ben. Etrafta o kadar acayip tip kendinden geçmiş gibi zıplarken ben "yok yok gözüme bişi kaçtı" modundaydım. Şöyle özetleyeyim, hayatım-müzik=sıfıra yakın bir değer. Müzik dinlemek, müzik hakkında okumak, konser DVDsi izlemek, canlı izlemek ve tabii ki gitar çalmak. Marilyn Manson da benim bu hayatımı yaratan isimlerden biri. Her ne kadar son dönem çalışmalarını oldukça vasat bulsam da hala eski şarkılarının bazıları içimi kıpırdatır.

Evet, konserinde az kalsın ağlayacağım adam bu
Gerçi genel olarak gençlikte bağ kurulan müzisyenlerle insanın arasında öyle bir bağ kuruluyor tabii ki. Mesela Dream Theater için de öyle düşünüyorum. Dinlediğim dönemdeki her işleri bir "masterpiece" gelirken, son albümleri oldukça vasat geliyor. Aslında öncekiler de vasat olup, ancak gençliğini onlarla geçirip, anılar biriktirdiğin öyle hissediyor olabilirsin. Şu an kendi önermemi çürütecek bir örnek getiremedim aklıma.

Bu nedenle Marilyn Manson, sahnede "Coma White"ı söylerken, millet kendi içindeki mutsuzluğu, nefreti haykırıp kendisine eşlik ederken, benim yüzümde aptal bir gülümseme yerleşmişti. Hemen aklıma Blue Jean dergisinin verdiği Marilyn Manson video klip CD'si gelmişti. (yıl 2000) O zaman vurulduğum adamı, daha sonra daha da iyi anladım, tuttu elimden beni büyüttü ve yıl 2009 olup canlı gördüğümde de gözümün önüne o ergen çocuk geldi.

Dünkü Bon Jovi konserinde de aynı hisleri hissettim. Crossroads CD'nin korsan bir basımını alıp tüm hitleri ezberleyip, Crush albümü ile Bon Jovi'ye hayran bir genç olmuştum. Ancak 2003'te çıkardıkları Bounce oldukça tırt bir single'la çıkınca (valla ben büyüdüm ve değiştim diye değil, adamların satışlarına ve o albümden kaç şarkı çalıp çalmadığına bakın) ben ve Bon Jovi'nin yolları erken ayrılmıştı.

Dünkü konser öncesi, setlist taraması yaparken, biraz kıyıda köşede kalmış bir Bon Jovi şarkısının çıkıp çıkmayacağı konusunda emin olamamıştım. Ancak "Someday I'll Be Saturday Night"ın girişiyle beraber yine gözlerim doldu ve bağıra çağıra şarkıya eşlik ettim. Hani bir yönetmen olsam, kendi çocukluğuma sarılıp zıplama sahnesi çekerdim.

Burada 2000 yılındaki ben'e sesleniyorum; Merak etme, her şey az çok istediğin gibi gidiyor buralarda. Saçımı Kurt Cobain'e özenip kırmızı yapamasam da bir kostüm balosunda mor tonlara boyadım. Ancak uzun saç maalesef tahmin ettiğin gibi kalamıyor kafada, çok dökülüyor çünkü. Değil İstanbul'u, başka başka ülkeler fethettin. Aklın kalmasın lütfen, çünkü her hareketimde senin hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorum. Hiçbir zaman aklımdan çıkmıyorsun.

Sevgilerimle

Şike soruşturması

by 11:05:00
Pazar gününden beri şike iddialarını ilgiyle takip ediyorum. Çok kapsamlı, üstünde çok konuşulacak bir konu. Ben de bu konuda düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Hem de uzun uzun

Ben ve Fenerbahçe

Fenerbahçeliler her zaman ülkenin geri kalanın kendilerinden nefret ettiğini iddia ederler bildiğiniz gibi. Aslında iyi bir Beşiktaşlı olan ben, Fenerbahçe'yi Galatasaray'dan daha sıcak bulmaktay(d)ım. Bunda Adnan Polat'ı ve açıklamalarını sevmemem, 8-0 Ankaragücü muhabbeti, her Fenerbahçe maçı öncesi Galatasaray'ın büyük iddialarda bulunması ve sonucunda aldıkları hezimetler vs. gibi nedenler var. Bu son 10-15 senelik periyotta ise Fenerbahçe ile ilgili çok büyük bir sıkıntı hissetmedim. Özellikle son seneler Aziz Yıldırım'ın daha sakin ve akıllıca hamleler yapması, amatör branşlarda kazandıkları başarılar bu saygıyı bende uyandırdı. Sevmediğim yönleri yok mu takımın? Tabii ki var ve bunlara ara ara değineceğim.

Son olarak 1995-96 sezonunda Beşiktaş'ın kötü gidişi yüzünden "bırakıyorum Beşiktaş'ı, Fenerli olucam" dedikten sonra aldığım tepkiden sonra Beşiktaş'a dönmüşlüğüm vardır. Bir de Sevilla, Chelsea diye giden Şampiyonlar Ligi macerasında adeta bir Fenerbahçeli gibi sevinmişliğim de vardır, bilinsin.


Fenerbahçe taraftarı

Fenerbahçe kulübüne sempatim olsa da Fenerbahçe taraftarıyla ilgili bir sıkıntım olduğunu belirtmek istiyorum. Nedense, benim Fenerbahçe hakkında bir şeyler yazıyor olmam bile bir kısım taraftara dert olabilir. Çünkü Fenerbahçelilerin "Fenerbahçe Cumhuriyeti" kavramında yabancılara pek yer yoktur. Galatasaraylı olsam, "Siz önce kümede kalın da öyle konuşun", bir Beşiktaşlı olarak da "Önce 17'de 17 yapın da" tepkisi alabilirim.

Fenerbahçe taraftarının en sevdiğim yönü takımlarını gerçekten seviyor olmaları: neredeyse herkesin Fenerium'dan orijinal forma alması, Şükrü Saraçoğlu'nu doldurması vs. Tabii Fenerbahçe'nin daha zengin bir kitleye hitap ettiğini ve yüksek gelirin bunları doğurduğu da iddia edilebilir. Ne olursa olsun çok büyük bir başarı. Ancak fazla sevgi de gözü kör ediyor. Bunu kız-erkek ilişkilerinde de görüyorsun taraftar-kulüpte de. Fenerbahçe'ye her eleştiri büyük bir tehdit, karalama kampanyası olarak algılanıyor. Fenerbahçe'nin büyüklüğü hakkında yazılan İslam Çupi yazısı - ki güzel de bir yazıdır - tabulaştırılıyor. Hani Türkiye'nin kuruluşu hakkında bir eleştiri anında, "Be Hey Dürzü, sen yine doğardın ama anan kimdi bilmezsin şerefsiz" diye devam eden şiiri yapıştırmak dışında fikir üretemeyen insanlar vardır ya, "Fenerbahçe şöyledir böyledir" diyince hemen cevap gelir; "Fenerbahçe'nin büyüklüğü kupa büyüklüğü değildir, öyle bir büyüklüktür ki adı konamaz".


Kendini büyük görmeyi de bir yere kadar anlarım ama diğer takımları aşağılama hakkını nereden kazandıklarını anlayamam. Hani statta Beşiktaş maçı öncesi "İt-aat et" yazıp, it kısmını siyah beyaz yapma, statta dağıtılan balonlarda siyah-beyaz bir köpeğin şampiyonluk yazan bir kemik hayal etmesi gibi şeyler yaptıktan sonra "neden kimse bizi sevmiyor?", "Türkiye'nin 3/4'üne kapak olsun", "1907>1905, 1/4>3/4" falan filan.

Son olarak "bukalemun"luğa da bir şey diyeyim. Fenerbahçe ve Trabzonspor arasından Trabzonspor'u, Fenerbahçe ve Bursaspor arasından Bursaspor'u tuttuğum için bukalemunluk ile itham ediliyorum. Fenerbahçe ve Galatasaray ikilisinde ise Fenerbahçe'yi tercih edince ise kardeş oluyorum. Niye? Peki geçen sene "Bursa'dan gol haberi" gelince niye Fenerbahçeliler, Beşiktaş diye bağırdı ki o zaman? Peki Galatasaray ve Eskişehirspor şampiyonluğa oynarsa bir gün Fenerbahçeliler kimi destekleyecek? Biliyorum ki onlar "bizi ilgilendirmez, biz Fenerbahçeliyiz" diyecekler, ancak şampiyonluğu belirleyen bir Galatasaray-Eskişehirspor maçında Eses'in attığı golde havaya ilk zıplayan onlar olacak. Sonra geçmişte yediğin hurmalar hesabı olmasın derim ben.

Büyük başkan?

Kulübünü seversin, kulübünü yönettiği için başkanını da seversin. Bunlarda sorun yok. Aziz Yıldırım da bu son soruşturmaya kadar oyunu kurallarına göre oynayan bir adamdı. Yukarıda Fenerbahçe'yi sevme nedenlerimin çoğunu yaratan adamdır, o yüzden saygım vardır. 5 dalda 5 şampiyonluk büyük bir başarıdır. Yabancı sınırlaması karşıtı duruşunu severim, kafasına göre yönetilen Türk futbol kulüplerine adam gibi bir sistem ile örnek olmasını severim, r'leri söyleyemiyor diye "fenevbahçe" ya da "azize" diyenlerden de nefret ederim.

Ancak Aziz Yıldırım dokunulmaz değil ve Aziz Yıldırım'ı eleştirmeniz sizden bir şey kaybettirmez Fenerbahçeli dostlarım. Gelin 1999'a geri dönelim, Pendik maçından sonra Rüştü Reçber'i dövdürülmesi olayında adı geçen bu adam ve şimdinin Sivasspor başkanı olup, yolları nezarethanede kesişen Mecnun Otyakmaz. Emri alan taraftar gitti Rüştü'yü dövdü. Tüm suçlu Rüştü müydü, yoksa yönetimin başarısızlığı Rüştü'ye mi yıkılmıştı? Pendik yenilgisi kesinlikle Fenerbahçe yönetiminin suçuydu. 1990'ların sonunda sezonda 3-4 hoca değiştiren, Oulare, Simao, Preko gibi abuk sabuk yabancıları toplayan, genellikle Avrupa'ya bile gidemeyen takım Fenerbahçe değil miydi? Ancak olayların üstü bir şekilde örtüldü.

Kendisinin başarısızlık örtmek için istifa edip dönmesini de eleştiririm. Galatasaray şampiyon olduktan sonra "gidiyorum ben" diye dikkatleri şampiyon takımdan çekmeye çalışmıştı kendisi. Ama benim bunu eleştirmeme Fenerbahçe taraftarı nedense izin vermiyor. Ekşisözlük'te "Süleyman Seba, Özhan Canaydın, Aziz Yıldırım" başlığına "hepsi istifa etmiş ama birisi birden fazla istifa etmesine rağmen gitmemiştir." tarzı bir şey yazdığım anda taraftarlar hemen "kötü" butonuna basılıyor. Geçen sene Bursaspor şampiyonluğundan sonra bu sefer istifa etmemişti belki ama bu sefer de Rüştü'ye gönderme yaptığı önemli bir basın açıklamasıyla dikkatleri kendi üstüne çekmişti.

Şimdi şike döneminde kendisini eleştirenlere de büyük tepki var; "Büyük başkan o!" Ben masumiyet karinesi nedeniyle kendisini suçlamaya karşıyım. Ancak medyada çıkan suçlamalar, belgeler vs. gerçek ise o zaman kalmaz "büyük başkanlık". Halen sanal ortamda "şike de yapsa o bizim başkanımız, başkaları sanki yapmıyor şike" diyen az da olsa yine de dikkat çeken bir taraftar kitlesi var. Yapmayın, etmeyin.

Fenerbahçeli yorumcular

Neden bilmiyorum ama Fenerbahçeli yorumcuların fanatikliği de korkunç boyutlarda. Meriç Tunca diye bir adam var mesela. "Fenerbahçe'nin alt lige düşürülmesi diğer kulüplere de zarar , bunu kimse göze alamaz" diyor. Akil adam bunu nasıl söyleyebilir? Ogün Altıparmak dün CNNTürk'e çıktı, "Güneydoğu'da dönen kaçak paralar yakalanmıyor, şike paraları yakalanıyor." diye hem yanlışlıkla şikeyi kabul etti, hem de ötekiler - ki konu futbol değil - yakalanmayor diye akılalmaz bir açıklama yöntemi kullandı. "Trabzonlular sıkıysa Bursa meydana gelsin" diye holigan söyleminde bulunan Fenerbahçeli Lube Ayar da dün Beşiktaş'a saydırmış. Ercan Saatçi desen Hürriyet'te İbrahim Akın nedeniyle Beşiktaş'ı işe katmaya çalışmış.


Anlaşılamayan bir panik ve sirk ortamı var. "Gereği yapılsın" diye yorumcu kesimi o kadar azken onlar da "Ama diğer takımlar da bıkbıkbık" diye bir normalleme, savunma moduna geçiyorlar. Bence de öteki takımlara da bakılsın, Beşiktaş varsa bu sirkte Beşiktaş da küme düşürülsün hiç farketmez. Sergen Yalçın benim gözümde "Büyük futbolcu" değildir, yeteneklidir, komiktir ama efsane olamaz çünkü karınlık bir tarafı vardır. Sinan Engin'i takıma bir şekilde dahil edeni de eleştiririm. Bunlar bünyemizde şikeye başvurursa onlardan kurtulmak üzere küme de düşerim. Bu olgunluk neden kocaman kocaman futbol kariyerleri olmuş şimdinin yorumcularında yok. Bu gözlere inen perde nedir? Niye Galatasaray'ın yaptığı bir tribün şovuna "sarı, kırmızı, yeşil renkler var hmmm PKK mı acaba?" yorumunda bulunan bir Fenerbahçeli çıkıyor. "Ercan Saatçi'yi kimse sallamıyor ki" diyor olabilirsin ama neden Selçuk Yula, Meriç Tunca hep Fenerbahçeli. Hepsi futboldan anlamayan sadece fanatik adamlarsa bunlar kimin sayesinde Fenerbahçe'yi medyada temsil ediyor? NTV Spor şike haberini verirken neden "Eskişehirspor'lu Ümit Karan" yerine "eski Galatasaraylı Ümit Karan" diye haber yapıyor?

Sonuç

Şike soruşturması çok önemli. Türk futbolundan bir türlü alamadığım tadı artık almak istiyorum ben. Her maç sonrası "abi x'in kalecisi yattı, kesin şike var" muhabbeti duymak istemiyorum. Varsa bir şike "Büyük Başkan"a da dokunsunlar, Fenerbahçe'yi de küme düşürsünler. Fenerbahçe'nin büyüklüğü İslam Çupi'nin dediği gibi kupa büyüklüğü değildir gerçekten de. Türkiye futbolundaki asalaklardan kurtulacaksak, Fenerbahçe Bank Asya'da da oynasın ve bileğinin hakkıyla geri dönsün Süper Lig'e. Zaten Galatasaray ile başbaşa bir sezon geçirmeyi istemiyorum ben :)


PS: Dün bizim çocuklara da söyledim, memlekette güzel şeyler de oluyor ama keşke her konuda böyle önemli soruşturmalar olsa. Hükümet cemaate yakın diye "Ergenekon", Zekeriya Öz, Galatasaray'lı diye (tabii ki tek nedeni bu değildir ama tesadüf müdür ki?) "Şike soruşturması" başlatıyor. Lakin, keşke karşı tarafın da yargılanabileceği KPSS, Deniz Feneri gibi konular için de böyle kapsamlı soruşturmalar yapılsa ve toptan rahatlasa bu ülke.
Blogger tarafından desteklenmektedir.