Basketbol kariyerim

by 20:01:00
Dün Real Madrid-Barcelona maçını izlerken Cristiano Ronaldo'nu bacağına soğutucu sıkıyorlardı ve birdenbire benim de bacağıma soğutucu sıkıldığı aklıma geldi. Çünkü bir ara basketbol oynuyordum ben ve burada anlatabileceğim saçmalıkta bir kariyerim vardı.

Basketbol kariyerim 2001-2002 yılları arasında kısa ve dolu dolu geçti. Aile tarafından bir şekilde spora doğru itilen bir çocuktum ben. Yüzme ile başlayıp voleybol, futbol ile devam eden kısa kariyerlerimi basketbol ile sonlandırmıştık. Gören de olimpiyatlara kazandırılacağım sanır.

Basketbolla ilgili iki sıkıntım vardı. Birincisi boyum kısa. Tabii o zamanlar kısalık o kadar da sorun değildi, NBA yıldızları arasında Allen Iverson kadar kalıyordum. Sonra herkes gitgide uzayıp, fark açılınca emekliye ayrıldım tabii. İkinci problem ise gözümde gözlük olmasıydı. Eee, Davids gibi karizmatik gözlükler takamazdım. Neyse ki lens kullanmaya başlayınca bu sıkıntıdan da kurtulduk.

Basketbola yeteneğim var mıydı? Pek sayılmaz. E takıma nasıl girdim? Çok basit, okuduğum okul yeni kurulan bir okuldu, neredeyse takıma katılmak isteyen herkes takıma katılabilecekti. Antrenmanlara gidip geliyorduk. Hazırlık maçlarında da kendimizi gösterdik ve takımda bulunabileceğim en uygun yerin yedek kulübesi olduğu ortaya çıktı.

Bu kısa kariyerde iki takımda birden oynama başarısını gösterdiğim unutulmasın ama. Bir yandan okul turnuvasında kadrodayken, bir yandan da Edirne Gençlik Şampiyonası'nda şimdi adını unuttuğum takımda forma giyiyordum. Gerçi o takım da lise takımının aynısının başka isim altında oynamasıydı. Okul turnuvasında sadece bir maçın son dakikalarında forma giymiştim. Hani, ligin önemsiz son maçlarında büyük takımlar PAF takımı kadrolarıyla sahaya çıkar da o futbolcular sonra kaybolur ya, aynen öyle. Bu kısa kariyerim oldukça agresifti ama. İki dakikalık maçta rakip oyuncunun ebesiyle ilgili bir şeyler söylemiştim. Çok sıcak bir ortam yoktu çünkü maçta. Deplasmandaydık, tüm taraftar kaptan ile dalga geçen tezahüratlar yapıyordu, ben de etkilenmiştim.

Ben zaten çok çabuk etkilenirdim böyle şeylerden. Gençlik şampiyonasında daha çok dakika almayan gençler oynatıldığı için orada birkaç maça çıkmıştım ki bir maç dışında pek bir şey kalmadı aklımda. O maçta da grubun en kötü takımı ile oynuyorduk ve rakip ne kadar kötü ise ben o kadar fazla süre alıyordum. Ancak buna rağmen taraftarları vardı ve buna sinir oluyordum. Bizim ise sadece ailelerimiz vardı. İşte o maç tek güzel oyunumu oynamıştım. Birçok sayı atıp, hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşamıştım. Ancak karşı takım taraftarlarına dönüp de hareket yapıyordum. O maçtan sonra nasıl oldu da toplu bir dayağa maruz kalmadım anlayamıyorum. Herhalde o maçın milyonda bir olacağını hocamız da görmüştü ki bu performansım bana forma olarak dönmemişti.

Sonuç olarak bir yıllık kariyerde Edirne içinde birkaç maç, bir iyi performans, okul çapında ise bir maçta bir-iki dakika ve Edirne çapında okul şampiyonluğu vardı. O maç dönüşü serviste tezahürat ediyorduk. Derslerden kaytarmıştık, mutluyduk, abilerimiz şöföre Edirne Genelevi'ne gitmeyi öneriyor, ben de onun ne olduğunu ve nerede ilk kez orada öğreniyordum. Sonraki gün okulda yapılan bir tören ile madalyamı alıyordum. Hayatımda aldığım ikinci madalyaydı, altını diş ile kontrol etme espirisini de yapmaktan geri kalmamıştım. Sonra Marmara şampiyonasına gitmedik mi, gidildi de ben mi dahil olmadım, hatırlamıyorum.

Sonraki sezon daha ergen oluyorduk, artık LGS çalışmak lazımdı. Bu nedenle kısa ve fırtınalı basketbol kariyerime son noktayı koyuyordum. Şimdi o günlere bakınca sadece forma giyme heyecanı geliyor aklıma; hayalimizdeki numaraları kapmak, dizlikler, ayakkabılar.

Olmasın varsın

by 01:27:00
Proje sonlandırmak için dış dünyaya kendimi kapattığım bir dönemden sonra, artık yavaş yavaş kapıları tekrardan açıyorum. Günlerdir evdeyim. Önümde iki bilgisayar, biri modellemek biri yorumlamak için. Etrafta dağılmış kağıtlar. Hani işlerle uğraşırken saç tellerimin dipleri ağrıyordu en sonunda.

İşin garibi de yaptığım şeyden zevk alıyorum. Mazoşizm gibi bir şey. Kafamda bir şeyleri oturtup, bir şeyler bulmayı seviyorum. Tek sorun daha kelimelere dökemek. İşin jargonunu halen alamadım. O da olur zamanlar.

Ben tabii kendi dünyamda zorunlu askerliğimi yaparken, benim dışımda dönen dünya da hızından bir şey kaybetmemekte. Hem Denktaş'ı hem Lefter'i kaybetmişiz bugün. İkisine de ayrı ayrı üzüldüm. Denktaş ile ilgili bir haber okurken, dün hasta yatağında Rumca konuştuğunu öğrendim. Büyük ihtimalle Lefter de Türkçe konuşuyordu o zaman. Zaten bu ay NTV Tarih'ten Rembetika CD'si alıp, şöyle bir dinlemiştim. Şöyle güzel bir Türk-Rum havası dolmuştu odaya.

Milliyetçilik ne kadar saçma bir şey aslında. Ancak değişik kültürler tanımak da bir o kadar güzel. Bu topraklarda doğmam bir şans. Bu kadar değişik kültürün kesiştiği yerde doğmak hem bir lanet hem bir mucize. Güzel yönünden bakalım. Mesela birkaç bin kilometre daha doğuda doğsam şu an Şam'da bir protestoda vurulabilecektim. Onun da birazcık daha doğusunda doğsam, batıya hiçbir şekilde erişemeyecektim. Şimdi canım değişiklik istedi mi Steakhouse Burger'imi yerim, Radiohead müziğinde kaybolabilirim. Ama bir yandan da acılı lahmacun ile büyüdüm. Almanya'da bile çiğ köfteden vazgeçmeyip, sanki Güneydoğu'dan gelmişim gibi "böyle olmaz, yapamıyorsunuz bir şeyi" diyebilirim. Rakı istesem, ki kökenleri batıdadır, Adana'mın şalgamı yanında olmadan ağzıma sürmem. Ne bileyim bir yandan Almanca öğrenmeye çalışıp, o sırada altımda şalvar olabilir mesela.

Bazıları bunu kendi kültürünü benimseyememek olarak görebilir, Batı ya da Doğu özentisi diye yaftalayabilir. Hayır, niye sınır çizmeliyim ki kendime? Tamam, Zeki Müren de Aşık Veysel de benim, ama şalvar da benim, bira da.

Bunu demişken aklıma bir şey daha geldi. Tam da iki proje arası tek boş günümde Almanyalı Yarim filmine denk geldim. Hani izleyeyim, benim Acı Vatan Mannheim'a analiz yaparım dedim ama bir baktım ki hiç değmez. Türk milletinin misafirperverliğini, onurunu, dostluğunu övme temalı bir film. Bu hiç sorun değil, tek yönlü olmuş der geçerim ama Türk'ün misafirperverliğini diğer ırkları ezerek anlatacaksa ona bir dur derim. Alman gençliğinin vurdum duymaz, hippi olarak anlatıldığı, duvarda eşşek kadar Hitler resminin bulunduğu bir ortamda, batı ahlaksız, biz ise kendi değerlerimizle kendimize yeteriz mesajı verirken, alttan verdikleri "Bir başkadır benim memleketim" şarkısının orijinali Fransızca.

Sonuçta şans ile bu memlekete doğmuşuz. Elimde bu devletin nüfus kağıdı, pasaportu var. Çocuğum da bu ülke vatandaşı olacak. Bu ülkeye hizmet verecek olmamın da en büyük nedeni ona daha iyi bir düzen bırakmak için olacak. Türk olduğum için gurur duymak yerine, bunun güzel bir şans olduğunu düşünüyorum. Farklılıklardan nefret etmek yerine, onları öyle kabulleniyorum. "Iyy bu Çinliler ne iğrenç, köpek eti yiyorlar" niye diyeyim ki? Haydi empati kuralım; "Iyy bu Türkler ne iğrenç, bağırsağı parça parça yapıp, baharatlayıp yiyorlar." Ama ben kokoreç yemiyorum ki diyebilirsin, ama en iyi arkadaşın kokoreç yerken, siz Türkler böylesiniz işte demiyorsun herhalde.

Bu demek değil ki Denktaş öldü diye üzülürken, bunları demek doğru değil. İki büyük ülkenin bir adaya tıktıkları iki topluluğun değişik çıkar çatışmaları için birbirlerini öldürmeleri üzerine, o topluluklardan birinin çıkarlarını korudu Denktaş. Kıbrıs tamamen bizimdir demek yerine, iki ülkeli bir Kıbrıs hayali kurdu. Bu barışçıl değildi demek değildi. Hergün kavga edecek bir çiftin evliliğe devam etmesinin gereğinin olmadığını düşündü. Sonuçta ortada bir çocuk yoktu. Eminim ki o da Rumca bir şarkı duyduğunda hoşuna gidiyordu. Keza Lefter, 6-7 Eylül döneminde Yunanistan'a gidip, azılı bir Türk düşmanı olsa kimse bir laf edemezdi. Doğduğu kimliği değil, istediği kimliği seçti.

Neyse o zaman, Bülent Ecevit ile bitirelim. Kıbrıs Hareketı'nın adına Barış koymuş bir adamdı. Düşünüyorum da Erdoğan, o dönemde başta olsa Rumlar hakkında demediğini bırakmazdı, ki "ne Ermeniliğimiz, ne afedersin Rumluğumuz kaldı" demişliği vardır. Ecevit ise bakalım ne demiş Kıbrıs'a askerleri gönderirken;

"Bir soyun kanı olmasın varsın
Damarlarımızda akan
İçimizde şu deli rüzgar
bir havadan"
Blogger tarafından desteklenmektedir.