Ölümlerden ölüm beğenmek

by 16:36:00
Geçenlerde Facebook'uma bakarken yıllar önce saçma sapan ölümlerle ilgili bir yazı görüp, bir kısmını paylaşmış olduğumu farkettim. Şimdi de hazır ders çalışmama ara vermişken by normalde can sıkıcı olan konuyu biraz daha eğlenceli şekilde inceleyelim. Genel olarak wikipedia'ya bağlı kalacağım bu yazıda hem gülüp hem şaşıracağız.

Taylor Mitchell ile başlayayım bari yazıma. 1990 doğumlu gencecik bir şarkıcıymış kendisi. 2009 başında albümünü çıkartmış. Bir de benim çok sevdiğim Joan Baez'in "Diamonds and Rust"ını coverlamış. Ancak bir kaç ay sonra doğada gezerken kır kurtları tarafından saldırıya uğrayıp hayatını kaybetmiş. İşin üzücü tarafı kır kurtları tarafından öldürülen ikinci insan sadece. Hatta ilk yetişkin. Hayvanların yaptığı tek saldırı değil bu. Avustralya'da 9 haftalık bir bebek piknikte kaybolur. Aile bireyleri dingo tarzı bir köpeğin kızlarını kaçırdığını iddia eder. Ancak dingoların insana saldırmadığı da bilinmektedir. Anneyi hapse dahi atarlar. Aylar sonra kızın kıyafetleri bir dingo barınağının yanında bulununca anne serbest bırakılır. Ancak ne kız bulunabilmiş, ne de hayvanlar mı insanlar mı suçlu bilinememiş. Tabii bazen hayvanlar doğrudan suçlu olmuyorlar. 2011'de Kanadalı bir kadın ayı tarafından öldürülmüş. Ancak biraz farklı bir şekilde. Başka bir araç yoldan geçerken ayıya çarpmış, fırlayan ayı da hanım efendinin arabasının ön canımdan içeri girmiş ve hazin olaya neden olmuş.

Müzisyenlerden devam etmek gerekirse, 1970'lerde ünlü olan ELO grubunun elemanlarından birine değinmeden olmaz. Onunki trajik bir ölüm ve çok anlık. Karavanı ile mutlu mutlu gezerken, bir tepeden yuvarlanan 600 kiloluk büyük bir taş parçası arabaya çarpıp kendisinin ölümüne sebep olmuş.

Bazı müzisyenler ya da tiyatrocular, böyle ilginç bir şekilde değil de sahnede hayatını kaybetmiştir. Böylece "sahnede ölmek istiyorum" geyiği gerçek olur. 2003'te bir aktör mesela "Godot'yu Beklerken"i oynarken ölmüş. Sıkıntıdan mı diye baktım nedenine, kalp krizindenmiş. Bazıları da rolüne kendini kaptırıp ölüyor. 2000'de bir İtalyan aktör, asılma sahnesinde yanlışlıkla kendini gerçekten asmış. İnanılmaz.

Darwin Ödülleri vardır, bilenler bilir. Doğal seleksiyona sebep olduğu için, ilginç şekilde ölenlere ödül verilir. Acton Beale bu ödülü aldı mı bilmiyorum ama "planking" adı verilen, anlamsız bir şekilde yatar pozisyonda kalma sırasında hayatını kaybetmiş. Yatarak üstünden araba geçse bir nebze daha anlarım ama balkon kenarında bu hareketi yapmaya çalışırken, düşüp hayatını kaybetmiş. Yarışmalarda ölen çok insan var bu arada. Dünya Sauna Şampiyonası'nda bir Rus arkadaş 110 dereceli saunaya girmiş. Altınca dakikada hayatını kaybetmiş. Sonra bu şampiyonanın akıbetine baktım. 1999'dan 2010'a kadar süren yarışmalar bu ölümden sonra iptal edilmiş. Daha da şaka gibi olan durum şu ki, adam desteksiz çıkamadığı için diskalifiye edilmiş ve ölüme rağmen bir birinci belirlemişler.

Bazıları da hayatını kendisi sonlandırıyor. Mesela hapishanedeki bir adam kendini öldürmek için ilginç bir yol seçmiş. İmkansızlıklar içindeki adam o kadar kararlıymış ki nefes borusunu tuvalet kağıdı ile tıkamış. Bazıları ise daha mazoşist yöntemler bulmuş. Singapur'da bir hayvanat bahçesinde çalışan adam, bir kaplan kafesine girip, kaplanları sopa ile dürtmüş. En sonunda onları kızdıran adamın istediği olmuş ve kaplanlar kendisine saldırmış. Bazı intihar ise yardım ile oluyor. Mesela Craig Ewert artık hastalığına dayanamayınca yardım alarak intihar etmek istemiş. Ancak İngiltere'de bunun cezası 14 yıl olduğu için İsviçre'ye gitmiş. Son dört günü de belgesel olarak kayda alınmış. Kendisine barbiturat hazırlanan adam, onu içerek acısız bir ölüme uzanmış. Güzel de bir sözü var kendisinin; "Her gün yeni bir şeyler öğreniyorsun. Son gününde bile."

Peki insanı intihar etme noktasına ne getirir? Bir neden kadınlar olabilir. 2008'de James Mason hayatını kaybetmiş. Hem de bir kadın yüzünden. Karısı, kocasının egzersiz yapması gerektiği için, o yüzerken onu izliyormuş. Ancak adam yorulup, havuzdan çıkmak istemiş. Kadın ise daha değil diyerek reddetmiş. Hem de bir, iki kez değil tam 43 kere. En sonunda amcam kalp krizinden ölmüş. Hani Sims oynarken, adamını yüzdürürken havuzun merdivenini satıp, adamı ölene kadar yüzdürürdün ya. Aklıma o sahne geldi.

Kadınlar kadar tehlikeli bir başka şey de makinalar. Mesela havuzların o su boşaltım sistemlerinden dolayı çok fazla ölüm olmuş. Ya da herhangi bir makina kullanırken yapacağın herhangi bir hata ölümcül olabiliyor. Bu yüzden makinalar insanlara karşı temalı ütopik gelecek görüntüleri bana o kadar da fantastik gelmiyor.

Çok ilginç bir durum ise kendiliğinden yanma vakaları. Dünyada 200 civarında kez görülen bu vakalarda, çevrede yanıcı bir madde bulunamamış. Anlatması güç, adam yanıyor. Onun dışında sadece kıyafeti, oturduğu yer, belki tavanda yanma izi var, sadece o kadar. Bilimsel açıklaması tam olarak yok. Bazıları kesin başka nedenleri var diyor ve reddedenlerden biri de can alıcı bir soru soruyor; "Niye daha sık olmuyor o zaman? Neden yolda yürürken birden alev alan adam görmüyoruz?". Bazıları adam kalp krizi geçirmiştir, elindeki sigara üstüne düşüp yakmıştır diyor. (bkz: Canım Kardeşim) Öyle bir şey olur mu demeyin, insan vücudundaki yağ alevin devam etmeesi için enerji olarak kullanılabiliyormuş. Bazıları da insandaki statik elektrik, ya da radyasyon gibi nedenler sunuyorlar. En son Aralık 2010'da İrlanda'da bir amcam hayatını kaybetmiş.

Gülmekten ölmek diye bir şey de var gerçekten. Cem Yılmaz'a selam olsun. 1975'te amcamın biri dizi izlerken bir sahneye öyle gülmüş ki 25 dakika gülmesi devam etmiş. En sonunda da kalp krizini tetiklemiş ve hayatını kaybetmiş. Adamın eşi dizi yapımcılarına mektup gönderip, kocasının son anlarında mutlu olması nedeniyle teşekkür etmiş. 2003'te ise Tayland'da bir amcam uykusunda gülmeye başlamış. Artık rüyasında ne görmüş bilmiyorum ama hayra yoracak bir durum olmadığı kesin çünkü 2 dakika boyunca kesintisiz gülen ve uyanmayan adam kalp krizinden hayatını kaybetmiş. Millat önce yaşayan Yunan filozoflardan Hırisippos'un da eşşeğine şarap verdikten sonra incir yemesini izlerken gülmekten öldüğü söylenmektedir.

Peki ben en çok hangisini mi sevdim? Tabii ki 1814'te yaşanan ölümleri. Bir bira fabrikasında yaşanan çatlak nedeniyle bira sızmaya başlamış. Basınç ile çatlak büyümüş, diğer fıçıları da çatlatmış. En sonunda fabrikadan 1,470,000 litre bira akmaya başlamış. Etraftaki evlerin bodrum katları bira ile dolmuş. 8 kişi hayatını kaybetmiş. Bazıları boğularak ölmüş, bazılar da aldığı yaralardan ölmüş. Bir tanesi var, ki favorim kendisi, o da alkol zehirlenmesinden ölmüş. Herhalde bedava bira görünce dayanamadı saatlerce içti. Yalnız İngilizler'deki sisteme hayranım. Bütün ölenlerin adı ve yaşı kayıtlarda var. Yalan yok yani.

Daha çok değinecek ölüm var ama bugünlük bu kadar yeter sanırım.

Bir diktatöre veda

by 21:46:00
Bu günler haberleri takip ettiğimde yaşam ile ölüm arasında çizgisinde gidip geldim. Şimdiki konum Kaddafi olacak. Koskoca bir adamın çöküş öyküsüne biraz değineceğim.

1990'ların Türkiye'si

Kaddafi benim hayatıma Necmettin Erbakan'ı azarladığı çadır görüntüleriyle girmiş. Çok saçma günler yaşadık 1990'ların ortasında. Refah Partisi'nin seçim kazandığı yıllar. 1980 darbesi sonunda meyvesini vermişti. Millet kavramını din temelli hale getirmiş, imam hatipleri, kuran kurslarını yaygınlaştırmış, bu durum Sivas Katliamı ile tavana vurmuştu. Özal ile başlayan sağcı politikalar da bu yükselişe istemeden de desteği vermişti. "Benim memurum işini bilir" diye başlayan, "Anayasayı bir kere delsek ne çıkar" diye başlayan devlet dairelerinde rüşvet ve adaletsizlikler, "enflasyon canavarı" terimi, "devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir" ile derin devlet övgüsü insanları var olan siyasi düzenden yeni bir umut olan Refah Partisi'ne yönlendirdi. "Dinci minci ama bunlar en azından haram para yemez" diye birinci parti çıkarttılar.

Yılmaz-Çiller ikilisinin başarısız koalisyon denemeleri sonucu Refah Partisi, Refahyol olarak yönetimi aldı. Küçük yaşımda bile değişimi görüyordum, korkuyordum. Sincan'da tanklar geçiyordu. Hizbullah adını ilk kez duyuyordum. Erbakan da Libya'ya gidiyordu, yanında da simsiyah bıyıklarıyla o zamanların genç ve cin gibi politikacısı Abdullah Gül ile.

Kaddafi ve Erbakan

Gümrük Birliği'ne girdik, artık Avrupalı'yız diye yetişmiş bir gençtim. Zaten futbolda da İngiltere ile Hollanda ile oynuyorduk. Şüphem yoktu yani. Ama Erbakan, rotayı Afrika'ya, Arabistan'a çevirmişti. Kaddafi, Erbakan'ı aldı çadırına, başladı saydırmaya. Beyaz saçlı, dede kıvamlı Erbakan, ellerini kavuşturmuş, "Biz dost milletiz ehe ehe" diye Umut Sarıkaya karikatürlerine dönüşmüştü. Halbuki Kaddafi öyle mi, hemen alıntılıyorum:

"Bu bölgede bu güneşin altında Kürt milleti de yerlerini almalıdır...Bizim düşmanımız olan siyonist İsrail ile 1949'dan beri ilişki içindesiniz. Bizim düşmanlığımız arttıkça sizin ilişkileriniz gelişiyor...Türkiye'nin geleceği NATO'da ABD üslerinde, Kürtlere eziyet çektirmekte değil, asaletinde ve geçmişindedir...Türkiye, I. Dünya Savaşı'ndan sonra iradesini kaybetti..."

Doğruluğu yanlışlığı tartışılır belki ama nezaket kavramlarına çok ters bir davranıştı. Ortalık karıştı. Post modern darbenin tetikleyicilerinden biri bile denebilir.

Deli ve zalim

Sonra büyüdük ve kocaman bir çılgın olduğunu öğrendik. Tek başına tüm emperyalizme kafa tutan, ABD karşıtı saldırılara finansman sağlayan bir adam. Güzelim Libya bayrağını sadece yeşil bir kumaş haline getirmişti. Yeşil Kitap'ında da - okumadım ama - İslamiyeti, sosyalizmi, komünizmi karıştırıp, kendi ideolojini yaratmıştı. İlginç bir karakterdi yani.

Lakin tarihsel bağların da etkisi olacak ki Berlusconi'yi çok severdi rahmetli. Birbirinden deli, birbirinden botokslu iki insan. İkisi de halk tarafından çok sevilmese de bir şekilde başta duran insanlar. Güzel güzel hatunları alıp, Kur'an dağıtmasıyla dikkat çekmişti son zamanlarında. Derste okuduğum makalelerden birini hiç unutmam "Her devletin ordusu vardır, Libya'da ordunun devleti var". O kadar da bireysel özgürlük karışıtı bir adamdı.

Ancak Kaddafi'yi Araplar pek sevmemiştir tarih boyunca. Lübnan sunumu için kitapları karıştırırken, Kaddafi de Ortadoğu'yu karıştırmak içni ikide birde burnunu sokuyordu. Musa al-Sadr'ı kaçırdı ve öldürdü. Sadr, Lübnan Şii'lerini örgütleyen, okumuş, felsefe ile ilgilenen dolu bir adamdı. Silahlı mücadele öncesi politika mücadeleyi savunuyordu. Libya'ya bir gün gitti ve kayboldu. Wikipedia'da ne güzel diyor öyle "bilinen sır". Neden yaptırdı acaba? Neden o coğrafyanın en uzun süren yöneticiliklerinden birine imza attı? Her zaman kendini öldüreceğini zannediyordum, tahminim tam olarak tutmasa da kaçıp gitmeyeceğini biliyordum. Deliydi çünkü.

Ölüm

Ama böyle bir ölümü kimseye yakıştıramam. Bir çok kişi yorumlamıştı Libya'nın bambaşka bir coğrafya olduğunu. Ama bu kadar vahşileceklerini hiç düşünemezdim. Bir çok video izledim konuyla ilgili, en son izlediğim en vurucusuydu. Kaddafi, daha yaşamakta. Yaşamak denirse eğer. Başı kanlar içinde, gözlerine geliyor. Gözlerine gelen kanı eliyle silip, eline bakıyor. Korkmakta. Elini uzatıyor bir şeyler anlatmaya çalışıyor, eline vuruyorlar. Sonra sahne değişiyor artık yatıyor Kaddafi, büyük ihtimalle ölmüş. Cep telefonuyla çekim yapan adam arada kendi suratına döndürüyor kamerayı gülümseyerek bağırıyor, "Allah uludur". Artık savunması kalmamış bir adamı döve döve (ya da vurarak) öldürmek sevap gibi, Allah'a sesleniyor. Arkadaşına, "bak ben de oradaydım" diye gösterecekmiş gibi gülüyor. O kadar duygusuzluk var suratında.

Sonra oğlunun da son görüntülerini izledim. Önce son anlarının fotoğraflarına baktım. Yakışıklıymış önceden. Burada ise iyice saç sakal birbirine karışmış, atleti kanlı, çömelmiş bir yere. Son sigarasını içiyor, sonra da uzanıyor. Son fotoğrafta artık cansız, gözleri aralık.

Anlamaya çalışıyorum Libyalı asileri, anlayamıyorum. Evet, yıllar boyu zulüm gördüler, belki anneleri bababalarını kaybettiler, belki düşündüklerini hiç yüksek sesle söyleyemediler, belki de arkadaşları o iç savaşta hayatını kaybetti. Belki yakaladıklarını saf bir şeytan olarak görüyorlardı. Ancak, ellerinde tutmak, sorgulamak, onları yaptıkları haksızlıklarla yüzleştirmek varken en ucuz yolu seçtiler. Medeniyet varken, insanın doğası kazandı yani.

Son

Kaddafi de gitti. Mübarek gibi değil Saddam misali öldü. Doğduğumuzdan beri adını duyduğumuz bir figürün adını artık güncel haberlerde o kadar duymayacağız. Libya için parlak bir gelecek göremiyorum ama hala. Etrafta onlara örnek olacak başka bir örnek ülke yok. Halk eğitimsiz, demokrasi bilinci yok. Kanlı bir rövanş için bekleyenler hep olacak.

Ve petrol, bu denklemin en büyük bilinmezi. Petrolün olduğu yerde yine demokrasi olmayacak her zaman ki gibi.
Blogger tarafından desteklenmektedir.