İş arama - Tavsiyeler, anılar ve direniş

by 23:27:00
Terzi kendi söküğünü dikemez, "sağlığınıza dikkat edin" diyen doktor habire sigara içer, işletme okuyan adam da iş hayatından nefret eder. Bunlar hayatın gerçekleridir.

İş hayatı dediğimiz ve yaşamımızın çok büyük bir kısmını kendisine feda ettiğimiz bu şeyden kaçmanın yolu yok. Çok azımıza anamızdan babamızdan holding kalıyor. Bir o kadar azımız hobisini işe çeviriyor. Az bir kısmımız da açta, açıkta geziyor. Her ne kadar istemesek de bu yıllardır dönen çarkların içine giriyoruz. Özgürlüğüne düşkün, iş hayatının o hırslı, öğütücü ikliminden nefret eden ve akademi sayesinde bundan olabildiğince uzak kalan ben de belli bir noktadan sonra bu dünyanın içine dalmak zorunda kaldım. Şanslıyımdır ki şu an için hiyerarşinin kendini çok az gösterdiği genç bir şirkette bulunup, oyunu olabildiğinde kendi kurallarıma göre oynuyorum. Tabii ki de hayatım hiçbir zaman böyle güllük gülistanlık olmadı. Özellikle de iş arama süresince.

Haklısın stock photo kardeş, hem de çok
İş aramanın kendisi zaten belli başına bir iş. O kadar zaman alıyor ki, anlatmak zor. Sabah 9, akşam 5 gibi bir mesai yapıp, bol bol internette gezmek, her şirkete göre bir CV hazırlamak, motivasyon mektubu yazmak, form doldurmak vs. yapmak gerekiyor. Bunlar sıkıcı şeyler elbette ama zaman içinde bir robota bağladığın için bu işlemleri hızlı bir şekilde tamamlamaya başlıyorsun.

Bu iş başvurularından bir sonraki adıma geçmek hiç kolay değil. Şu anda çalıştığım şirketten biliyorum ki başvuruların sadece %5-%10 arasında bir kısmı ikinci tura geçiyor. Bu ikinci turda ya bir online test yapıyorsun, ya da şirket seni Google'da şöyle bir arıyor, tarıyor. Ondan sonra da gelsin mülakatlar.

Maaş beklentisi sorusuna klasik cevabım
İlk mülakatın muhteşem geçmesi diye bir şey bence yok. Ne kadar çok mülakat, o kadar çok tecrübe. Sonuçta bu mülakatlarda sorulabilecek sorular az çok belli - her ne kadar bazen sürpriz sorular gelebiliyor olsa da. Bence burada önemli olan verdiğin cevap kadar, hatta belki de daha fazla, soruya nasıl cevap verdiğin. Kem küm demeden, hızlı ve kendinden emin cevap vermek çok önemli. Kendime dönersem, girdiğim ilk mülakatta yaptığım en büyük hata "maaş beklentisi" sorusuna verdiğim cevaptı. Ne kadar maaş istediğimi sorduklarında kısaca "ne verirseniz uygundur" tarzından bir şey söyledim. Bunun da iki nedeni vardı. Birincisi, doktora öğrencisi olarak zaten asgari ücret gibi bir şey alıyorduk. Şirketin vereceği herhangi bir maaş bundan fazla olacaktı ve ben memnundum. İkincisi de paraya önem vermediğimi, işin kendisiyle ilgilendiğimi göstermek istemiştim. Ancak daha sonra iş arama ile ilgili gittim bir kursta verdiğim cevabın çok saçma olduğunu öğrendim. Çünkü bir maaş beklentisi söylemek hem kendi değerini ölçme yeteneğini, hem de bu işle ilgili araştırma yaptığını ve maaş miktarını bildiğini göstermekte. Yani ben hem kendimi değersiz göstermiştim, hem de yeteri kadar araştırma yapmadığım hissini vermiştim. Keza mülakatı yapan arkadaş da bir rakam söylemem için ısrar etmişti ve çok düşük bir rakam söylemiştim. Hay ağzıma tüküreyim. Burada işi beceremediğimi gördükten sonra mülakat sonunda "ya benim de Macar arkadaşım var ehe mehe" diyerek daha sıcak ve samimi bir müuhabbet açmaya çalıştım. Bu muhabbette başarılı olsam da ama iş teklifi tabii ki de olmadı. En azından mülakatı yapan arkadaş bana telefonla geri döndü. Daha sonra bu işin her zaman böyle işlemediğini görecektim.

O son maili okuduğumda yaptığım basın açıklaması
Bu dönem içinde yaşadığım en kötü tecrübe, 3 ay boyunca süren en uzun iş arama maceramdı. Detaylara girsem bütün blog post'u ona adamam gerekir ama şöyle anlatayım. 100% yapmak istediğim şey olmasa da beni en çok heyecanlandıran ilandı. 3 farklı mülakata girdim. Birçok kez mailleştim ki bunların çoğunluğu kendilerinin bir türlü mülakat planlamasını yapamamaları yüzünden onlardan haber alabilme mailleriydi. Mülakatlarda asla kaba değillerdi ve aksine pozitif sinyaller veriyorlardı. Ancak mülakatlardan sonra bir cevap almak için, olumlu bir cevap aldıktan sonra diğer adımları öğrenmek için haftalar geçirmek gerekti. Mayıs sonunda başlayan bu macera, Ağustos ortasında olumsuz sonuçlandı. Son aşamaya kadar gelip başarısız olmak üzücü elbette. Ancak lastik gibi uzatılan bir süreç, bu süreç için yapılan saçma açıklamalar (adaylardan birinin balayısının bitmesine beklemişler mesela) ve de en önemlisi bu kadar uzun süren bir süreçten sonra kısacık ve baştan savma imzasız bir maille sürecin bitmesi insanı üzüyor elbette. Bu dişlinin de senin gibi insanları kullanılacak ya da öğütecek olduğunu gösteriyor. Araştırdığım kadarıyla o pozisyonu halen doldurmadıkları da göz önüne alındığında mülakatta onlara sunduğun fikirlerin üstüne konup, beni kullanıp atmış olabilecekleri de bir ihtimal. Böyle durumlarda kendime sorduğum tek bir şey var: "böyle bir yerde gerçekten çalışmak ister miydin?". Cevabım tabii ki "Hayır".

"Haftada 80 saat çalışmak mı?"
Bir de açık açık insanları köle gibi çalıştırdıklarını söyleyen şirketler var. Mesela görüştüğüm bir şirket, beni ikinci tura çağırdı. Ancak ikinci turun ya da onların deyimiyle "takım ile tanışmanın" üç saat sürecek bir mülakat dizisi olduğunu oraya gidince farkettim. Bu mülakatın daha en başında şirkete yakın bir yere taşınıp taşınamayacağım soruldu. Kafamda olan yerleri söyledim ama bu da onlara yetersiz geldi. Bana her an ulaşmak istediklerini söylediler. Daha sonra da haftada 80 saat çalıştıklarını söylediler. Normalde haftada çalışma süresini hemen kafamdan hesapladım: 8x5=40. Yani iki katı! Şaşırdığımı gördüler, "şaka yapıyoruz tabii" dediler ve eklediler "60-70 olur en fazla". İçimden dedim ki "bu manyaklık". O gün şirketteki herkesin koşuşuturup durduğu, sadece bir kez kısa bir süre ayak üstü boğazıma dizile dizile kahve içebildiğim bir an dışında rahat yüzü görmediğim 3 saat sonunda bitkin bir şekilde şirketten ayrıldım. Daha sonra mail ile öğrendim ki "80 saati" duyunca biraz çekinmem nedeniyle iş olmamış. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu pozisyona da daha sonra kimse bulunamamıştı ya da başlayan iki üç ayda istifasını sunmuştu. Keza aynı ilan kısa süre sonra tekrardan online'dı.

Velhasılkelam üniversiteden yeni çıktıysan, hele de siyasal bilimler gibi biraz farklı bir bölüm okumuşsan, iş hayatı seni bir başka çarpıyor. Bunu da bir süre yaşadım. Ne mutludur ki yukarıda bahsettiğim tüm bu sıkıntılar sonunda, mülakatlarının birinde neden Rocky'nin bir başyapıt olduğunu anlattığım bir şirket için çalışıyorum. Ha, burada da bazen o nefret ettiğim dişliler kendisini gösteriyor elbet ama yukarıda da dediğim gibi gücüm yettiği kadar oyunu kendi kurallarıma göre oynayıp, o dişlilerin arasında kaybolup gitmeyeceğim.
Blogger tarafından desteklenmektedir.