Piyanist

by 02:24:00
Bir cumartesi, saat dokuz
Her zamanki ekip içeri girer
Yanımda oturan yaşlı bir adam
Toniği ve cini ile meşk eder

Der ki "Oğlum, bana bir anı çalar mısın
Hatırlamıyorum devamını
Ama üzgündü ve şekerdi
Ve bilirdim hepsini
Yaşarken gençlik yıllarımı"

Bize bir şarkı söyle, piyanistsin sen
Bize bu gece bir şarkı söylüyorsun
Bak, hepimiz bir melodiye hazırız
Ve sen bizi iyi hissetiriyorsun

Şu bardaki John benim arkadaşım
Bana bedava verir içkileri
Ve bir espiri patlatır ya da sigaranı yakar
Ama vardır başka bir yer, olmak istediği

Der ki "Bill, biliyorum, burası beni öldürüyor"
Bir gülüş kaçarken yüzünden
"Bak, eminim ki bir film yıldızı olabilirdim
Eğer kaçabilseydim ben bu yerden"

Şu Paul bir emlakçı ve bir yazar
Evlenmeye zaman bulamayan
Ve konuşuyor Davy ile, donanmadaki
Ve hayatının sonuna dek orada kalacak olan

Ve garson kız politika çalışıyor
İş adamları yavaşça sarhoş olurken
Evet, yalnızlık adında bir içki paylaşıyorlar
Ama daha iyidir yalnız içmekten

Bize bir şarkı söyle, piyanistsin sen
Bize bu gece bir şarkı söylüyorsun
Bak, hepimiz bir melodiye hazırız
Ve sen bizi iyi hissetiriyorsun

Cumartesi için iyi bir kalabalık
Ve müdür gülümsüyor bana
Çünkü bilir ki geldiler benim için
Hayatı bir süre için unutmaya

Ve piyanonun sesi bir karnaval gibi
Ve mikrofonun kokusu sanki bir bira
Ve otururlar barda ve verirler ekmek paramı
Ve derler "Ne arıyorsun burada?"

Bize bir şarkı söyle, piyanistsin sen
Bize bu gece bir şarkı söylüyorsun
Bak, hepimiz bir melodiye hazırız
Ve sen bizi iyi hissetiriyorsun

Billy Joel







İki günde Prag

by 22:52:00

Benim çekmediğim temsili bir resim

Doğrusunu söylemek gerekirse - ve biraz da utanarak söylüyorum bunu - Prag'a doğru yola çıkmadan önce bu şehir hakkında bildiklerimi şöyle bir gözden geçirdiğimde elimde pek de bir şey yoktu: Doğu Avrupa'nın güzel bir şehri, ucuz bira, güzel binalar, kapkaça uğrama ihtimali, Tomas Sivok, Sparta ve Slavia Prag... Peki ya gerisi? Yok. Utanç verici. Nerelere gidilmesi gerektiğini bilmiyorum, bir tane Çekçe kelimeden haberdar değilim, gelenek görenek hakkında bilgi sahibi değilim. Bir gün öncesinden kalemi kağıdı (daha doğrusu cep telefonunu) elime aldım, döktüm bilgileri önüme. Şehre gidince de öğrendiklerim, gördüklerimle de zaman içinde gelişen bir gezi planı ortaya kendiliğinden çıktı. Bana da bunları ölümsüzleştirmek ve bu güzel yere gidebileceklerle paylaşmak kaldı.

Havaalanından şehre

İşte yine başlıyoruz. Havaalanına indikten sonra ilk yapmak gereken şey tabii ki Çek Korunası almak çünkü arkadaşlar euro kullanmamaktalar. Bu işlemden sonra şehre gitmeye hazırız. Şehre gitmenin yine her zamanki gibi birden fazla yolu var. Birinci seçenek ekspres otobüs. Havaalanının hemen dışından kalkan ve 60 koruna tutan bu otobüsler şehirde beş durak geziyormuş sanırım. İkincisi 119 numaralı otobüs. Bu da aynı otobüs durağından kalkıyor. Durağın hemen yanındaki otomatlardan alınacak bir bilet yeterli olacak. Biletler 30 dakika, 60 dakika, günübirlik gibi seçeneklerde. Yarım saatlik bilet 24 koruna ve şehre gidene kadar iş görmekte. Bileti aldıktan sonra otobüs içindeki makinalarda okutmak gerekiyor. Yani 30 dakika bileti aldığınızda değil, bileti okuttuğunuzda başlıyor. Ancak bu otobüs sizi şehir içinde bırakmıyor. Son durağı Nádraží Veleslavín olan bu otobüsten inip, metroya binmek gerekiyor. Aldığınız bilet ise hala geçerli.

Neler görelim?

Tyn Katedrali
Kanımca yapılması gereken ilk şey eski şehri görmek. Staroměstská durağından inip eski şehrin meydanına kolaylıkla yürünebiliyor. Bu tarihi meydan 1992'den beri UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bu meydanda ilk dikkat çeken Tyn Katedrali olsa da kanımca en ilginç olan bina Astonomik Saat. Büyük bir turist grubunun her zaman başında beklediği bu saat, 1410'dan beri çalışmakta. Her saat başı yapının çevresindeki figürler ses çıkararak hareket etmekte. Bu figürlerin bazıları ırkçı bir gelenekten kalma. Mesela bunlardan biri Türkleri sembolize ediyor ve de ölümü sembolize eden iskelet ile beraber hareket ediyor. Bunun yanısıra para kesesini sallayan bir de Yahudi var.

Buradan Vltava nehrine doğru gidilebilir. Nehirde turistik ve eğlence amaçlı botlar dışında, deniz bisikleti gibi daha küçük botlar da kullanılmakta. Nehrin üstünden geçen bir çok köprüden en önemlisi ve eskisi Charles Köprüsü. Girişi ve çıkışında kuleler bulunan bu köprünün sağında ve solunda da farklı heykeller bulunmakta. Genellikle sanatçılar bu köprü üzerinde para kazanmaya çalışmaktalar. Bu köprüden Prag Kalesi'ne yürüyebilirsiniz. Girişte çantalarınız kontrol ediliyor. Kalenin içindeki en dikkat çeken yapı Aziz Vitus Katedrali. Katedralin dış yapısı bol altın içerdiği için duvarlar parıl parıl parıldamakta. Etraftaki binalar ise eskiden saray olarak kullanılıyormuş. Ancak bildiğimiz görkemli, cafcaflı saraylardan çok farklı bir saray bu. İşaretleri okumazsanız saray olduğunu anlayamayacağınız kadar sade binalar bunlar.
İskeletin yanındaki "Türk"

Turist gözlerinden kaçan bir başka şey Vysehrad bölgesi. Burası da biraz önce bahsettiğim kale ile aynı mantıkta. Ancakburası klasik kaleye göre daha yeşil ama - nedendir bilinmez - daha az turist çekmekte. Buraya giderken Dans Eden Binalar adlı modern mimarinin ilginç örneklerinden birini görebilirsiniz.

Bunun dışında şehir içinde bir çok sinagog var. Prag, uzun bir süre için Yahudiler için çok önemli bir yer olmuş. Şehirdeki bütün Yahudi binalarını gezmenizi sağlayan bir bilet de varmış. Bunun yanında abuk sabuk onlarca müze var. Çakma bir balmumu müzesinden, yine çakma bir Steve Jobs ve Apple müzesine kadar farklı tarzda müzeler gördüm. Tabii ki bu müzelerin en önemlisi Franz Kafka Müzesi. Vakit sıkıntısından dolayı burayı göremesem de kendisinin şehirde bulunan iki heykelinden birini ziyaret ederek görevimi yerine getirmiş oldum.

Yemek - içme

Çok iyi
Eski şehir meydanında da göreceğiniz gibi Praglılar ete çok düşkün. Bu etlerin çoğu da domuz eti. Bizim kuzu çevirme tadında, ocak ateşinde domuz parçaları çevirip, bunları ekmek ile satıyorlar. Şehrin yerel yemeklerinden biri de domuz dizi. Yani etin hiçbir parçasını ziyan etmiyorlar. Bunun yanında Macarlar'dan kendilerine ulaşmış bir gulaş kültürü de var. Bunun dışında İtalyan ve Fransız restoranlarını da şehir içinde bulmak pek zor değil. Tatlı olarak şehrin değişik meydanlarında Trdelnik adlı tatlıyı görebilisiniz. Şekerli ekmek olarak tanımayabileceğimiz bu tatlının tanesi her yerde 60 korunaya satılıyor.
Bira gerçekten de sudan ucuz. Prag denince akla Budweiser Budvar gelse de bir restoranda bile kendilerine denk gelmedim. Staropromen ve Pilsner Urquell en çok denk geldiğim bira markaları oldu. İki biranın da koyu versiyonları var ve genellikle bu versiyonları tercih ettim. Pişman değilim. Bunun dışında Becherovka likörü Prag'ın en önemli içkilerinden biri. Yemek sonrasında içilen bu shot, öksürük şurubu tadında ve tarçınlı. Benim hoşuma gitti ama herkesin hoşuna gitmez. Son olarak Absinthe Prag'ın dikkat çeken içeceklerinden sonuncusu (ki aslında Prag'da değil İsviçre'de keşfedilmiş bir içkiymiş Absinthe). Duty Free'de farklı farklı bulunabilen absinthe'lerin bir modelinin içinde kocaman bir çekirge var. Almayı çok istedim ama onu alırsam evden kovulacağımı bildiğim için maalesef kendisine dokunamadım bile.

Prag'da dikkatimi çeken - ve çok da hoşnut olmadığım - bir şey hesaplara bahşişin dahil olmaması ama bahşiş ödemenin gerekliliğinin garsonlar tarafından ısrarla belirtilmesiydi. ABD'de de bu işin böyle olduğu söyleniyor ama ben şu ana kadar gezdiğim hiçbir ülkede böyle bir şey görmedim. Ayrıca hesabın masadaki kişiler tarafından ayrı ayrı ödenme isteği de sanki pek hoş karşılanmıyor gibi geldi bana.

Notlar

  • Prag'daki şoförler de bizimkiler gibi deli araba kullanıyor. Otobüslerde sağdan sola savrulmak çok doğal. Sıkı tutunun beyler bayanlar.
  • Garsonlar çatır çatır İngilizce ve Almanca konuşuyor. O kadar ki sipariş almaya geldiklerinde bile sizin Çek olabileceğinize ihtimal vermeyerek muhabbete İngilizce başlıyorlar. Bunun da nedeni Prag'da gerçekten çok turist olması. İnanılmaz.
  • Segway turları çok yaygın ama biraz pahalı. Öte yandan TripAdvsiyor yorumlarında bu kadar beğenilen başka bir tur hayatım boyunca görmemiştim. Neredeyse herkes Prag'ı Segway ile gezmekten memnun. Ah biraz daha vaktim olsaydı.
  • Doğu Avrupa diyoruz ama Prag aslında Viyana'nın daha batısında. Tabii ki bu Doğu Avrupa lafının coğrafyayla da pek bir ilgisi yok. Hediyelik eşya dükkanlarında bu kadar çok Matruşka bulunduran bir Batı Avrupa ülkesi hayal etmek zor.
  • Prag, bana herhangi bir Avrupa başkentinden daha ucuz gelmedi (bira dışında).
  • Ayrıca Franz Kafka'yı kınıyorum çünkü Prag herhangi bir şekilde depresiflik yaratacak bir şehir gibi de gelmedi (kışın nasıl olur, onu bilemem tabii).
  • Sonuç olarak, memnun kaldım beyler bayanlar. Üç günlüğüne gidin, rahat rahat gezin. Olmadı, sabahları erken kalkarsanız iki günde de şehri kolaylıkla bitirirsiniz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.