Kısa Türkiye Tarihi III - Cemal Süreya

by 22:57:00
Türkiye'nin adı,
Soyadı yasasından beri
Atatürk adından
Soyutlanamadı:

1930'lu yıllarda
Etitürkiye;

1940'lı yıllarda
Atetürkiye;

1950'li yllarda,
Ûditürkiye;

1960'lı yıllarda
Ötetürkiye;

1970'li yıllarda,
Atatürkiye;

1980'li yıllarda,
Adıtürkiye;

Mavi yolculuklar var bir de,
O yunani o güzel yolculuklarda,
Hemen her zaman:
Adatürkiye.

Son bir kaç günün panoraması

by 22:32:00
Yaklaşık dört gündür grip başlangıcı teşhisiyle (hayatımda ilk kez Boğaziçi revirinde kontrol edildim, teşhis bilimsel yani) şu anda bu satırları yazdığım kanepede uzandım. Ameliyat sonrası vücut daha yeni toparlarken talihsizlik tabii. Eskiden hasta olmamla övünürdüm, şimdi ise bütün şubat ayı aralıksız ilaç kullandım.

Okul bitiyor ve sonrası hala büyük bir boşluk benim için. Olumlu bir gelişme olsa eminim ki kanepelere düşmezdim. (yok yok, yataklık bir durumda değilim) Perşembe öğlenden sonradan Pazar öğlenine kadar evde kardeşimleydim. Bir yandan hastalığa küfrederken, bir yandan da yalnızlık garip bir huzur vermekteydi. Gerçi biri bana bakmaya kalksa, iyice yatmaya alışır ve şımarırdım. Yine de tercihim annemin yanımda olmasıydı ama onu çağıracak kadar çocuk değiliz.

Hava çok soğuk. Bugün kütüphaneye gitmek için evden çıktığımın 10. saniyesinde pişman oldum ama iş işten geçmişti. Ama yapmam gereken işler var, bir şekilde enerjik olmam lazım. Nasıl olacak bilemiyorum. Üniversitenin dersleri, master başvurusu, olası bir iş başvurusu derken aklımda ciddi ciddi askere gitmek de var. Beyin yorgun, vücut dirençsiz kalıyor.

Halet-i ruhiyeme ve sağlık durumuma bir bakış attıktan sonra Necmettin Erbakan hakkında kısa bir şey söyleyeyim. Çocukken uzun süre saat 9'da ışıkları kapatıp açma eylemine katılmamız çok önemli bir imge aklımda. Büyük bir katılım vardı çevremizde. O dönemlerde televizyonda Erbakan ve tayfasının "mum söndü oynuyorlar" ve "gulu gulu dansı" demeçleri aklımda. Böylece saygılı ve etkili bir eyleme yaptığı bu yorumlar ve Kaddafi'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne saldıran konuşmasını gülümseyerek dinlemesi ile hatırlayacağım.

Retrospective

by 00:56:00
Öz Murat 79 adlı bir apartmanda oturuyordum çocukluğumun uzun bir döneminde. Balkondan baktığında önünden Edirne'nin en işlek minibüs hattının geçtiği bir yol ve ilerisinde Cumartesi Pazarı vardı. Ben küçükken Cumartesi günleri her yer insan ile dolardı. Hayatımdaki ilk yabancıları orada görmüştüm. Türkçe'yi zar zor bilen Rumenler-Bulgarlar ıvır zıvır satarlardı.

Sonra kamyonet ile geçip bağıra bağıra kutu kutu gofret, bisküvi satanlar vardı. Ne zaman çıkacağı asla belli olmazdı. Uzaktan sesi duyulduğu anda annem parayı tutuşturur elime gönderirdi. Bakkalda da benzerleri vardı elbet ama hazır gofretçi gelmişken gofret almamak olmazdı. Her ne hikmetse onların ki daha tatlı gelirdi.

Bisiklete binmeyi de orada öğrendim ben. Evin bahçesi anlamına gelen beton boşlukta. Ben babam benim bisikletimi tutuyor zannederken, çoktan kendi dengemi bulmuştum. Çok futbol oynardık orada. Kaleci reflekslerine sahip olduğumu liseden önce burada keşfetmiştim. Basketbola karşı yeteneksiz olduğumu da orada. Tek kız vardı apartmanda. Önce oyunlarımıza o da dahil olurdu, büyüdükçe kız-erkek farkını anladık, koptu bizde. Bir gün son bir kez futbol oynamaya geldi, benimle aynı takımda oynadı gitti. Bakıyorum da bir çok farklı duyguyu o beton zeminde tatmıştım.

Apartman şimdiki gibi ayrı ayrı dairelerden oluşmaz, toptan bir canlı gibiydi. Annemlerle kavga edip onlarla çarşıya çıkmadığım bir gün, Egemen Abi'lerde kalmıştım. İlk game boy'u orada görmüştüm. Belki de akrabalarım dışında ilk yemeği onlarda yemiştim. İlk ranzayı da orada gördüğüme yemin edebilirim. Sadece daireler olarak değil, aşağıdaki dükkanlarla da beraber bir bütündük. Emlakçı bilgisayar oynatır, temizlik malzemeleri satan adam bize su verirdi.

Başka bir mahalleye yürümek bile başka bir dünyaya yolculuk gibiydi. Bir kaç apartman ötede oynanan maçlar çoğunlukla kavgayla biterdi. Mahalle takımımız da kuvvetliydi ha. Düzenli antrenman yapmaya karar verip iki gün sonra herkes kendi yoluna gitmişti. Mahalle takımlarının maç kzandıklar 3. lige oradan 2. lige, en son da 1. lige yükseleceğine inanıyorduk. O zamanlar ne ligimizin adı Süper Lig'di ne de sponsorlar vardı.

Peki niye yazdım bunları? İki nedeni var. Birincisi, bazen gerçekten çok özlüyorum o günleri. Yarınım ne kadar belirsiz ise, sabit olan çocukluğumla kendimi garantiye almak istiyorum herhalde. İstanbul'daki arkadaşlarım Power Rangers'tan sonra yayınlanan hayaletli filmi bilirler mesela, ben hatırlamam. Bunun nedenini hep düşünmüşümdür. Şimdi buldum. Çünkü onlar Power Rangers'tan sonra TV izlemeye devam ederken, benim Power Rangers olabileceğim bir bahçem vardı dışarıda. Ya betondu ya da tozluydu ama kendim olabileceğim bir yer vardı.

İkinci yazma nedenim ise unutmamak. O günleri bazen unuttuğumu farkediyorum. Aklımdan isimler siliniyor, yerler siliniyor ve ben bugünkü beni oluşturan o anıları unutmak istemiyorum. Şu an anaokuluna ilk gittiğim an bile gözümün önünde, ya da ilk kez motorsiklete binişim, ya da ilk kez bir trafik kazası görüşüm, dizimdeki yaranın oluştuğu o anı ve hastaneye gidişimi.

Bu tatilde o sokaklardan tekrar yürüdüm ve küçükken beş-altı tane ayrı dünyaymış gibi gelen caddeler 15 dakikalık yürüme mesafeymiş. Ancak kardeşim mutlu olsun diye sabahın köründe plastik futbol oyunu aldığım kırtasiye, annem sigara almam için beni gönderince 18 yaşından küçüğüm bana vermezler diye ağlayarak gitiğim bakkal, ilk kez kocaman kuzu etleri görüp, kıyma makinasına hayranlıkla baktığım kasap orada. Sadece eski dairenin altına Fenerbahçeliler derneği açılmış ona moralim bozuldu. pf pf pf.

Güle Güle Kaptan

by 00:21:00
En kötü ayrılık Sevgililer Günü'ndeki ayrılık olsa gerek. İki kişi anlaşarak ayrılır bazen, bu daha kabul edilebilir bir durumdur. Terkedildiğinde daha fena her şey.

İnsan kendi takımını çok da bilinçli seçmez. Genellikle baban hangi takımlıysa o olursun, en kötü dayın, amcan ya da en iyi arkadaşın etkiler seni. Sonra takımının bir özelliğini seversin. Galatasaraylılar genellikle Avrupa başarılarıyla dolu tarihine bağlanır. Fenerbahçelilerin bazıları Galatasaray'ı her fırsatta yenme özelliklerine bağlanır, bazıları her branşta başarılı olmalarına. Ben Beşiktaş'ın kültürüne aşıktım. (Beşiktaşlılık duruşu en güzel tanımdı aslında, ta ki Yıldırım Demirören bu sözü bir dalga geçme malzemesine dönüştürene dek.)

Memlekette her şey çok hızlı değişiyor. Beşiktaş da değişti. Çok güzel bir dönemde Beşiktaş'lı olmuşum. Ertuğrul Sağlam'ın efendiliğini hep kendime örnek alıp, futbol-basketbol maçlarında 6 no.lu formayı almak için uğraşırdım. Beşiktaş tarihinde efsane olmaya ilerleyen Sergen'i, Alpay'ı kolayca silebildi. Onlar daha çok para isterken, Beşiktaş verebileceğini verebiliyordu ancak.

İşte o günlerin son temsilcilerinden biri gibiydi İbrahim Üzülmez. Futbolu hakkında çok şey söylenir. Ancak çabasına laf söyleyenin dili kesilmeli. Üzülmez, her zaman espirili, kendiyle dalga geçmeyi bilen ama kendini her fırsatta geliştirmeye çalışan biriydi. Ramiz Karaeski'nin gençliğine benzetirdim onu, alem yamuk yapsa da o delikanlı kalacaktı.

Dediğim gibi hem yönetim hem taraftar profili değişmişti. Ricardo Quaresma getirildi mesela bu takıma. Kendisi tabii ki çok büyük bir transfer, bir dünya yıldızı. Ancak sokakta, internette, ilkokullu-liseli çocuklar, herkes Q7 nickini almış, fotoğraf paylaşıyor. Haxball'un yarısından fazlası Q7, Guti Haz., Simao. Maça gidiyorsun, herkesin forması 7 numara. Evet yıldız gelir takıma, herkes adını yazdırır. Peki Q7, Beşiktaş Avrupa'ya gidemeyince de takım da olacak mı gelecek sene? Yoksa Şampiyonlar Ligi'ne giden bir İtalyan takımına mı gidecek? Gitmeyeceğinden ne kadar emin olabiliriz?

Bu yüzden benim formamda Ernst yazıyor. O adam bu takıma 2 yıldır emek veriyor. İbrahim Üzülmez takım kaptanı. Ancak kaç kişinin forması İbrahim Üzülmez?

İbrahim Üzülmez de hata yapar. Takım arkadaşına yumruk atması büyük bir terbiyesizliktir. Ben sözleşmesini feshetmezdim ancak bu eylemi bile anlarım. Ancak websitesinde kuru bir "sözleşmesi feshedilmiş" yazısıyla gönderemezsin bu adamı. Bu adam 2000'lerin tamamında Beşiktaş formasını terletti. 2003 Konfederasyon Kupası'nda kadroda bizi temsil etti. Yönetimin harcadığı onlarca hocanın seçimi oldu. Geçen sene yerine alınan 18 yaşındaki çocuğa forma yüzü göstertmedi. Her sene tüm kupalar dahil 30 maçın altına inmedi. Beşiktaş tarihinde en çok forma giyen futbolculardan biri. Kaptan ulan bu. O ünlü 100. yıl formasında bu kadrodan kimsenin adı yokken onun var.

Üzülmez'e en büyük kırgınlığım, 45 dakikalık son Ankaragücü maçındaki kötü performansı ile Beşiktaş'a veda etmesi oldu. Onun dışında her şey için minnettarım. Sanki Türkiye'de herkes muhteşem orta yapıyormuş gibi hep eleştirildi. Tipi tam bir Anadolu delikanlısı olmasaydı kimse takılmazdı kendisine. Bence uzun saçın yakıştığı tek Anadoluludur kendisi. Bu adam diğer takımlardaki insanlar gibi hocasının altındaki sandalyeyi tekmelemedi, takıma gelen yabancılara cephe almadı. Kaptanlık yaptı ve saygısızlık yapana (ki karıştığı iki olayda da bu kişi aynı kişidir.) tokatını yapıştırdı.

Üzülmez giderken, sevdiğim Beşiktaş'ın da gittiğini hissediyorum, üzülüyorum. Herhalde -Allah korusun - Süleyman Seba'yı da kaybettiğimiz gün Beşiktaş formasını rafa kaldıracağım.
Blogger tarafından desteklenmektedir.