Referandumda oy pusulaları

by 00:25:00
Dün, 2017 Anayasa Değişikliği referandumu için oyumu kullandım. Oy sandığına kadar şeyi çok düzgün ayarlamışlar. Güvenlik, görevliler vesaire hepsi oldukça kibardı. Ancak oy verdiğim masada kimliğini aldıktan sonra imza atmadan bir giden adamın yarattığı karmaşa ile uğraşılıyordu. Öyle ki oyumu kullandıktan sonra imza atmaya gittiğimde, sandık görevlisi yanındaki arkadaşına bana oy pusulası verilebileceğini söyledi. Ben de benim oy attığımı gören adam da bir an "lan n'oluyor?" bakışı attık. Neyse, böyle küçük şeyler olabilir diyeyim geçeyim.

Ama kafama takılan bir başka bir şey var. Damgamı aldım, pusulamı aldım. Oy verme kabininde bir daha önüme baktım. Önümdeki kağıtta "Evet" / "Hayır" yazıyor. Sade, basit. Biraz düşününce ise saçma.

2017 Referandumu oy pusulası
Son yıllarda demokratik sistemlerde yapılan seçimlerin en büyük problemi halkın neyi oyladıklarını bilmeden ya da bu konular hakkında yanlış bilgilere dayalı kritik kararlar vermesi. Bunun en bilindik örneği Brexit öncesi ayrılıkçı takımın "AB'ye vereceğimiz parayı sağlık sistemine vereceğiz" yalanı. AB'ye hibe ettikleri bütçeyi (AB'den aldıkları parayı ise hesaba katmaksızın) kocaman bir halk otobüsüne yazıp bunu nispeten fakir bölgelerde gezdiren ayrılıkçılar bunun sayesinde bir çok kişinin desteğini almış, referandumdan sonra ise iddialarını gerçekleştiremeyeceklerini televizyonda kabul etmek zorunda kalmıştı.

Türkiye'de zaten araştırmaya ilgi olmadığı için ve araştırılmış bilgiyi halka tarafsızca sunacak bir ana akım medya olmadığı için işler daha karışmış durumda. Son zamanlarda bolca yayınlanan referendum anketlerinin diğer sorularına da bir bakın. Halk, halen referendumun tam olarak ne getireceğini bilmiyor. "Evet" oyu vereceklerin büyük kısmı "Erdoğan'ın bir bildiği vardır", "hayır" diyenin de ciddi bir bölümü "Aman Erdoğan bir şey getirmiş, karşı çıkalım" düşüncesinde. Oy verilecek maddeleri birden fazla gözden geçirmeyen bu insanlar, kafalarına sadece bir kelime kodluyorlar: "evet" ya da "hayır". Oy kullanırken bile ne için oy kullandıklarını bir kez daha okumuyorlar. AKP, "köprü yaptık, tünel yaptık" diye gazı vererek anayasa ile ilgili hiçbir şeyi öne çıkarmadan seçmeninin aklına "evet"i yapıştırıyor. Yetkililer de bunun gerekli olmadığını düşünmüş. Oy pusulasını olabilecek en sade şekilde yapmış. Seçmene diyor ki "sen kafanı yorma kardeşim, bas geç".

Halbuki referandumları araştıran insanlar oy pusulasında yer alan soruyu oldukça önemser. Siyasetçiler de bu soruyu sade ama herkes tarafından anlaşılabilecek bir formata sokmak için çaba sarfederler. Mesela Brexit'teki oy pusulasına göz atalım. Bütün kampanya boyunca, bizdeki gibi "Leave" (Ayrıl) ve "Remain" (Kal) kelimeleri kullanılsa da pusulada kolaya kaçmayıp açık açık seçenekleri yazmışlar: Avrupa Birliği'nin bir üyesi olarak kal ya da Avrupa Birliği'nden ayrıl. Sen "Kal" ve "Ayrıl" kelimelerini bir kampanyada o kadar fazla tek başına kullanırsan, nereden ayrılacağın ya da nerede kalacağın geri plana düşer. Bu bilinçsizliği son anda kırmak için de referendumun sonuçları açık açık yazılmış. Bunun yanında referendumun konu başlığı kalın harflerle yazılmış. Soruda da seçenekler tekrardan uzun ve açık bir şekilde yazılmış.

Brexit oy pusulası
Doğrudan demokrasinin merkezi İsviçre'de ise referendum olayı biraz daha farklı. İsviçre'de genellikle yılda bir kaç kere birkaç soru aynı anda seçmene soruluyor. Seçmen istediğine cevap verip istediğine vermiyor. Mesela Şubat ayında yapılan referendumda üç soru sorulmuştu. En çok tartışılan ilk soru şöyle sorulmuş: "30 Eylül 2016 tarihli üçüncü jenerasyon yabancıların vatandaşlık işlemlerinin kolaylaştırılması ile ilgili federal yasayı kabul ediyor musunuz?". İnsanlar da bu sorunun yanındaki boşluğa "Evet" ya da "Hayır "yazarak soruya cevap vermekte. Referendumdan önce ise insanların evine her iki tarafın da düşüncelerini anlatan materyaller yolluyorlar. İnsanlar da bunları okuyup kararlarını buna göre veriyorlar.

İsviçre referendum oy pusulası (Cevaplar maalesef SVP'ye göre, ilk soruya JA diyelim lütfen)
Son dönem referendumlarına bakınca Yunanistan'da ilginç bir şey göze çarpıyor. "Evet" ve "Hayır" cevaplarının verildiği referendumlarda genellikle "Evet" hep önde yazılır. Bazıları bunun insanları etkilediğini iddia edebilir. Belki de bu nedenle İsviçre'de seçmen kendi yazmakta. Yunanistan'da 2015 yapılan (ama bağlayıcılığı olmayan) referandumda ise Çipras'ın savunduğu "Hayır", "Evet"in üstüne yazılmıştı. Referendumun bir diğer daripliği de referandum sorusunun iki Avrupa Birliği dökümanına gönderme yapması ama bu dökümanların ancak üst düzey ekonomistlerin anlayabileceği zorlukta teknik metinler olmasıydı.

BBC'ye göre tarihte daha problemli referendum oy pusulaları olmuş (Bazıları hakkında kısa bilgiler için: http://www.bbc.com/news/world-europe-33311422). Mesela 1978 tarihli Şili referendumu bu örneklerin en trajikomiklerinden. Soru şöyle sorulmuş: "Ülkemiz hükümetine yönelik uluslararası saldırıları göz önüne alarak, Başkan Pinochet'ye Şili'nin onurunu koruma çabasında destek veriyorum ve ülkenin kurumlaştırılma sürecinin hakim gücü olarak Cumhuriyet Hükümetinin meşrutiyetini tekrardan onaylıyorum." Referandum konusunun oldukça soyut bir destek olması bir kenara, "dış mihraklar" göndermesi ile zenginleşen bu soruya "hayır" yanıtı vermek oldukça zorlaşıyor. Pinochet bununla da yetinmemiş, "evet"in üstüne bir Şili bayrağı yerleştirirken, "hayır"ı daha aşağıya koyup üstüne siyah bir kutu koymuş. Bizimkilerin Şili'den öğrenecek çok şeyleri var belli ki. Yine de her şeye rağmen Şili, halkına bir soru sorabilmiş ve de Şili'nin %21.4'ü "hayır" diyecek cesaretini bulabilmiş. Bizim 1982 referendumunda nasıl bir sonuç çıktığını hepimiz biliyoruz.

Tarafsız Şili referendumu
Yani en iyisinden en kötüsüne kadar bütün referendumda halka neyi oylayacağı en son anda bir kez daha hatırlatılıyor. Türkiye dışında. Bizde ise kafalara, hiçbir şey üstünde düşünülmeden, "evet" ya da "hayır" yerleştiriliyor. Oy anında bile düşünüyorsun: "ben evetçi miydim hayırcı mıydım?". Anayasadır, 18 maddedir, partili cumhurbaşkanlığıdır, her şey küçük bir detay oluyor.

"Ama bizde okuma-yazma bilmeyenler var" savunmasını ciddiye almıyorum. Yazılı bir metnin değişikliğini okuma-yazma bilemeyen birinin oylamasının garipliği ayrı bir konu başlığı. "Ama herkes iyi göremiyor, kim okuyacak o kadar yazıyı?" diyenler için ise oy pusulaları daha büyük olabilir cevabını verebilirim. Yerel seçimlerde çarşaf çarşaf oy pusulaları ile boğuşmayı çoktan öğrendik.

Aslında tüm seçmenler iki taraftan birini öcü olarak görmese, partizanlıklarını bir kenara bıraksa, medyada iki tarafın açıklamalarını dinleyebilse, daha da önemlisi demokrasinin temelini sarsacak konular yerine demokrasiyi nasıl daha iyiye götürebileceğimiz oylanabilecek olsa o kadar da fazla takmam bu konuya ama her şeyi "evet" ya da "hayır"a indirmekte daha büyük ölçekli bir sıkıntı var.

Lihtenştayn'da ne var ne yok?

by 22:47:00
Bilgisayarım neredeyse iki aydır bozuk olduğu için blog yazamıyorum, ara sıra yazasım da geliyor ama iş bilgisayarını eve getirdiğim bir gün, uygun bir vakitte yazmam gerekliliği falandı filandı derken hiçbir şey yapamıyorum ama bugün en sonunda bloga elim gidebildi. Dedim "Ne yazayım?", önce siyasete gitti elim, sonra hayata dair iki kelam falan filan derken, beni en çok mutlu eden şeylerden biri olan "gezi" teması baskın geldi.

Birkaç kez daha değinmiştim buna daha önce ama yine altını çizeyim: mikro-ülkeleri çok seviyorum. Küçücük bir toprak içinde kendini yönetmeye çalışabilen bu ülkelerde başka yerde göremeyeceğiniz çok enterasan şeyler olabiliyor. Mesela Vatikan'a gittiğimde, din ile ilgili şeylere dikkat ettiğim kadar bakanlıklarının nerede olduklarına göz atmaya çalıştım ya da Vatikan Post'un nasıl çalıştığını anlamaya uğraştım. Monaco'da her yılın bir dönemi arabaların park yerlerinden kaldırılmak zorunda olduğunu çünkü normal yolların Formula 1 pistine çevrildiğini öğrendim. Geçen haftasonu da  bana en yakın mikro-ülke olan Lihtenştayn'a ikinci kez gittim. Bu iki gidiş gelişten kafamda biriktirdiklerimi şöyle bir toplayayım istiyorum.

En fazla bu kadar kalabalık olabiliyorlar


Lihtenştayn'a neden gideyim, ne göreyim?

Doğruyu söylemekte yarar var: Lihtenştayn'a normal bir insanın gitmesinin tek nedeni "Lihtenştayn'ı gördüm" demek içindir. Yani gerçekten de görülebilecek pek bir şey yok ülkede. Ülkede havaalanı olmadığı için buraya İsviçre ya da Avusturya üzerinden girmek lazım. İsviçre'den girdiğinizde karşınıza Balzers şehri çıkıyor. Burada 12. yüzyıldan kalma Gutenberg Şatosu var. Ülkede kanımca görülebilecek en önemli şey de bu şato. Üzüm bağlarının yanında uzun ama güzel bir patika ile çıkılan şatonun girişinde para ödenmiyor. Pek de bir kalabalık yok. Şatonun içinin yıllar içinde pek fazla değişmediğini düşünüyorum. Abartıyor olabilir ama şatonun içinde benim aklıma gelen ilk his "Game of Thrones"a çok yakışacağı olmuştu. Ayrıca şatoda bölgedeki diğer şatolar hakkında ufak tefek bilgiler de bulunmakta. Yorulunca da oturup küçük Balzers şehrini izleyebilirsiniz.

Gutenberg yolu yokuştur
Balzers'den sonra iş yerlerinin bulunduğu Triesen'i geçip başkent Vaduz'a varıyoruz. Vaduz'da gerçekten çok kısa (ama güzel ve temiz) bir alışveriş caddesi var. Burada dikkat çeken şeyler küçük ve kompakt Meclis binası, birkaç pahalı dükkan, etrafa saçılmış sanat eserleri, Sergi Binası, müze. Bu kadar. Ben Vaduz'a iki gidişimde de Pazar olduğu için acayip sakindi. Yine de Cumartesi günleri de bu şehirde pek bir hayat olduğunu sanmıyorum.

Şehirde yürürken kafayı yukarı kaldırdığınızda Vaduz Şatosu'nu görebiliyoruz. Burası Gutenberg şatosunun aksine turistik gezilere açık değil çünkü kraliyet ailesi burada kalmakta. Eminim ki çok güzel bir manzarası vardır.

Lihtenştayn'a normal bir insanın gitmesinin tek nedenini açıkladım ama bir hobisi olan insanların gitmesini gerektiren bir başka neden daha var. Bu hobi de kış sporları. Ülke küçük olmasına rağmen oldukça dağlık. Bu nedenle kış sporlarına çok elverişli. Özellikle İsviçre'ye kıyasla fiyatların daha ucuz olması bu bölgeye talebi arttırıyor. Triesenberg'i geçtikten sonra karşınıza çıkan Steg ve Malbun bölgesi şehrin merkezinden çok daha kalabalık ve canlı. Bu bölgede bir çok otel, restoran ve turist var. İnsanlar farklı seviyelerdeki kayak pistlerinde normal kayak ya da snowboard yapıyorlar. Benim becerebildiğim kızak pisti de olmasına karşın tavsiye ettiğimi söyleyemem çünkü kızak pistinin başına çıkan bir teleferik olmadığı için o dik yokuşları kızakla yürümek gerekiyor. Kayak konusunda ise hoca eşliğinde çocuk pistinden öteye geçemesem de bu işi çok sevdiğimi belirtmem lazım. Bu işi az çok çözen insanlar için orta seviyede oldukça uzun pistler var. Siyah pist denilen en zor seviye pist ise gerçekten çok dik gözükse de küçük çocuklar bile çatır çatır kaymakta.

Kızak yolundan Malbun
Malbun'da dikkatimi çeken bir diğer şey ise et ürünleri oldu. İsviçre'de de bulunabilen "Malbuner" markasının bu bölgeden geldiği kafama çok geç dank etti. Otel restoranlarında daha pahalı seçenekleri denemek istemeyenler için Malbuner firmasının büfe/restoran karışımı mekanında oturmak iyi bir seçenek olabilir.

Hadi bana ilginç bilgi ver

Lihtenştayn'ı görmek ilginç olabilir ama bu ülke ile ilgili bazı bilgiler ülkeyi görmekten de ilginç:

Kadınlar genel seçimlerde oy verme hakkı 1984'te verilmiş. Bu inanılmaz bir şey. Bu konuda dört kez referendum yapmışlar. İlk referendumda erkeklerin %60 civarı kadınlara oy hakkı tanınmasına karşı gelmiş. İşin ilginci kadınların ise %50'sinden sadece biraz daha fazlası oy hakkına evet demiş. Sonuç olarak referendum başarısız olmuş. Öteki üç referendumda ise sadece erkekler oy vermiş. Bunların ilk ikisinde kadınlara oy hakkı verilmezken kadınlar sokaklarda "Siz ne biçim erkeksiniz?" tarzında protestolarda bulunmuşlar. Neyse ki en sonunda erkekler lütfetmişler de kadınlara oy hakkı vermişler (o da büyük bir farkla da değil yani)

Ülkede havaalanı olmadığını söylemiştim. Peki arabası olmayanlar bu ülkeye nasıl gelecek? İsviçre'de Sargans, Avusturya'da ise Feldkirch şehirlerine ulaştıktan sonra Liechtenstein Bus adlı (11 numara) otobüse binmek gerekiyor. Bu otobüs üç ülkeden geçip, Liechtenstein'ın kuzeyden güneye (ya da tam tersi) dolanıyor. Dağlara çıkmak içinse sadece ülke içinde hizmet veren başka otobüs hatları var.

Lihtenştayn'ın ordusu yok. Savaş ile pek işi olmayan bu ülkeye ordunun masrafları çok gelince 1800'lerde ordu dağıtılmış. En son Lihtenştayn askeri 90'lı yaşlarında 1930'larda hayatını hayatını kaybetmiş.

Ülke savaşa girmese de diplomatik sorunlar ile uğraşmış. Merak etmeyin, Türkiye'nin bu işle bir alakası yok. II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalan Lihtenştayn'a Çekoslovakya'dan bazı değerli eşyalar (sanırım illegal yollarla) korunma amaçla getirilmiş. Bu hazinelerin Lihtenştayn'a taşınması (ya da taşınma şekli) iki ülkenin arasını açmış ve daha sonra Çekya ve Slovakya diye ikiye ayrılan bu ülkelerde Lihtenştayn'ın arası ancak 2000'lerin başında resmi olarak düzeltilebilmiş.

Lihtenştayn'da sadece iki tane büyük parti var. Ayrıca ülkede çıkan sadece iki gazete var ve bu gazetelerin her biri bir partiye daha yakın bir yayın yapıyor. Monarşi'nin veto yetkisi yüksek, hatta yakın zamanlı bir referendumda bu yetki biraz daha arttırılmış. Yine de bizim partili cumhurbaşkanlığı garabetinden daha hakkaniyetli. Anlayacağınız kral ve ailesi halk tarafından büyük saygı görmekte. Yine de bu küçük ülkede monarşi karşıtı küçük bir parti var ama pek de başarılı değiller.

Lihtenştayn Futbol Milli Takımı kalecilerinden biri Türk (Cengiz Biçer). Kendisi halen Türkiye'de yedek kalecilik yapmakta.

Google Maps'e göre ülkeyi kuzeyden güneye 5 saatte yürüyerek geçebilirsin. Doğu - Batı arası harita üstünde çok daha kısa gözükse de Doğu bölgesi dağlık olduğu için o iş o kadar kolay değil.

Ülkenin ilk televizyon kanalı ancak 2008 yılında açılmış. O zamana kadar ülke İsviçre ya da Avusturya televizyonu seyrediyormuş. Televizyonun açılması ise beni ilgilendiren bir başka konuyu beraberinde getiriyor: Eurovision. Ancak Lihtenştayn'ın kanalı 1 FL TV, Avrupa Yayıncılar Birliği'ne finansal nedenlerden dolayı üye olmamış. Katılsa bile Eurovision'a birini göndermek zaten ayrı bir masraf. Bu nedenle istemelerine rağmen yakın zamanda Eurovision'a katılacak gibi gözükmüyorlar.

Bu yukarıda yazdıklarım Lihtenştayn'ın fakir bir ülke olduğunu düşündürmesin sakın. Kişi başı milli gelirde Lihtenştayn dünyada ikinci. Sunduğu düşük vergi oranları ve bankacılıkta ağzının sıkı olması nedeniyle yabancı yatırımcıyı kendilerine çekmeyi başarmışlar. Ancak küresel baskılar nedeniyle bu iki özelliğini de kısmen yitirdiler.
Blogger tarafından desteklenmektedir.