"Leyla ile Mecnun"un bende özel bir yeri var. Divan Edebiyatı eseri olandan bahsetmioyorum tabii ki, televizyon dizisi olan. Ben de çoğu insan gibi Behzat Ç. ile ortak bölümü ile haberdar olup, Almanya'ya geldikten sonra "Şu diziyi çok bölük pörçük izledim, şöyle baştan bir alayım" demem ile hayranı oldum.
Adamlar öyle bir dünya yaratmışlar ki sıcacık. Çocukluğum geliyor aklıma. Hani evden çıkınca iki adım atınca bakkal olur, sokaklardan pek araba geçmez. Etrafta büyük siteler yoktur, 4-5 katlı apartmanlardan uzununu bulamazsın. Ben İstanbul'a akraba ziyaretine gittiğimde 12. kat gibi katların varlığını öğrendiğimde çok ama çok şaşırmıştım. Halen Edirne'de beşin üstünü göremem mesela.
İnsan büyüdükçe, evlerin kat sayıları artıyor. Süpermarket sayıları artıyor. Yollar büyüyor. Dertler büyüyor. Dizideki adamların ise öyle büyük dertleri yok. Bazılarının derdi sevda, bazıları iş bulma peşinde. Ancak hepsi mutlu. O yüzden sıcacık. İçimi karartan şeyler izlemeyi istemiyorum pek. Sanat, gerçek yaşamdan kaçıştır derler. Gerçek yaşam zaten bu kadar trajedi barındıyorken içerisinde, bir buçuk saat bu düzenden ayrılmak istiyorum. Bu dizide kötü adamlar hep kaybediyor ne yapsalar da. Kötü adamlar zaten o kadar da kötü olmuyorlar. Masal bu ya.
Şimdi ikinci sezonu devam etse de ben birinci sezonunu bitirdim kısa süre önce. Aslında adında ötürü ana konu aşk gibi gelse de öyle değil. Zaten öyle olsa izlemedim. Dizide en sıkıldığım zamanlar da konu aşk olduğu zamanlar (ki bunda kızımızın biraz donuk oyunculuğu çok etkili) İnsanların dostlukları çok sıcak. Otur, izle sıkılmadan. Çok absürt bir dizi olduğu için herkes kaldıramıyor. Umrumda değil.
Bir de İsmail Abi var ki bu dizide. Hiç gelmeyecek bir gemiyi bekleyen, hep saf, hep komik, hani o klişe tabirle hep çocuk kalmış bir adam. Bu kadar güldüğüm dizide 20 bölümde iki kez ağladım, dayanamadım. İkisinde de İsmail Abi vardı sahnede. Ancak o hiç ağlamıyordu. Adam mutlulukla anlatıyor acılarını, biz burada parçalanıyoruz. Hayatı bu adam gibi hafife alamıyoruz. O kadar yalnızlık ancak öyle geçer. 20 bölümdür giydiği o parıltılı, pullu, renkli kıyafetleri neden giydiğini söylediğinde içime yumruyu oturtmuştu. Gemiyi neden beklediğini söylediğinde hayatımda belki de ilk kez olan bir şey oldu. Normal normal izlerken diziyi, bir anda gözyaşı düştü masaya. Ancak genelde önce ağlayacak gibi olursun, sonra tutmaya çalışırsın, sonra boşanır ya gözlerinden. Bu sefer tak diye, bir anda. Çok acayipti.
Benim trajedim de böyle muhteşem bir bölümden sonra mutfağa gidince, "hey, how are you?" denmesi. Zar zor "fine" dedim. Benim içinde Türkçe fırtınalar kopuyor, dışarıya İngilizce cevap vermem lazım. Bu yüzden hep diyorum ya yabancı bir sevgilim olamaz diye. Leyla ile Mecnun hangi dildeyse, benim hayatı paylaşacağım kişi o dilde olacak. Başka yolu yok.
Adamlar öyle bir dünya yaratmışlar ki sıcacık. Çocukluğum geliyor aklıma. Hani evden çıkınca iki adım atınca bakkal olur, sokaklardan pek araba geçmez. Etrafta büyük siteler yoktur, 4-5 katlı apartmanlardan uzununu bulamazsın. Ben İstanbul'a akraba ziyaretine gittiğimde 12. kat gibi katların varlığını öğrendiğimde çok ama çok şaşırmıştım. Halen Edirne'de beşin üstünü göremem mesela.
İnsan büyüdükçe, evlerin kat sayıları artıyor. Süpermarket sayıları artıyor. Yollar büyüyor. Dertler büyüyor. Dizideki adamların ise öyle büyük dertleri yok. Bazılarının derdi sevda, bazıları iş bulma peşinde. Ancak hepsi mutlu. O yüzden sıcacık. İçimi karartan şeyler izlemeyi istemiyorum pek. Sanat, gerçek yaşamdan kaçıştır derler. Gerçek yaşam zaten bu kadar trajedi barındıyorken içerisinde, bir buçuk saat bu düzenden ayrılmak istiyorum. Bu dizide kötü adamlar hep kaybediyor ne yapsalar da. Kötü adamlar zaten o kadar da kötü olmuyorlar. Masal bu ya.
Şimdi ikinci sezonu devam etse de ben birinci sezonunu bitirdim kısa süre önce. Aslında adında ötürü ana konu aşk gibi gelse de öyle değil. Zaten öyle olsa izlemedim. Dizide en sıkıldığım zamanlar da konu aşk olduğu zamanlar (ki bunda kızımızın biraz donuk oyunculuğu çok etkili) İnsanların dostlukları çok sıcak. Otur, izle sıkılmadan. Çok absürt bir dizi olduğu için herkes kaldıramıyor. Umrumda değil.
Bir de İsmail Abi var ki bu dizide. Hiç gelmeyecek bir gemiyi bekleyen, hep saf, hep komik, hani o klişe tabirle hep çocuk kalmış bir adam. Bu kadar güldüğüm dizide 20 bölümde iki kez ağladım, dayanamadım. İkisinde de İsmail Abi vardı sahnede. Ancak o hiç ağlamıyordu. Adam mutlulukla anlatıyor acılarını, biz burada parçalanıyoruz. Hayatı bu adam gibi hafife alamıyoruz. O kadar yalnızlık ancak öyle geçer. 20 bölümdür giydiği o parıltılı, pullu, renkli kıyafetleri neden giydiğini söylediğinde içime yumruyu oturtmuştu. Gemiyi neden beklediğini söylediğinde hayatımda belki de ilk kez olan bir şey oldu. Normal normal izlerken diziyi, bir anda gözyaşı düştü masaya. Ancak genelde önce ağlayacak gibi olursun, sonra tutmaya çalışırsın, sonra boşanır ya gözlerinden. Bu sefer tak diye, bir anda. Çok acayipti.
Benim trajedim de böyle muhteşem bir bölümden sonra mutfağa gidince, "hey, how are you?" denmesi. Zar zor "fine" dedim. Benim içinde Türkçe fırtınalar kopuyor, dışarıya İngilizce cevap vermem lazım. Bu yüzden hep diyorum ya yabancı bir sevgilim olamaz diye. Leyla ile Mecnun hangi dildeyse, benim hayatı paylaşacağım kişi o dilde olacak. Başka yolu yok.