Türk rock müziğinin üç silahşörleri: Barış Manço, Cem Karaca ve Erkin Koray. Hem çok benzerdiler, hem çok farklı. Üçü de uzun saçları, ilginç aksesuarları ile dikkat çekiyordu. Üçü de rock'n'roll'u Türkiye'ye sevdirmeyi doğu ve batıyı mükemmel bir şekilde sentezleyerek başardı. Üçünün de diyeceği ciddi şeyler var. Ancak üçü de çok farklı insanlardı. Birbirleriyle iletişimleri sınırlıydı. Biri sınırların dışına çıkmak için zorladı kendini. Gençlerin yanında çocuklara ve yaşlılara ulaştı. Plakçaların yanında televizyonda da varoldu. Türkiye'yi aştı dünyayı dolaştı. Ötekisi şarkılarıyla memleketi değiştirmek isterken memleketi ona yasaklandı. Çok konuştuğunda kızmışlardı, sustuğunda da "dönek" dediler. Kimseye yaranamadı. Bir diğeri ise kendi dünyasını ve felsefesini yarattı. Parasız kaldı, meyhanelerde orguyla çalmaya devam etti. Hep kendi bildiğini okudu.
Bu blog postu da bu üç silahşörü anlatıyor. Birincisi: bu çok uzun bir yazı. Olması gerektiği gibi. İkincisi: İlber Ortaylı'nın dediği gibi tarihi anlamak için senkronoloji yapmalısınız. Bu yazı üç ismin hayatını aynı zaman çizelgesinde anlatmakta. Üçüncüsü: burada yazdıklarımı hep bir yerlerden zamanında okudum ve aklımda kaldı. İlgilinizi çeken konuyu aratırsanız, daha çok bilgi elbet çıkar. Dördüncüsü: şarkı isimlerine tıklayıp, şarkıları dinlemeyi unutmayın!
Erkin ve Barış başlarken (1958-1966)
Erkin, 1941'li, Barış 1943'lü, Cem 1945'liydi. Hepsi de İstanbul'un en fiyakalı okullarında okumuştu (sırasıyla Alman Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Robert Koleji). Üçünün de ailesinde müziğe ilgi vardı. Klasik Türk musikisi ile büyürken üç silahşörümüz, üçü de aynı modaya kapıldı: sallan ve yuvarlan. Jerry Lee Lewis, Little Richard ve Chuck Berry gibi sanatçılar Amerika'yı rock'n'roll ile kavurmaya başlamıştı. Menderes'in Türkiye'si de "Küçük Amerika" olma yolunda hızlı adımlarla ilerlerken rock müzik ülke sınırlarına girdi.
Kimse yokken o vardı |
Manço'nun ilk yurtdışı yılları |
1966'da Erkin Koray, müzik dünyasına geri döndü. İki sene süren askerliğinin ardından Almanya'ya giden Erkin Koray, memlekete döndüğünde 4 şarkılık bir EP çıkararak İngilizce rock'n'roll'u Türkiye piyasasında sürdürmeye devam ediyordu. Ancak artık Türkçe sözlü rock müzik örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştı ve bu şarkılar halk tarafından daha da tutulmaktaydı. Erkin Koray bu dönem o zamana kadar ve daha sonra da Türk sanat müziği / arabesk tarzlarında eserler yapan Abdullah Nail Bayşu'dan iki şarkı alıp bunları plak yaptı: "Kızları da Alın Askere / Aşk Oyunu". Bu iki şarkı da Erkin Koray klasikleri arasına girdi ancak o dönem hemen sansasyon yaratmamıştı. Kim bilir, belki the Rolling Stones, the Beatles yorumlayan bu asi adamın bir anda "kurban olam size ey komutanlar" gibi daha önce söylediklerin çok farklı sözlere sahip şarkıları yorumlaması hayranlarına farklı gelmişti. Barış Manço da aynı dertten muzdaripti. Les Mistigris adlı grubu ile Fransızca şarkılar kaydetmeye devam ederken bir country şarkısı gibi ilerleyen "Seher Vakti" ya da tam bir pop şarkısı olan "Bizim Gibi" şarkılarını kaydederek Türkiye piyasasını boşlamak istemiyordu. "Bizim Gibi", dinleyici tarafından ancak 1980'lerin başında daha pop bir düzenleme ile "Kol Düğmeleri" adını alınca anlaşılacaktı. Erkin Koray ve Barış Manço'nun çabaları istedikleri sonuçları veremezken, bir başka silahşör daha ilk 45'liği ile 1967 yılını abilerinin çok daha önünde biterecekti.
...ve Cem Karaca sahneye çıkar (1966-1969)
Karaca ve Apaşlar |
Karaca'nın başarısı ilham kaynağı olmuş mudur bilinmez ama bir yıl sonra Erkin Koray da kendini Altın Mikrofon'da gösterdi. Altın Mikrofon'a verdiği kendi bestesi "Meçhul", Koray'ın daha sonra yayınlayacağı daha mistik ve psychedelic şarkıların belki de ilkiydi. Ayrıca bu 45'liğin arka yüzü "Çiçek Dağı", Koray'ın gitardaki ustalığının da kanıtıydı. 1967'de yayınlanan the Beatles albümü "Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band" ile iyice gün yüzüne çıkan bu psychedelic müzikten nasibini alan bir diğer isim de Barış Manço'ydu. Mazhar Alanson ve Fuat Güner'i barındıran Kaygısızlar ile çalışan Manço, bu dönem hem Fransa'da hem Türkiye'de varolmaya çalışırken, "Flower of Love" gibi şarkılarında psychedelic müziğe göz kırpıyordu ama bu dönemde yayınladığı 45'liklerde türkü yorumlarından da kopmamaya çalışıyordu.
"Dadaloğlu" ve "Dağlar Dağlar" (1970)
Anadolu kokan grup Kardaşlar |
"Dadaloğlu"nun piyasaya sürüldüğü dönemde bir başka şarkı daha listelere üst sıralardan giriş yapmıştı. Erkin Koray ile aynı dönemlerde başladığı müzik serüveninde Barış Manço bir türlü istediği noktaya gelememişti. Kendisi Avrupa'da Türkiye'yi temsil etmeye çabalayan ve daha çok magazinsel tarafı ile gazetelerde yer alan bir figürdü. "Ağlama Değmez Hayat" yorumu ile ufak bir başarı kazanan Manço, farklı ülkelerden müzisyenlerle oluşturduğu yeni grubu ile aynı başarıyı tekrarlayamıyordu. Bir gün Türkiye turnesinde camdan dışarı bakarken ilham geldi ve bir beste yaptı. Sonra da bu bestenin iki versiyonundan oluşan bir plak çıkardı. Halk, Manço'nun o zamanki grubu ile daha rock tarzda olan versiyonun yerine kabak kemane ile çalınan daha sade versiyonunu beğendi. Hem de ne beğenme. Şarkı yıllar boyunca dilden dile söylendi, çalındı. "Dağlar Dağlar", Barış Manço'yu üç silahşörlerden biri yapmış ve kariyerine nasıl devam etmesi gerektiğini göstermişti. Artık Barış Manço, gitarının sesini azıcık kısacak, sound'una daha fazla Türk müziği, sözlerine ise daha fazla halk deyişi yedirecekti.
Zor yıllar (1971-1973)
Manço ve Moğollar - Kısa sürmeseydi iyiydi |
Lennon'ın "Yoko Ono" tshirtü |
Daha sola, daha millete, daha sıra dışına (1973-1977)
Moğollar gibi bir gücü arkasına alan Cem Karaca, 1973 yılını başta "Obur Dünya" olmak üzere halk müziğine dayalı başarılı 45'liklerle tamamlamıştı. Ancak Karaca'nın Moğollar ile en etkili eseri "Namus Belası" 1974'te yayınlandı. Eser the Doors etkileşimli rock bir altyapıya sahipti ancak ana ezgisi yine de Anadolu'ya dayanıyordu. Karaca, bu eserinde ülkenin en acı sorunlarından biri olan "namus cinayetleri"ne değinmiş ve şarkıyı sevgilisine tecavüz edenleri öldüren bir gencin ağzından söylemişti. Karaca geçmişten gelen tiyatrodaki yeteneği de bu öyküyü dinleyicilere tamamen aktarabilmesini sağlamıştı. Şarkının içeriği yüzünden radyoda yasaklanması da popüleritesinin daha da artmasına sebep olmuştu. "Namus Belası", Karaca ve Moğollar'ı daha da ileriye taşıyabilecek bir altyapıyı hazırlamıştı ama Fransa'da grubun adını hafiften duyuran Cahit Berkay ve Engin Yörüköğlu Moğollar'ı bir kez daha yurtdışına götürmeye karar verince Cem Karaca yine bir grup kurma uğraşı içine girdi ve Karaca'nın en "sol" şarkılarını çalacak Dervişan böyle doğdu. Ancak solu Türk müziğinde daha yukarıya taşıyacak ekibin önce büyük bir sağlık problemi atlatması gerekti. Karaca ve Dervişan yıl sonuna doğru verdiği bir konser sonrası trafik kazası geçirdi ve Karaca bir süre yoğun bakımda kaldı. Bu kazanın etkileri, Karaca ve Dervişan'ın Türkiye'yi "uyandırma" gibi ulvi bir amaca ulaşmak için verdikleri emek ile birleşince Karaca ve grup arkadaşlarının sağlık problemleri daha sonraki yıllarda da nüksedecekti.
Cem Karaca, plaklarında sosyal sorunlara eğilimi ve politik görüşü ile öne çıkarken, askerden dönen Barış Manço, "Dağlar Dağlar"ı takip edecekler eserler için çabalıyordu. Ona yıllarca eşlik edecek orkestrası Kurtalan Ekspres'i kuran Manço, 1973 yılını iki 45'lik ile tamamlamıştı. "Lambaya Püf De!" yorumu ile Osman Pehlivan'a ait bir halk ezgisini yeniden dinleyiciye kazandıran Manço, plağın ikinci yüzü "Kalk Gidelim Küheylan"da biraz politik dozunu arttırdı. Manço, Doğulu Neslihan ve Batılı Aslıhan'ın peşinden gittikten sonra onlardan fayda gelmeyeceğini söyleyerek "kalk gidelim Küheylan, kendimize varalım haydi" diyerek sırtını tamamen kendi milliyetine dayamak istediğini belirtti. Manço'nun milliyetçilikle flörtü burada kalmadı. Aynı sene TRT'ye yeniçeri ve mehter kıyafetleriyle çıkıp o sene yayınladığı ve Dördüncü Murat'ın Bağdat seferini anlatan "Hey Koca Topçu (Genç Osman)"ı çaldı. 1974'te ise "Estergon Kalesi" şarkısı ile bu trendi devam ettirdi. Daha sonra bir Barış Manço klasiği olacak "Nazar Eyle" de bu yıl yayınlandı. Yine "yüce hakan", "bilge hatun", "kılıç kuşanmak" gibi eski Türk geleneklerinden beslenen bu şarkı Manço'nun ülkenin karışık döneminden kurtulması için yazdığı çözüm reçetesinin Türk milletinin kendini bilmesi ve geçmişine sarılması olduğunu apaçık gösteriyordu.
1974'e fırtına gibi giren bir başka isim ise Erkin Koray oldu. Ancak Koray, ne Karaca gibi sola kalan sosyal mesajlar vermek istiyordu, ne de Manço gibi hafif sağ kokan bir yöne ilerliyordu. Koray, her zamanki gibi kendi yolunda devam etti. Erkin Koray o sene yeni 45'liğinin kapağı için Alice Cooper ile dünyada yaygınlaşmaya başlamış ama Türkiye için çok yabancı olan yüz boyama tarzını kullandı. Koray'ın bu maskeli fotoğrafları büyük ilgi çekip, Koray'ın kendine has uçuk imajını daha da perçinledi. 45'liğin kendisi yayınlandığında ise artık konu Koray'ın makyajı değil, yazdığı şarkıydı. Bu şarkı "Feshupanallah", bir yandan dönemin sıkıntılı havasını "böyle gelmiş böyle gidecek korkarım valla, yok mu çaresi dostlar?" gibi sözlerle yansıtırken, eğlenceli müziği ile dinleyenlere göbek attırmayı başarıyordu. Şarkının dönemin en önemli filmi "Hababam Sınıfı"nda da kendine yer bulması ne kadar geniş bir kitleye ulaştığının da göstergesiydi. Ancak "Fesuphanallah" herkesi memnun etmemişti. Rock müzik ile pek alakası olmayan bu şarkı, sanatçının "rockçı" hayranları arasında bir soru işareti yaratırken, daha sonra bu şarkının bestesinin aslında Erkin Koray'a ait olmadığının ortaya çıkması ayrı bir tartışma konusu oldu. Koray, bu meselenin plak şirketinden kaynaklandığını söyledi, ki gerçekten de o dönemde birçok sanatçının plağında orijinal bestecilerin adına rastlamak zordu. Ancak daha sonra Koray'ın daha birçok şarkısının aslında adapte olduğu ortaya çıkınca Koray'ı bu konudan ötürü sıkça eleştiren bir kitle doğdu. O sene yayınlanan "Şaşkın" da daha sonra aynı eleştirilerin odağı oldu. 1975'te çıkan "Estarabim" ise bir başka Koray hit'i haline gelirken, kimse şarkıya adını veren kelimenin tam olarak ne anlama geldiğini bilemedi. "Feshuphanallah" plağının arkasında yazan "Doğa birimleri içinde her şeye "olabilir" diyebilecek bir görüş açısına vardıysan bir daire oluşturmuşsun demektir. Artık özel zevklerine ve mantığına dayanan görüşlerini açıklamak üzere dairenin herhangi bir noktasından güvenle yola çıkabilirsin." sözü ile esrarengiz kişiliğini göz önüne seriyordu.
Aynı sene Manço ve Karaca kariyerlerinin en önemli eserlerinden bazılarına imza atmışlardı. Barış Manço, 1975'te ilk uzunçaları "2023"'ü çıkardı. Bu albüm Barış Manço'nun bir süredir sürdürdüğü halk deyişlerine dayalı Anadolu kokan eserlerinin progresif rock öğeleri ile sentezlendiği çok farklı ve etkileyici bir eserdi. Albümün bir kısmı "Baykoca Destanı" üst başlığında toplanan birkaç şarkıdan oluşmaktaydı. "Gülme Ha Gülme / Durma Ha Durma", "Dağlar Dağlar"ın yeni bir versiyonu görünümündeyken, "Vur Ha Vur" da Manço'nun milliyetçi/sağ dinleyicisine daha çok hitap etmekteydi. "Kayaların Oğlu / 2023" ise Türkiye'nin 100. yılını anlatan füturistik bir eser olup, bu şarkının ilerleyen albümlerde devam şarkıları da yayınlanacaktı. Albümden birkaç şarkı Manço'nun başrolünde oynadığı ilk ve tek film "Baba Bizi Eversene"de yer aldı. Bu film yıllar boyunca televizyonlarda yer alarak Manço'nun popüleritesini perçinledi.
Cem Karaca, sol söylemini bu sene zirveye taşımıştı. Önce "Tamirci Çırağı" yayınlandı. Daha 45'liğin kapağı dönemin diğer eserlerinden ne kadar farklı olduğunu gösteriyordu. 45'liğin kapağında gerçek bir tamircinin resmi bulunmaktaydı. Şarkı ise zengin bir kıza platonik aşık olan tamirci çırağını anlatıyordu. Olmayacak bir aşk, şarkıya tamirci ustasının dahil olmasıyla tamamen boyut değiştirmekteydi. Çünkü usta "unut romanları, işçisin sen işçi kal, giy tulumları" diyerek çırağına kendi sınıfına sarılmasını ve işini daha iyi yapmaya odaklanmasını söylüyordu. Bu sol söylem plağın içindeki "bu yapıtı tüm ulus emekçilerine adıyoruz" sözü ile perçinlenmişti. Karaca'nın politik yüzü "Mutlaka Yavrum / Kavga" 45'liği ile devam etti. Mutlaka Yavrum, "daha mutlu bir Türkiye" amacını anlatan, "kulun kula kul olmadığı bir yarın" kuramadığı için üzgün bir babanın çocuklarına verdiği öğütlerden oluşmaktaydı. Bu öğütler Manço'nun şarkılarında bahsedilenlerden çok farklıydı. Çünkü Karaca, "insanlığı", "kitabı", "bilimi" ve "aklı" anahtar olarak öne sürüyordu. Aslında bu şarkı o yıl Karaca'nın İzmir Fuar'ında tanıştığı Filistinliler ile yaptığı fikir alışverişi sonucu yazmaya karar verdiği Filistin temalı bir şarkı olsa da sözleri daha sonra değiştirilmişti. Plağın ikinci yüzü "Kavga" bir Karadeniz öyküsü anlatsa da şarkının sonundaki birlik ve eşitlik mesajları "Mutlaka Yavrum"u destekliyordu. Yeşilçam'a, o dönemin "boşver"i öğütleyen şarkılarına ve hatta "başbuğun buyrukları"na giydiren tiyatral "Beni Siz Delirttiniz" ve "adam gibi alsa herkes payını hepimize yeter bu toprak, yorulmaz" gibi sözleri ile sıkıntılı Anadolu'yu anlatan "Niyazi" ile Karaca, 1975'i kapattı. Yapmak istediklerini 45'likte dedikleriyle de çok güzel özetlemişti: "Bu iki parça ile ... sanatı sanat için değil, toplum için yaptığımızı bir kez daha vurgulamış oluyoruz. Zaten kasten geri bıraktırılmış ülkenin insanlarını sanat sanat içindir diyerek güllü, bülbüllü aşk ve özlem şarkılarıyla afyon içirmişcesine uyutan ve bu yaptığına sanat diyenleri bu toprakların insanları bağışlamayacaktır ... Dileriz ki kuşkusuz daha aydınlık yarınlar sizin hakkınızdır, sizin olsun". Bir sonraki sene ise "Parka / İhtarname" ile aynı tarza devam etti. Her ne kadar farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da Cem Karaca ve Barış Manço, özel hayatlarında iyi ilişkilerine devam ediyorlardı. İkili Hey dergisine beraber röportaj verip gündemdeki bazı konular hakkındaki düşüncelerini bildirmişlerdi. İkilinin bir diğer benzerliği ise 1970'lerin başında rock'n'roll'u tamamen bırakıp Türk müziğine döndükten sonra 1975 itibarıyla ile kendilerine eşlik eden müzisyenler sayesinde daha progresif rock'a yakın bir müzik icra etmeleriydi. Pink Floyd, Yes, Genesis, King Crimson gibi dönemin ünlü progresif rock ekiplerinden etkilenen sanatçılar, Ajda Pekkan'ın başını çektiği "aranjmancılar"a tamamen tezat, taptaze ürünler sundu ve bu eserler yıllar boyunca Türkiye'nin alternatif müzik icracıları ve dinleyicilerine ilham kaynağı oldu.
Tekrardan Batı müziğini kullanmaya başlayan Barış Manço, bu dönemde son bir kez yurtdışını deneme kararı aldı. Belçika'da en kaliteli stüdyolarda, dönemin en iyi sistemleri ile bazıları tamamen orijinal şarkılardan oluşan, bazıları da var olan şarkılarını İngilizce sözlerle kaydettiği "Baris Mancho" albümünü yayınladı. İçinde çok güzel şarkılar barındıran bu albüm yurtdışında pek ses getirmeyince Manço'nun yurtdışı serüveni (Japonya macerasını saymazsak) sonra erdi. Ancak ilginç bir şekilde bu albümün çevreci şarkılarıdan "Nick the Chopper" Türkiye'de 45'lik olarak yayınlandı ve tamamen İngilizce sözlere sahip olmasına rağmen Türkiye'de tuttuç Hatta Manço'nun 1999 tarihli best of'u "Mançoloji"ye bile dahil edildi. Bu 45'lik dışında albüm ise Türkiye'de yayınlanmadı ve birçok insanın bu albümden haberi olmadı. 2000'lerin başında CD formatında Türkiye'de ilk kez yayınlanan albüm "Little Darling" ile ufak bir yeniden doğuş yaşasa da Manço'nun diğer çalışmaları arasında kaybolup gitmesine rağmen hayranları arasında kendine has bir yer tuttu.
Vatansız mı, tüm dünya mı vatanı? (1977-1982)
1970'lerin sonu Türkiye'de her şey zıvanadan çıkmaya başlıyordu. Belki de bundandır ki Barış Manço, başarısız İngilizce albümünden sonra bir sessizliğe bürünmüştü. Erkin Koray için de durum farklı değildi. 1976'da "Arap Saçı", "Gönül Salıncağı" ve "Cümbür Cemaat" ile kendi diskografisinin önemli eserlerini yayınlayan Koray, 1977'da ikinci albümü "Erkin Koray Tutkusu"nda klasik Erkin Koray eserlerinin yanında, İngilizce şarkılar ve deneysel çalışmalar ile çok renkliliğini tam anlamıyla dinleyicilerine aktarmayı başardı. Ancak bu dönemde Koray'ın sıradışılığı sınırları zorlamaya başladı. Önce bir Beşiktaş maçına cebinde silahla gitti ve polisler tarafından maçtan çıkarılarak haberlere konu oldu. Sonra Avrupa'ya gidip orada müzik yaptı ve bir süre ortalıktan kayboldu. 1982 yılına kadar Erkin Koray'dan pek de bir haber alınamayacaktı.
Manço ve Koray'ın bir kez daha sessizliğe büründüğü bu dönemde Cem Karaca üretmeye devam ediyordu. İyice politikleşen Cem Karaca'yı da Türkiye'nin karışık gündemi beslemeye devam ediyordu. Karaca'nın konserleri farklı politik görüşe sahip insanların birbirine saldırdığı toplantılara dönmüştü. Bazen sağcılar ve solcular, bazen de aşırı solcular ile merkez solcular kavga ediyordu. Bu kavgalarda Dervişan üyeleri de fiziksel zarar görmekteydi. Bu gergin ortamda Cem Karaca, Dervişan ile birlikte gerçek anlamda ilk albümü olan "Yoksulluk Kader Olamaz"ı çıkardı. Albümün adını protest bir şekilde graffiti şeklinde bir duvara yazan grubun söylediği şarkılar da bir o kadar mesaj kaygılıydı. Ayrıca her şarkının önünde albüme adını veren şarkıdan bir motifin yer alması ile albüm neredeyse bir konsept albüme dönmüştü. Bu sene içinde plak şirketi değiştiren Karaca, yeni plağı "1 Mayıs / Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini" 45'liği ile politik şarkılar yazmaktan bir adım ileri giderek slogan şarkılar kaydetti. Bu etkileyici 45'liğin o trajik kanlı 1 Mayıs'ın yaşandığı yıl yayınlanması tesadüf değildi. Ancak bu değişim Karaca'nın grubu Dervişan'ın hoşuna gitmedi ve artan gerginliğin de etkisiyle Dervişan dağıldı. Cem Karaca ise Türkiye'nin iki yakasından etkilenerek "Edirdahan" adlı bir grup kurdu. 1978 yılının başında başlayan bu ortaklık Karaca'nın politik şarkılarının dinleyiciye ulaşmasına destek oldu. Birlikteliklerinin ilk senesini konserlerle geçiren Karaca ve Edirdahan, 1979'da Türkiye'de çıkmış en deneysel çalışmalardan olan bir rock opera olan "Safinaz"ı yayınladı. Bir Türkiye gerçeğini anlatan şarkı Karaca'nın farklı tarzlarda ne kadar başarılı olabildiğinin bir kanıtıydı. Albümün notları Karaca'nın şarkıda vermek istediği mesajı desteklemekteydi. Karaca, bu notlarda "sizi bu hale düşürenlerle kavgam, sizi ve her şeyi kurtarana dek sürecektir... amacım mı ne? herhalde "vatan millet sakarya" üçleminin ardına sığınıp cebinizdeki paraları avuçlamak değil" diyerek milliyetçiliğe yönelen diğer sanatçılara da lafını söylüyordu. Ayrıca albüm fotoğraflarından biri olan "Kahrolsun Yoz Müzik" duvar yazısı da ülkeyi alıp götüren arabeske ve aranjmana dayalı pop müziğe bir göndermeydi. O sene Karaca, yurtdışından gelen teklifleri değerlendirerek İngilitere ve Almanya turnesine çıktı. Bu turneden ise geri dönüşü öyle kolay olmayacaktı çünkü "1 Mayıs" plağı 1980'lerin başında "komunizm propogandası" nedeniyle mahkemeye taşınacaktı. Sırf bu nedenle 1980 yılının başında ölen babasının cenazesine yurtdışında olan Cem Karaca katılamadı. Babasının mezarını ziyaret etmesi için Karaca'nın bir süre daha beklemesi gerekecekti.
Karaca "Safinaz" ile mesaj kaygılı müziğinde zirve yaparken, Manço "Yeni Bir Gün" ile müzik hayatına güçlü bir dönüş yaptı. "Yeni Bir Gün", Manço'nun "2023" albümünde gerçekleştirmeyi başardığı progresif rock ve Anadolu rock birleşimini bir adım daha götürmüştü. Evet, belki Türkiye'nin kardeşin kardeşi siyasal görüşü nedenile öldürmekten çekinmediği bu dönemde suya sabuna dokunmayan bir albümdü. Ancak müzik anlamında ilerici bir albüm olduğunu kabul etmemek olmazdı. Albüm bir yandan "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa", "Aynalı Kemer" gibi hitler çıkarmıştı. Öte yandan birbirine bağlı şarkıların oluşturduğu "Yeni Bir Gün", "2024/İkinci Yolculuk" ikilisi, "Bir Selam Sana" ve "Çoban Yıldızı" gibi Manço'nun psychedelic dönemine selam çakan deneysel çalışmalar denemiş ve bu denemeler halk tarafından kabul görmüştü. "Yeni Bir Gün", Manço'nun müzikal anlamda kalitesine asla geçemeyeceği bir zirve noktasıydı. Bu şarkılarla Manço, TRT'nin de ekrana çıkarmayı en çok sevdiği isimlerden biri haline geldi. Manço da 1979'dan sonraki 20 yıl içinde birçok yeni ve eski şarkısını kliplendirerek kendini ekranlardan uzak tutmadı.
1980 yılı geldiğinde Cem Karaca, Almanya'dan Türkiye'ye dönmesinin ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Bu dönemde Almanya'da bulunan Türkofon şirketine geçti ve kendi durumuna uygun bir isim verilen "Hasret" albümünü yayınladı. Albümün ilk yarısı tamamen Nazım Hikmet eselerinin Karaca yorumlarına ayrılmılştı. Ayrıca Karaca'nın Almanya'da yaşayan Türklerin sorunlarını anlattırken aslında kendi sıkıntılarını da yansıttığı "Alamanya" şarkısını bu albümde yayınlamıştı. 12 Eylül darbesiyle de Karaca'nın Türkiye'ye geri dönme şansı daha da azaldı. Zaten 1980 yılının 1 Mayıs'ında Almanya'da megafonla yaptığı kısa konuşma abartılarak Türk medyasında yer aldıktan sonra 1981 yılının başında sıkıyönetim mahkemesi Karaca'nın Türkiye'ye dönmesini istedi ancak 2-3 yıl hapis cezası ile yargılanan Karaca, ülkeye geri dönmeme kararı aldı. Haksız değildi. Evren'in "bir sağdan bir soldan" gencecik insanları astığı, asmadığını işkenceyle süründürttüğü yıllardı. Karaca, Almanya'da mutlu değildi ama orada yaşamak zorundaydı. 1982'de yayınlanan "Bekle Beni", bir önceki albümün hasret ve zorluk temasını devam ettiriyordu. Ancak Karaca'nın çektiği memleket hasretini görmezden gelen darbe mahkemeleri 1982 yılının ortalarında Karaca'nın Türkiye vatandaşlığını iptal etti. Artık Cem Karaca bir "heimatlos"tu.
Şarkılarında politikaya dalmayı artık bırakan Manço ise Karaca'nın aksine müzik hayatına kısıtlamalar olmadan devam ediyordu. Hatta, 1980 yılının başında Altın Orfe festivalinde Türkiye'yi temsil etme hakkı kazanmış ve burada bir Bulgar şarkısına yaptığı yorumla ödül almıştı. Darbenin olması Manço'nun programlarını da etkilemedi. Ülkenin aydınlarına acı çektiren bu darbenin Manço'yu etkilememesi o dönem eleştiri konusu olmuş mudur bilinmez ama Manço, 1981'de "Eğri Büğrü" ile bir mesaj gönderdi. Bu şarkıda "Bana yolun seç diyorlar, bozuk yolu seçer miyim? Seçemezsen geç diyorlar, ben yolumdan geçer miyim? Kimi batı, kimi doğru, kuzey güney hepsi doğru, kim seçer ki bozuk yolu? Benim yolum bana doğru, hiç yolumdan döner miyim? Eğri eğri, doğru doğru, eğri büğrü ama yine de doğru" diyerek kafasındaki karmaşaya rağmen seçtiği yolun doğruluğundan emin bir adam görüntüsü verdi. Aynı sene "Sözüm Meclisten Dışarı"yı çıkardı. Bu albümde Kurtalan Ekspres elemanlarının bestelediği ve sözlerinin ne anlama geldiği halen farklı yönlere çekilebilecek "Dönence", Manço klasiği "Gülpembe", elektronik müzik şaheseri "2025", muhteşem bir aşk şarkısı "Alla Beni Pulla Beni" dışında "kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli, mevsimler geldi geçti görüşmeyeli, hiç haber göndermedin o günden beri, yoksa bana kızdın mı unuttun mu beni" sözleri ile Cem Karaca'ya bir gönderme olduğu iddia edilen "Arkadaşım Eşşek" şarkıları bulunmaktaydı. Evet, Manço belki de kendini ne sağa ne sola yaslıyordu ama halen müzik anlamında Türkiye standardının bir adım daha önünde yer almaya devam ediyordu.
Rockçılar popa dönerken (1982-1990)
Cem Karaca sürgünde zor zamanlar geçirir, Manço ise rock müziğin zirvesine yerleştikten kısa süre sonra Erkin Koray uzun süreli sessizliğini "Benden Sana" ile bozdu. 1977'de yurtdışına çıkan Koray'ın duraklarından biri olan Hindistan, Koray'ı derinden etkilemişti. Yeni albümüne üç tane Hindistan bestesi alan Koray'ın bu bestelerinden "Öyle Bir Geçer" Koray'ın en ses getiren şarkılarından biri oldu. Ancak albümün altyapısı Koray'ın 1980'lerdeki diğer albümlerinde olduğu gibi nispeten basit elektronik tınılar içermekteydi. Koray'ın yaşadığı finansal sıkıntılar ve de dönemdaşlarına göre daha dışa kapalı olması, albümlerdeki bu sıkıntıların nedeni olarak sayılabilir. Bir sene sonra çıkan "İlla Ki" ise bu sefer Orta Doğu müziğine daha yakın bir tarz sahip olmakla beraber Koray'ı en iyi tasvir eden şarkılardan "Tek Başına"yı içermekteydi. Aynı sene Manço da "Estağfurullah Ne Haddimize" albümü ile başarısını devam ettirdi ve "Kol Düğmeleri", "Halil İbrahim Sofrası" gibi şarkılarıyla gündemden düşmemeyi başardı.
Almanya'da sürgün hayatında müzikten ve sanattan kopmayan Karaca, Almanya'daki Türk gurbetçileri anlatan bir tiyatro oyununa müzik hazırlayıp bu şarkıları "Die Kanaken" adı altında yayınladı. "Die Kanaken", halkların barış ve kardeşliğini anlatan şarkılar içerirken, müziği de rock bir altyapı altında etnik öğreler barındırıyordu. Cem Karaca'nın bir şarkı dışında bütün şarkıları Almanca yorumlaması da takdire şayandı. Karaca, bu albümden "Mein Deutscher Freund"u Alman televizyonlarında söyleme şansı yakalarken aynı programda dünyaca ünlü Nana Mouskouri ile düet yapma şansı da yakalıyordu. Ancak bu Almanca albümün belki de en etkileyici şarkısı, Karaca gibi memleket hasreti ile yaşayan Nazım Hikmet'ten bestelenen "Çok Yorgunum" şarkısıydı. Bu şarkı Karaca'nın Türkiye özlemini en saf şekilde yansıtan bir parçaydı. Artık memleket hasretine dayanamayan Karaca, 1985'te Almanya'yı ziyarete gelen başbakan Turgut Özal ile görüşme ayarladı ve memlekete dönme isteğini ona bildirdi.
Karaca'nın Türkiye'ye dönme çabaları sürerken, Barış Manço ise Belçikalı klavyeci Jean.-Jacques Falaise ile "24 Ayar" albümünü yayınladı. Gitarist Bahadır Akkuzu'nun askerde olması nedeniyle gitar içermeye bu albümde iki tane de yabancı dilde şarkı bulunmaktaydı. Albümün promosyonunun bir kısmının Belçika'yı içermesi Manço'nun yurtdışı kapılarını zorlamayı devam ettirdiğini gösteriyordu. Ancak Manço'nun beklediği yurtdışı başarısı yıllar sonra bambaşka bir yerden gelecekti. Bu dönemde Koray ile tamamen yurda odaklanmış ve bir Sokak Çocuğu Ali bestesi "Çöpçüler" ile o dönemin "taverna rock" tarzının belki de en başarılı örneğini "Ceylan" albümünde yayınlamıştı. "Çöpçüler"in getirdiği ilgiye rağmen Koray ne rockçılara, ne arabeskçilere, ne de tavernacılara hitap edebiliyordu. Bu durum da Koray'ın kısa süre içinde para kazanmak için hızlı hızlı albümler yayınlamasına yol açtı. 1986'da "Gaddar, 1987'de "Çukulatam Benim", 1989'da "Ham Yam Yam", 1990'da "Tamam Artık" çıktı. Kayıt kalitesi oldukça kötü olan ve yeni şarkıların zayıflığı nedeniyle Koray'ın eski şarkılarının yeni yorumlarını da içeren albümler pek fazla ses getirmedi. Hatta "Topik" gibi Manço'nun çocuklarla kurabildiği bağdan esinlenip yazılmış denemeler Koray'ın diskografisinde garip bir yer buldu. Öte yandan "mor yoğurt yedin mi hiç? zargonya'yı gördün mü? şahmaran oldun mu hiç?"li "Anladın mı?", "başımda bere, elimde sarı madenden boru, gidiyorum katarın gittiği yere doğru"lu "Hayat Katarı" gibi Koray'ın fantastik yönünü gösteren şarkılar da bu dönemin en ilginç eserleri arasında yer almaktadır. "Çukulatam Benim" albümündeki "Erkin Koray Meyhanede (Zaten Hiç Çıkmadı Ki)" adlı intro da Koray'ın o dönemki yaşam tarzını anlatan en önemli ayrıntılardan biridir.
1980 darbesinin özgürlükleri kısıtladığı bu ortamda en büyük darbeyi görenlerden biri rock müzik olmuştu. Merkezinde özgürleşme olan rock müzik, ifade özgürlüğünün yara aldığı ve TRT'nin sansürcülüğe soyulduğu bu dönemde Karaca gibi rock müziğe gönül verenlerin bir kısmı yurt dışına çıkmış ya da çıkmak zorunda kalmış, ülkede kalanlar ise ya 80'lerin yükselen elektronik müziğini kendi müziğine yedirmişler ya da Ersen ve Dadaşlar gibi bir parodiden öteye geçememişlerdi. Erkin Koray, bu ortamda içine kapanırken, Barış Manço ise belli bir müzik kalitesinin altına düşmemesine rağmen daha önceki deneysel çalışmalarına veda etmiş, ortalama aşk şarkılarını daha ön plana çıkarmış ve Kurtalan Ekspres'i sadece bir konser grubu olarak numunelik kullanmaya başlamıştı. 1986'da çıkan "Değmesin Yağlı Boya" bu durumun bir göstergesiydi. Albümü yayınlarken Unkapanı'nda türeyen kalitesiz şarkıcılara bir cevap olarak bu çalışmayı yaptığını söyleyen Manço'nun bu albümü ise "Unutamadım" başta olmak üzere dönemine göre "eh işte" denebilecek, Manço'nun eski çalışmalarına kıyasla ise vasat altı şarkılardan oluşuyordu.
Uzun uğraşlar sonucu 1987'de Cem Karaca, Türkiye'ye döndü ve Türk rock'nın üç silahşörü en sonunda tekrardan aynı topraklarda müzik yapmaya başladı. Karaca'nın Türkiye'ye dönme serüveni kendisine duyulan ilginin artmasına sebep oldu. Karaca, memlekete döndüğü gibi de "Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar" albümünü çıkardı. Albüm, Manço ve Koray'ın çalışmaları gibi yine dönemin bilgisayar destekli altyapılarına sahip, Karaca'nın eski rock çalışmalarına uzaktı. Yine de hareketli ritmli bestesiyle yorumladığı Nazım Hikmet eseri "Gülhane Parkı", Karaca'nın bu ikinci sayfasının ilk hit'i oldu. "Dur, bırak, kaynasın kahvenin suyu. Bana İstanbul'u anlat, nasıldı?" diye başlayan "Hep Kahır" ise Karaca'nın Almanya'da çektiği acıları en iyi anlatan şarkılardan biriydi. Yine de Karaca dilini tutamamış ve "Yarım Porsiyon Aydınlık" ile "Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz ama ekonomi, politika. Karılarınızı döverken siz ne kadar bilimselsiniz." diyerek "sözde aydın"lara lafını sakınmadı. Bu şarkının ekmeğini elitlerden ve aydınlardan pek de hazetmeyen Erdoğan'ın da yiyeceğini bilseydi böyle bir şarkı yazar mıydı acaba bilinmez ama "Karaca acaba ülkeye dönünce apolitik mi olacak?" düşüncelerini sildiği için önemli bir şarkı olduğunu söylemeden geçmemek lazım. Bir yıl sonra çıkan "Töre" ise bir önceki çalışma kadar ses getirmedi. Artık Karaca'nın ülkeye dönüşünün getirdiği rüzgar sönmüştü. Eski solcular Karaca'yı bir dönek olarak görüyordu. Yeni nesile göre Karaca modası geçmiş bir sanatçıydı. Şarkılarındaki sosyal tınılar da popülerliğine yardım etmiyordu. Bu dönemde Karaca da Koray gibi maddi sıkıntıların içine düşmüştü.
Manço ise TRT'de programlar yapmaya başlayıp daha çok televizyoncu kimliği ile Türkiye'nin gönlünde yer ediniyordu. Manço, yabancı dillerdeki ustalığını konuşturarak bütün dünyayı televizyonların diğer ucuna getiriyor, ünlü sanatçılarla ve sporcularla kolayca röportaj yapabiliyor, elektronik alet/edevata ilgisi ile 80'lerin ruhunun ilerisinde işler çıkarıyordu. Ancak bu teknolojik gelişimler her ne kadar Manço'nun televizyonculuk kariyerini arttırsa da gerçek öznesi ruh olan müzikte bu kadar etkileyici olmuyordu. 1988'de çıkan "Sahibinden İhtiyaçtan" ve "1989 tarihli "Darısı Başınıza", Manço'nun hem çocuklara ("Nane Limon Kabuğu"), hem aşıklara ("Can Bedenden Çıkmayınca") hitap eden, bazen muzip bilmecelerle dolu ("Anahtar"), bazen de didaktik ("Ahmet Bey'in Ceketi") ama genellikle bir elektronik bir davul eşliğinde Manço'nun söylediği ve neredeyse hepsinin kliplenip TRT'te ekranlarında yer bulduğu şarkılar içermekteydi. 90'lar biterken üç silahşörümüz de o görkemli müzikal geçmişlerini günün koşullarına uydurmak ve ayakta kalmak ile uğraşıyordu.
Müsaadenizle çocuklar (1990-1999)
1990 yılında Türk müziğinde yeni hareketlenmeler vardı. 1980'lerin arabesk popu yerini yavaş yavaş Özal'ın Türkiye'yi globalleştirmesinin de etkisiyle Batı normlu daha hareketli bir pop müziğe bırakıyordu. Bu pop müziğe geçişi Sezen Aksu, Nilüfer, Kayahan gibi aslında uzun süredir piyasada olan kişiler hızlandırsa da kısa süre içinde birçok yeni isim yepyeni şarkılarla müzik listelerine imzalarını atacaklardı. Bu ortamda Karaca'nın kendine yer bulması zordu ama para kazanması için de müzik yapması lazımdı. Önce müzikal kalitesini arttırmak için eski grup arkadaşlarından Cahit Berkay ve Uğur Dikmen ile çalışmaya başladı. Bu dönemde Berkay, Karaca'nın "Tamirci Çırağı"'nın yeni bir versiyonu olan "Kayha Yahya" şarkısı ile Karaca'nın o dönemin popüler yarışmalarından Altın Güvercin'e katılmasını istedi. Yarışmaya para ödülü için katılan Karaca, büyük ölçede genç isimlerden oluşan sanatçıları geçip birinci oldu. Aynı dönemde "Yiyin Efendiler" albümünü yayınlayan Karaca'nın bu albümdeki en etkileyici şarkısı "Oh Be"dir. Sürgün olduğu dönemde Kos'tan Bodrum'a bakarken duyduğu özlemi anlatan sanatçı, "ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba, döndüm işte, oh be!" sözleri ile kendini eleştiren kişilere verilebilecek en iyi cevabı vermişti. Erkin Koray ise 90'lara yine klavyesi ve gitarı ile tek başına, kendine özgü kemik kitlesinin karşısında verdiği "Tek Başına Konser" kaydıyla girecekti. Ancak Manço ve Karaca'dan farklı olarak Koray'ın geri dönüşü pop müziğin zirve yapması ile değil, Türk rock'nın 90'lar ortasında ilk baş kaldırışı ile olacaktı.
1992 yılında "süper", "mega" kuponların gündemi kapladığı dönemde Manço "Mega Manço" albümü ile hala trendlerin peşinde olduğunu gösterdi. Albüm, özellikle çocukların çok tuttuğu ilk Türkçe rap örneklerinden "Ayı" ile çıkış yaptı. Ancak albüm ne Manço hayranlarını mutlu etti, ne de Manço'nun kendisini. "Hemşerim Memleket Nire?" şarkısında 70'lerdeki Türkçülüğü ile dikkat çeken Manço'nun verdiği evrensellik mesajları şarkıcının zaman içinde ne kadar olgunlaştığını gösteriyordu. Öte yandan "Ayı" parçası aslında o dönemin dikkat çeken genç seslerinden Grup Vitamin'in ilk albümünde yaptığı rap soslu sosyal mesaj içeren şarkılardan pek farklı değildi. Ancak Manço'nun göç ile değişen İstanbul demografisi eleştirisi "A de bakayım, bir de Y de, şimdi bir de I, oku bakayim, AYI" gibi komik slogan sözleri nedeniyle güme gitti. Benzer bir tarzda daha farklı bir eleştiriyi daha iyi sunan isim ise aynı yıl "Nerde Kalmıştık?" albümünü çıkarak Karaca oldu. "N'aber? Nitekim gene geldi şapka, rap rap" sözleri ile ülkenin değişmez kaderini "Raptiye Rap Rap" ile eğlenceli bir şekilde anlatıp, müzik kanallarında kendine yer bulan Karaca, albümdeki "Islak Islak", "Ömrüm" gibi şarkılarla en etkileyici yüzünü de dinleyicisinden sakınmamıştı. İşte bu iki albümün hemen ardından Barış Manço, Cem Karaca'yı TRT'deki programında ağırlamış ve iki farklı yöndeki iki dost tadına doyulmaz bir sohbet etmişlerdi. Cahit Berkay ve Kurtalan Ekspres eşliğinde iki silahşörün söylediği "Uzun İnce Bir Yoldayım" Karaca ve Manço denince akla gelen en önemli anlardan biri olmuştu.
Her ne kadar hem Manço hem Karaca 1992'de kendilerine medyada yer bulabilmiş olsalar da Tarkan, Mustafa Sandal, Yonca Evcimik, Levent Yüksel, Sertab Erener ve daha birçok yeni ismin türediği çok hareketli pop müzik dünyasında hemen kayboldular. İki isim de kendini başka işlere verdi. Karaca, televizyonda farklı müzik ve kültür programları sundu. Bosna'daki katliama, çevre kirliliğine, Türk müziğinin yozlaşmasına karşı çalışmalar yaptı. Manço da kendini "7'den 77'ye"ye adadı. Bir gün Türkiye Cumhurbaşkanı olmak istediğini açıkladı ve yavaştan politika atılmak istediğini gösterdi. Manço'nun bu dönem en çok ses getiren işi ise Japonya çıkarması oldu. Aslında Manço, Japonya'daki ilk konserini 1991'de vermişti. Bu konserin zirve noktası "Kara Sevda" performansı da Manço'nun ne kadar büyük bir frontman olduğunun kanıtıdır. Öte yandan bu videoda da görüneceği gibi konserdeki Japonlar, kırmızı-beyaz japon bayrağı yerine Soka Gakkai adlı bir budist tarikatına ait Romanya bayrağına benzeyen bir bayrak sallamaktadırlar. Bu da Manço'nun Japonya'da meşhur bir sanatçı değil, sadece bir tarikatın çağırdığı yabancı bir sanatçı olduğu izlenimini vermektedir. 1995'teki turne ise önceki gibi muallak bir konser değil, Manço'nun Japonya'da bilinirliğini arttırmak amaçlı, iyi planlanmış ve aynı sene çıkan "Live in Japan" konser albümü ile taçlandırılmış bir çalışmaydı. Ancak Manço, bu çalışmalar sonucu - belki de tarikat tartışmalarının tekrardan alevlenmesi nedeniyle - rotayı tekrardan Türkiye'ye kırdı. Dönemin en önemli Türkçe popçularını topladıktan sonra Türk müzik tarihinin en büyük trollüklerinden birini yapıp "bir sabah kalktım ne göreyim, bizim sokakta şenlik var. Büyükler kös kös otururken, adam oluvermiş çocuklar" diye başlayan ve içi boş şarkılara sahip yakışıklı ve güzel gençlerin bir kenara çekilip büyük sözü dinlemesi gerektiğini öğütleyen bir şarkı olan "Müsaadenizle Çocuklar"ı bu popçulara söyletti. Bu şarkının adını verdiği albüm Manço'nun son albümü oldu ve küçük çaplı başka hitler de çıkardı.
Türk popunun şaha kalkmasından kısa bir süre sonra Türk rock müziğinde de bir kıpırdanma oldu. Yavaş yavaş sözleri Türkçe, müziği ise Anadolu yerine o dönem yurtdışında yapılan eserlerden beslenen canlı bir rock ortamı ortaya çıktı. Hem eski silahşörler, hem de "kentli Türkçe rock" diyebileceğimiz gruplar albümler çıkarırken uzun süre sesi soluğu çıkmayan Erkin Koray 1995'te "Gün Ola, Harman Ola" albümünü çıkardı. Albüme adını veren ve daha sonra İbrahim Tatlıses tarafından da yorumlanan şarkı her ne kadar Koray'ın eski alaturka eserlerini andırsa da "Mezarlık Gülleri" ve "Akrebin Gözleri" gibi şarkılarda Koray'ın hard rock'a hatta heavy metale yaklaşıyordu. Bu da Koray'ı Karaca ve Manço'dan farklı bir yere oturtuyor, hatta yeni jenerasyon rockçılara daha da yaklaştırıyordu. Bu nedenle 90'ların rock dinleyen gençlerinin ve müzisyenlerinin Koray'ı daha çok sahiplenmesi sürpriz değildi. Ayrıca albümün kayıt kalitesi Koray'ın seksenlerde çıkardığı albümlerden fersah fersah ilerideydi. Albümden kisa bir süre sonra Almanya kökenli Türk Rock grubu Ünlü, Koray'ın "Estarabim"ini yeniden yorumlayarak büyük bir başarı kazandı ve Koray'ın ana akımda kalmasına katkıda bulundu.
1990'lı yıllarin sonu üç silahşörlerin eski şarkılarının tekrardan ilgiye mazhar olduğu bir dönemdi. Bu ilginin ilk kıvılcımı 1997 yılı sonunda çıkan Türk filmi Ağır Roman sayesinde oldu. Bu filmin soundtrack'i için Cem Karaca, "Resimdeki Gözyasları"na yeni ve modern bir yorum getirdi. Filmin de büyük bir gişe basarısı yapması ile Cem Karaca yeni bir jenerasyona eski şarkılarının en güzellerinden birini tanıtmış oldu. 1999'da Cem Karaca son albümü "Bindik Bir Alamete"yi çıkardı. Albüme adını veren sıfır kilometre şarkı ilgi topladi. Karaca, bu şarkıda eski dönemindeki doğrudan eleştirme yerine yeni döneminde yer alan alay-eğlence-taşlama karışımını kullanmış ve "yerel ve genel seçim, seçin bakalım seçin ki dön baba dönelim, aynı yere gelelim. çete çeteye çatmıs. çete, çete içinde. battık buruna kadar, Cafer getir peçete" sözlerini söylemişti. Öte yandan Karaca, "Hudey Hudey" ve "Obur Dünya" şarkılarını yeniden yorumlayarak eski şarkılarını yeni dinleyicilerinin önüne sürmekten geri durmadı. Erkin Koray da aynı yıl aslen yurtdışı marketini hedefine alan "Devlerin Nefesi" albümü ile yeni şarkılarının yanında eski şarkılarının yeni yorumlarını piyasaya sürdü. Baris Manço ise önce "Kaplumbağanın Öyküsü" adlı yeni bir albüm çalışmalarını girmeyi düşünse de plak şirketinin de baskısıyla eski şarkılarını - maalesef nispeten arabesk/pop bir anlayışla- yeniden kaydettiği 2 CD'lik "Mançoloji"yi çıkardı.
Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri ise Cem Karaca ve Baris Manço'nun din konusunda zaman içinde ortak bir noktaya evrilmeleri olmuştur. Bu hissiyatı Manço, son albümünde "orada öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade, onu düşün ona sığın o senden öte benden ziyade" sözleri ile "Benden Öte Benden Ziyade" şarkısında, Karaca ise son albümünde "sev, korkma sakın. rab sana yakın. Allah yar yar" sözlerini içeren "Allah Yar" şarkısında tasvir etti. Elbette yaşını başını almış, görmüş geçirmiş bu önemli insanların hayatlarına din olgusunun daha büyük bir biçimde dahil olması şaşırtıcı değildi. Ancak bu iki ismin isimlerinin bir dönem Fethullah Gülen ile anılması büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Manço'nun Gülen'e bakis açısı daha çok Türk okulları tarafından şekillenmişti. Zaten kariyeri boyunca Türklüğün önemine referans veren Manço, Gülen'in bu çabalarından çok etkilenmişti. Karaca ise Gülen'in karakterinden ve "insan sevgisi"nden etkilendiğini belirtmiş ve Gülen'in Türkiye'den ayrılması ile kendi sürgünü arasında bir bağlantı kurmuştu. 2001'de Fethullah Gülen'in bir şiiri olan "Hazan"'ı Gülen için hazırlanan bir albümde okudu. Bu kadar önemli iki insanin Gülen tehlikesini görmemesi üzücüydü elbet ama cumhurbaşkanın bile "kandırıldık" dediği bu olay hakkında Manço ve Karaca'ya çok da yüklenmemek gerekiyor elbet. Ancak Gülen'in maskesinin artık herkes için düştüğü bu dönemde yaşasalardı, ne derlerdi, ne yaparlardi, görmek de isterdim doğrusu.
Yaprak dökümü (1999-2004)
Klişe ama gerçek: Hayat fani, ölüm ani. 1999 Ocak'ında gün tam biterken geldi haber: "Baris Manço kalp krizi geçirdi, hastanede". Kısa süre sonra ise ölüm haberi geldi. Kimse bunu beklemiyordu. Türkiye'nin en kalabalık cenaze törenlerinden biri ile ebediyete intikal etti Baris Manço. Geride çok güzel şarkılar, çok güzel televizyon programları bırakarak. Ölümünden kısa bir süre sonra Mançoloji piyasaya çıktı ve çok satti. Her yerde Barış Manço'nun şarkıları bangır bangır çaldı. Kurtalan Ekspres, Manço'nun mirasını müzikten kopmayarak sürdürdü.
Cem Karaca, hayatını erkenden kaybeden dostu Manço'yu anmaktan hic çekinmedi. Bir zamanlar "Dadaloğlu" ile listelerde yarıştığı "Dağlar Dağlar"ı repertuarına aldı ve bu şarkıyı söylemekten hiç gocunmadi. Hatta bir süre Kurtalan Ekspres ile çalıştı. Ancak Karaca'nin Resimdeki Gözyasları ile yeniden doğuşu, Kahpe Bizans'ta oynaması ile devam etse de daha sonra bu ilgi söndü. Karaca, barlarda kafelerde para kazanmak icin çalmaya devam etti. Bu dönemde Karaca, unutulduğunu, önemsenmediğini hissediyordu. Bu da Karaca'nın sigara ve alkol ile ilişkisini daha da güçlendirdi. 2003'te Barisarock festivalinin ilk versiyonunda verdigi konser Karaca'nin genç dinleyici ile uzun bir aradan sonra buluşmasını sağladı. Ancak konser öncesi organizatörlerin onu almayacağını düşünerek kuruntu yapan Karaca stresten çok içmişti ve konserde sarhoşluğunu gizleyememişti. Ancak bu durumu onun heybetli sesi ve performansini da engelleyememişti. Karaca bu dönem Yeni Türkü'nün "Göç Yolları"ni çok iyi bir şekilde yorumlamıştı ve "Hayvan Terli" adlı bir single ile müzik dünyasına dönme kararı almıştı. Ancak maalesef geçirdiği bir kalp krizi onu bizden 2004'ten aldı. İsteği üzerine alkışlarla değil, tekbirlerle son yolculuğuna uğurlandı.
Tek başımıza, hep tek başımıza (2004 - günümüz)
Şarkısında da dediği gibi 2004'ten sonra Erkin Koray, her zaman olduğu gibi ama bu sefer fiziksel olarak da tek başına kalmıştı. İlk o vardı, en sonda da o oldu. O senelerde Türk rock müziği bu sefer Duman, mor ve ötesi, maNga gibi gruplarla ikinci bir diriliş yaşıyordu. Bu diriliş Koray'ı cesaretlendirdi cesaretlendirmesine ancak bu dalga onun sadece sıkça konserler vermesine neden oldu. Mesela 50. yilini Duman ve Özlem Tekin'in konuk olduğu büyük bir konserle kutladı. Ancak Koray, hiç bir zaman yeni şarkılar kaydetmedi. Artık yeni şarkıları yaratacağı ortam, beraber çalışacağı arkadaşları kalmadı. Ee şarkıda da dediği gibi "Bir baştan öbür başa dağılmışız bu dünyaya. Bir uçtan öbür uca yayılmışız bu dünyaya. Tek başımızayız, hep tek başına".
Günahları da oldu, sevapları da. Bazen kötü şarkılar da yaptılar, çokca da heyecanlandırdılar, düşündürttüler, hüzünlendirdiler ve öğrettiler. O güzelim rock müziğin bu ülkedeki çehresini çok güzel bir biçimde değiştirdiler.
Biri kendi bildiğini okudu. Aklına geleni söyledi. Aklına geleni çaldı. Hindistan'ı da ayağımıza getirdi. Bizim müziğimizi de meraklı yabancılara götürdü. Gitarını da en güzel şekilde çaldı. Rock müziği tam anlamıyla yaşadı, yaşıyor.
Diğeri rock müziğe tiyatroyu getirdi. Rock gerçek temeli olan işçi sınıfının zorluklarını, vatansız kalma pahasına anlattı. Dilsiz şeytan olmadı. Anasını, oğlunu görebilmek için hapse girme pahasına ülkesine geldi, yine de eleştirmeden duramadı. Şarkısını en güzel şekilde söyledi. Aşkı da öfkeyi de hissettirdi.
Öbürü de en güzel halk deyişlerini bir ozan gibi topladı, kendi deyimlerini buldu ve bunları hiçbir zaman unutulmayacak bir şekilde akılda kalan şarkılara nakşetti. Müzikte deneyler yaptı mı en farklı işleri kaydetti. Klişeye daldı mı klişelerin en güzelini yaptı. Elimizden tuttu, büyüttü, dünyayı gezdirdi.
İyi ki var oldular.
Cem Karaca, plaklarında sosyal sorunlara eğilimi ve politik görüşü ile öne çıkarken, askerden dönen Barış Manço, "Dağlar Dağlar"ı takip edecekler eserler için çabalıyordu. Ona yıllarca eşlik edecek orkestrası Kurtalan Ekspres'i kuran Manço, 1973 yılını iki 45'lik ile tamamlamıştı. "Lambaya Püf De!" yorumu ile Osman Pehlivan'a ait bir halk ezgisini yeniden dinleyiciye kazandıran Manço, plağın ikinci yüzü "Kalk Gidelim Küheylan"da biraz politik dozunu arttırdı. Manço, Doğulu Neslihan ve Batılı Aslıhan'ın peşinden gittikten sonra onlardan fayda gelmeyeceğini söyleyerek "kalk gidelim Küheylan, kendimize varalım haydi" diyerek sırtını tamamen kendi milliyetine dayamak istediğini belirtti. Manço'nun milliyetçilikle flörtü burada kalmadı. Aynı sene TRT'ye yeniçeri ve mehter kıyafetleriyle çıkıp o sene yayınladığı ve Dördüncü Murat'ın Bağdat seferini anlatan "Hey Koca Topçu (Genç Osman)"ı çaldı. 1974'te ise "Estergon Kalesi" şarkısı ile bu trendi devam ettirdi. Daha sonra bir Barış Manço klasiği olacak "Nazar Eyle" de bu yıl yayınlandı. Yine "yüce hakan", "bilge hatun", "kılıç kuşanmak" gibi eski Türk geleneklerinden beslenen bu şarkı Manço'nun ülkenin karışık döneminden kurtulması için yazdığı çözüm reçetesinin Türk milletinin kendini bilmesi ve geçmişine sarılması olduğunu apaçık gösteriyordu.
Görünüşe göre Manço'nun Mehteran sevgisi o dönemde eleştiri de almıştı |
Sıra dışı bir adam |
Albüm bir fotoromana da ilham vermişti. |
Karaca, Filistin bayrağı ile |
Tekrardan Batı müziğini kullanmaya başlayan Barış Manço, bu dönemde son bir kez yurtdışını deneme kararı aldı. Belçika'da en kaliteli stüdyolarda, dönemin en iyi sistemleri ile bazıları tamamen orijinal şarkılardan oluşan, bazıları da var olan şarkılarını İngilizce sözlerle kaydettiği "Baris Mancho" albümünü yayınladı. İçinde çok güzel şarkılar barındıran bu albüm yurtdışında pek ses getirmeyince Manço'nun yurtdışı serüveni (Japonya macerasını saymazsak) sonra erdi. Ancak ilginç bir şekilde bu albümün çevreci şarkılarıdan "Nick the Chopper" Türkiye'de 45'lik olarak yayınlandı ve tamamen İngilizce sözlere sahip olmasına rağmen Türkiye'de tuttuç Hatta Manço'nun 1999 tarihli best of'u "Mançoloji"ye bile dahil edildi. Bu 45'lik dışında albüm ise Türkiye'de yayınlanmadı ve birçok insanın bu albümden haberi olmadı. 2000'lerin başında CD formatında Türkiye'de ilk kez yayınlanan albüm "Little Darling" ile ufak bir yeniden doğuş yaşasa da Manço'nun diğer çalışmaları arasında kaybolup gitmesine rağmen hayranları arasında kendine has bir yer tuttu.
Vatansız mı, tüm dünya mı vatanı? (1977-1982)
Koray, İnönü Stadı'nda |
Manço ve Koray'ın bir kez daha sessizliğe büründüğü bu dönemde Cem Karaca üretmeye devam ediyordu. İyice politikleşen Cem Karaca'yı da Türkiye'nin karışık gündemi beslemeye devam ediyordu. Karaca'nın konserleri farklı politik görüşe sahip insanların birbirine saldırdığı toplantılara dönmüştü. Bazen sağcılar ve solcular, bazen de aşırı solcular ile merkez solcular kavga ediyordu. Bu kavgalarda Dervişan üyeleri de fiziksel zarar görmekteydi. Bu gergin ortamda Cem Karaca, Dervişan ile birlikte gerçek anlamda ilk albümü olan "Yoksulluk Kader Olamaz"ı çıkardı. Albümün adını protest bir şekilde graffiti şeklinde bir duvara yazan grubun söylediği şarkılar da bir o kadar mesaj kaygılıydı. Ayrıca her şarkının önünde albüme adını veren şarkıdan bir motifin yer alması ile albüm neredeyse bir konsept albüme dönmüştü. Bu sene içinde plak şirketi değiştiren Karaca, yeni plağı "1 Mayıs / Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini" 45'liği ile politik şarkılar yazmaktan bir adım ileri giderek slogan şarkılar kaydetti. Bu etkileyici 45'liğin o trajik kanlı 1 Mayıs'ın yaşandığı yıl yayınlanması tesadüf değildi. Ancak bu değişim Karaca'nın grubu Dervişan'ın hoşuna gitmedi ve artan gerginliğin de etkisiyle Dervişan dağıldı. Cem Karaca ise Türkiye'nin iki yakasından etkilenerek "Edirdahan" adlı bir grup kurdu. 1978 yılının başında başlayan bu ortaklık Karaca'nın politik şarkılarının dinleyiciye ulaşmasına destek oldu. Birlikteliklerinin ilk senesini konserlerle geçiren Karaca ve Edirdahan, 1979'da Türkiye'de çıkmış en deneysel çalışmalardan olan bir rock opera olan "Safinaz"ı yayınladı. Bir Türkiye gerçeğini anlatan şarkı Karaca'nın farklı tarzlarda ne kadar başarılı olabildiğinin bir kanıtıydı. Albümün notları Karaca'nın şarkıda vermek istediği mesajı desteklemekteydi. Karaca, bu notlarda "sizi bu hale düşürenlerle kavgam, sizi ve her şeyi kurtarana dek sürecektir... amacım mı ne? herhalde "vatan millet sakarya" üçleminin ardına sığınıp cebinizdeki paraları avuçlamak değil" diyerek milliyetçiliğe yönelen diğer sanatçılara da lafını söylüyordu. Ayrıca albüm fotoğraflarından biri olan "Kahrolsun Yoz Müzik" duvar yazısı da ülkeyi alıp götüren arabeske ve aranjmana dayalı pop müziğe bir göndermeydi. O sene Karaca, yurtdışından gelen teklifleri değerlendirerek İngilitere ve Almanya turnesine çıktı. Bu turneden ise geri dönüşü öyle kolay olmayacaktı çünkü "1 Mayıs" plağı 1980'lerin başında "komunizm propogandası" nedeniyle mahkemeye taşınacaktı. Sırf bu nedenle 1980 yılının başında ölen babasının cenazesine yurtdışında olan Cem Karaca katılamadı. Babasının mezarını ziyaret etmesi için Karaca'nın bir süre daha beklemesi gerekecekti.
Haklı |
1980 yılı geldiğinde Cem Karaca, Almanya'dan Türkiye'ye dönmesinin ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Bu dönemde Almanya'da bulunan Türkofon şirketine geçti ve kendi durumuna uygun bir isim verilen "Hasret" albümünü yayınladı. Albümün ilk yarısı tamamen Nazım Hikmet eselerinin Karaca yorumlarına ayrılmılştı. Ayrıca Karaca'nın Almanya'da yaşayan Türklerin sorunlarını anlattırken aslında kendi sıkıntılarını da yansıttığı "Alamanya" şarkısını bu albümde yayınlamıştı. 12 Eylül darbesiyle de Karaca'nın Türkiye'ye geri dönme şansı daha da azaldı. Zaten 1980 yılının 1 Mayıs'ında Almanya'da megafonla yaptığı kısa konuşma abartılarak Türk medyasında yer aldıktan sonra 1981 yılının başında sıkıyönetim mahkemesi Karaca'nın Türkiye'ye dönmesini istedi ancak 2-3 yıl hapis cezası ile yargılanan Karaca, ülkeye geri dönmeme kararı aldı. Haksız değildi. Evren'in "bir sağdan bir soldan" gencecik insanları astığı, asmadığını işkenceyle süründürttüğü yıllardı. Karaca, Almanya'da mutlu değildi ama orada yaşamak zorundaydı. 1982'de yayınlanan "Bekle Beni", bir önceki albümün hasret ve zorluk temasını devam ettiriyordu. Ancak Karaca'nın çektiği memleket hasretini görmezden gelen darbe mahkemeleri 1982 yılının ortalarında Karaca'nın Türkiye vatandaşlığını iptal etti. Artık Cem Karaca bir "heimatlos"tu.
Şarkılarında politikaya dalmayı artık bırakan Manço ise Karaca'nın aksine müzik hayatına kısıtlamalar olmadan devam ediyordu. Hatta, 1980 yılının başında Altın Orfe festivalinde Türkiye'yi temsil etme hakkı kazanmış ve burada bir Bulgar şarkısına yaptığı yorumla ödül almıştı. Darbenin olması Manço'nun programlarını da etkilemedi. Ülkenin aydınlarına acı çektiren bu darbenin Manço'yu etkilememesi o dönem eleştiri konusu olmuş mudur bilinmez ama Manço, 1981'de "Eğri Büğrü" ile bir mesaj gönderdi. Bu şarkıda "Bana yolun seç diyorlar, bozuk yolu seçer miyim? Seçemezsen geç diyorlar, ben yolumdan geçer miyim? Kimi batı, kimi doğru, kuzey güney hepsi doğru, kim seçer ki bozuk yolu? Benim yolum bana doğru, hiç yolumdan döner miyim? Eğri eğri, doğru doğru, eğri büğrü ama yine de doğru" diyerek kafasındaki karmaşaya rağmen seçtiği yolun doğruluğundan emin bir adam görüntüsü verdi. Aynı sene "Sözüm Meclisten Dışarı"yı çıkardı. Bu albümde Kurtalan Ekspres elemanlarının bestelediği ve sözlerinin ne anlama geldiği halen farklı yönlere çekilebilecek "Dönence", Manço klasiği "Gülpembe", elektronik müzik şaheseri "2025", muhteşem bir aşk şarkısı "Alla Beni Pulla Beni" dışında "kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli, mevsimler geldi geçti görüşmeyeli, hiç haber göndermedin o günden beri, yoksa bana kızdın mı unuttun mu beni" sözleri ile Cem Karaca'ya bir gönderme olduğu iddia edilen "Arkadaşım Eşşek" şarkıları bulunmaktaydı. Evet, Manço belki de kendini ne sağa ne sola yaslıyordu ama halen müzik anlamında Türkiye standardının bir adım daha önünde yer almaya devam ediyordu.
Rockçılar popa dönerken (1982-1990)
Acayip bir fotoğraf |
Almanya'da sürgün hayatında müzikten ve sanattan kopmayan Karaca, Almanya'daki Türk gurbetçileri anlatan bir tiyatro oyununa müzik hazırlayıp bu şarkıları "Die Kanaken" adı altında yayınladı. "Die Kanaken", halkların barış ve kardeşliğini anlatan şarkılar içerirken, müziği de rock bir altyapı altında etnik öğreler barındırıyordu. Cem Karaca'nın bir şarkı dışında bütün şarkıları Almanca yorumlaması da takdire şayandı. Karaca, bu albümden "Mein Deutscher Freund"u Alman televizyonlarında söyleme şansı yakalarken aynı programda dünyaca ünlü Nana Mouskouri ile düet yapma şansı da yakalıyordu. Ancak bu Almanca albümün belki de en etkileyici şarkısı, Karaca gibi memleket hasreti ile yaşayan Nazım Hikmet'ten bestelenen "Çok Yorgunum" şarkısıydı. Bu şarkı Karaca'nın Türkiye özlemini en saf şekilde yansıtan bir parçaydı. Artık memleket hasretine dayanamayan Karaca, 1985'te Almanya'yı ziyarete gelen başbakan Turgut Özal ile görüşme ayarladı ve memlekete dönme isteğini ona bildirdi.
Karaca'nın Türkiye'ye dönme çabaları sürerken, Barış Manço ise Belçikalı klavyeci Jean.-Jacques Falaise ile "24 Ayar" albümünü yayınladı. Gitarist Bahadır Akkuzu'nun askerde olması nedeniyle gitar içermeye bu albümde iki tane de yabancı dilde şarkı bulunmaktaydı. Albümün promosyonunun bir kısmının Belçika'yı içermesi Manço'nun yurtdışı kapılarını zorlamayı devam ettirdiğini gösteriyordu. Ancak Manço'nun beklediği yurtdışı başarısı yıllar sonra bambaşka bir yerden gelecekti. Bu dönemde Koray ile tamamen yurda odaklanmış ve bir Sokak Çocuğu Ali bestesi "Çöpçüler" ile o dönemin "taverna rock" tarzının belki de en başarılı örneğini "Ceylan" albümünde yayınlamıştı. "Çöpçüler"in getirdiği ilgiye rağmen Koray ne rockçılara, ne arabeskçilere, ne de tavernacılara hitap edebiliyordu. Bu durum da Koray'ın kısa süre içinde para kazanmak için hızlı hızlı albümler yayınlamasına yol açtı. 1986'da "Gaddar, 1987'de "Çukulatam Benim", 1989'da "Ham Yam Yam", 1990'da "Tamam Artık" çıktı. Kayıt kalitesi oldukça kötü olan ve yeni şarkıların zayıflığı nedeniyle Koray'ın eski şarkılarının yeni yorumlarını da içeren albümler pek fazla ses getirmedi. Hatta "Topik" gibi Manço'nun çocuklarla kurabildiği bağdan esinlenip yazılmış denemeler Koray'ın diskografisinde garip bir yer buldu. Öte yandan "mor yoğurt yedin mi hiç? zargonya'yı gördün mü? şahmaran oldun mu hiç?"li "Anladın mı?", "başımda bere, elimde sarı madenden boru, gidiyorum katarın gittiği yere doğru"lu "Hayat Katarı" gibi Koray'ın fantastik yönünü gösteren şarkılar da bu dönemin en ilginç eserleri arasında yer almaktadır. "Çukulatam Benim" albümündeki "Erkin Koray Meyhanede (Zaten Hiç Çıkmadı Ki)" adlı intro da Koray'ın o dönemki yaşam tarzını anlatan en önemli ayrıntılardan biridir.
1980 darbesinin özgürlükleri kısıtladığı bu ortamda en büyük darbeyi görenlerden biri rock müzik olmuştu. Merkezinde özgürleşme olan rock müzik, ifade özgürlüğünün yara aldığı ve TRT'nin sansürcülüğe soyulduğu bu dönemde Karaca gibi rock müziğe gönül verenlerin bir kısmı yurt dışına çıkmış ya da çıkmak zorunda kalmış, ülkede kalanlar ise ya 80'lerin yükselen elektronik müziğini kendi müziğine yedirmişler ya da Ersen ve Dadaşlar gibi bir parodiden öteye geçememişlerdi. Erkin Koray, bu ortamda içine kapanırken, Barış Manço ise belli bir müzik kalitesinin altına düşmemesine rağmen daha önceki deneysel çalışmalarına veda etmiş, ortalama aşk şarkılarını daha ön plana çıkarmış ve Kurtalan Ekspres'i sadece bir konser grubu olarak numunelik kullanmaya başlamıştı. 1986'da çıkan "Değmesin Yağlı Boya" bu durumun bir göstergesiydi. Albümü yayınlarken Unkapanı'nda türeyen kalitesiz şarkıcılara bir cevap olarak bu çalışmayı yaptığını söyleyen Manço'nun bu albümü ise "Unutamadım" başta olmak üzere dönemine göre "eh işte" denebilecek, Manço'nun eski çalışmalarına kıyasla ise vasat altı şarkılardan oluşuyordu.
"Döndüm işte, döndüm baba, oh be" |
Çok güzel günler |
Müsaadenizle çocuklar (1990-1999)
1990 yılında Türk müziğinde yeni hareketlenmeler vardı. 1980'lerin arabesk popu yerini yavaş yavaş Özal'ın Türkiye'yi globalleştirmesinin de etkisiyle Batı normlu daha hareketli bir pop müziğe bırakıyordu. Bu pop müziğe geçişi Sezen Aksu, Nilüfer, Kayahan gibi aslında uzun süredir piyasada olan kişiler hızlandırsa da kısa süre içinde birçok yeni isim yepyeni şarkılarla müzik listelerine imzalarını atacaklardı. Bu ortamda Karaca'nın kendine yer bulması zordu ama para kazanması için de müzik yapması lazımdı. Önce müzikal kalitesini arttırmak için eski grup arkadaşlarından Cahit Berkay ve Uğur Dikmen ile çalışmaya başladı. Bu dönemde Berkay, Karaca'nın "Tamirci Çırağı"'nın yeni bir versiyonu olan "Kayha Yahya" şarkısı ile Karaca'nın o dönemin popüler yarışmalarından Altın Güvercin'e katılmasını istedi. Yarışmaya para ödülü için katılan Karaca, büyük ölçede genç isimlerden oluşan sanatçıları geçip birinci oldu. Aynı dönemde "Yiyin Efendiler" albümünü yayınlayan Karaca'nın bu albümdeki en etkileyici şarkısı "Oh Be"dir. Sürgün olduğu dönemde Kos'tan Bodrum'a bakarken duyduğu özlemi anlatan sanatçı, "ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba, döndüm işte, oh be!" sözleri ile kendini eleştiren kişilere verilebilecek en iyi cevabı vermişti. Erkin Koray ise 90'lara yine klavyesi ve gitarı ile tek başına, kendine özgü kemik kitlesinin karşısında verdiği "Tek Başına Konser" kaydıyla girecekti. Ancak Manço ve Karaca'dan farklı olarak Koray'ın geri dönüşü pop müziğin zirve yapması ile değil, Türk rock'nın 90'lar ortasında ilk baş kaldırışı ile olacaktı.
Erkin Baba'nın "tek başına" dönemleri |
Dedikodular bir yana, bu performansta tüyler diken diken |
Türk popunun şaha kalkmasından kısa bir süre sonra Türk rock müziğinde de bir kıpırdanma oldu. Yavaş yavaş sözleri Türkçe, müziği ise Anadolu yerine o dönem yurtdışında yapılan eserlerden beslenen canlı bir rock ortamı ortaya çıktı. Hem eski silahşörler, hem de "kentli Türkçe rock" diyebileceğimiz gruplar albümler çıkarırken uzun süre sesi soluğu çıkmayan Erkin Koray 1995'te "Gün Ola, Harman Ola" albümünü çıkardı. Albüme adını veren ve daha sonra İbrahim Tatlıses tarafından da yorumlanan şarkı her ne kadar Koray'ın eski alaturka eserlerini andırsa da "Mezarlık Gülleri" ve "Akrebin Gözleri" gibi şarkılarda Koray'ın hard rock'a hatta heavy metale yaklaşıyordu. Bu da Koray'ı Karaca ve Manço'dan farklı bir yere oturtuyor, hatta yeni jenerasyon rockçılara daha da yaklaştırıyordu. Bu nedenle 90'ların rock dinleyen gençlerinin ve müzisyenlerinin Koray'ı daha çok sahiplenmesi sürpriz değildi. Ayrıca albümün kayıt kalitesi Koray'ın seksenlerde çıkardığı albümlerden fersah fersah ilerideydi. Albümden kisa bir süre sonra Almanya kökenli Türk Rock grubu Ünlü, Koray'ın "Estarabim"ini yeniden yorumlayarak büyük bir başarı kazandı ve Koray'ın ana akımda kalmasına katkıda bulundu.
1990'lı yıllarin sonu üç silahşörlerin eski şarkılarının tekrardan ilgiye mazhar olduğu bir dönemdi. Bu ilginin ilk kıvılcımı 1997 yılı sonunda çıkan Türk filmi Ağır Roman sayesinde oldu. Bu filmin soundtrack'i için Cem Karaca, "Resimdeki Gözyasları"na yeni ve modern bir yorum getirdi. Filmin de büyük bir gişe basarısı yapması ile Cem Karaca yeni bir jenerasyona eski şarkılarının en güzellerinden birini tanıtmış oldu. 1999'da Cem Karaca son albümü "Bindik Bir Alamete"yi çıkardı. Albüme adını veren sıfır kilometre şarkı ilgi topladi. Karaca, bu şarkıda eski dönemindeki doğrudan eleştirme yerine yeni döneminde yer alan alay-eğlence-taşlama karışımını kullanmış ve "yerel ve genel seçim, seçin bakalım seçin ki dön baba dönelim, aynı yere gelelim. çete çeteye çatmıs. çete, çete içinde. battık buruna kadar, Cafer getir peçete" sözlerini söylemişti. Öte yandan Karaca, "Hudey Hudey" ve "Obur Dünya" şarkılarını yeniden yorumlayarak eski şarkılarını yeni dinleyicilerinin önüne sürmekten geri durmadı. Erkin Koray da aynı yıl aslen yurtdışı marketini hedefine alan "Devlerin Nefesi" albümü ile yeni şarkılarının yanında eski şarkılarının yeni yorumlarını piyasaya sürdü. Baris Manço ise önce "Kaplumbağanın Öyküsü" adlı yeni bir albüm çalışmalarını girmeyi düşünse de plak şirketinin de baskısıyla eski şarkılarını - maalesef nispeten arabesk/pop bir anlayışla- yeniden kaydettiği 2 CD'lik "Mançoloji"yi çıkardı.
Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri ise Cem Karaca ve Baris Manço'nun din konusunda zaman içinde ortak bir noktaya evrilmeleri olmuştur. Bu hissiyatı Manço, son albümünde "orada öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade, onu düşün ona sığın o senden öte benden ziyade" sözleri ile "Benden Öte Benden Ziyade" şarkısında, Karaca ise son albümünde "sev, korkma sakın. rab sana yakın. Allah yar yar" sözlerini içeren "Allah Yar" şarkısında tasvir etti. Elbette yaşını başını almış, görmüş geçirmiş bu önemli insanların hayatlarına din olgusunun daha büyük bir biçimde dahil olması şaşırtıcı değildi. Ancak bu iki ismin isimlerinin bir dönem Fethullah Gülen ile anılması büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Manço'nun Gülen'e bakis açısı daha çok Türk okulları tarafından şekillenmişti. Zaten kariyeri boyunca Türklüğün önemine referans veren Manço, Gülen'in bu çabalarından çok etkilenmişti. Karaca ise Gülen'in karakterinden ve "insan sevgisi"nden etkilendiğini belirtmiş ve Gülen'in Türkiye'den ayrılması ile kendi sürgünü arasında bir bağlantı kurmuştu. 2001'de Fethullah Gülen'in bir şiiri olan "Hazan"'ı Gülen için hazırlanan bir albümde okudu. Bu kadar önemli iki insanin Gülen tehlikesini görmemesi üzücüydü elbet ama cumhurbaşkanın bile "kandırıldık" dediği bu olay hakkında Manço ve Karaca'ya çok da yüklenmemek gerekiyor elbet. Ancak Gülen'in maskesinin artık herkes için düştüğü bu dönemde yaşasalardı, ne derlerdi, ne yaparlardi, görmek de isterdim doğrusu.
Yaprak dökümü (1999-2004)
Hak ettiği gibi bir törendi |
Klişe ama gerçek: Hayat fani, ölüm ani. 1999 Ocak'ında gün tam biterken geldi haber: "Baris Manço kalp krizi geçirdi, hastanede". Kısa süre sonra ise ölüm haberi geldi. Kimse bunu beklemiyordu. Türkiye'nin en kalabalık cenaze törenlerinden biri ile ebediyete intikal etti Baris Manço. Geride çok güzel şarkılar, çok güzel televizyon programları bırakarak. Ölümünden kısa bir süre sonra Mançoloji piyasaya çıktı ve çok satti. Her yerde Barış Manço'nun şarkıları bangır bangır çaldı. Kurtalan Ekspres, Manço'nun mirasını müzikten kopmayarak sürdürdü.
Cem Karaca, hayatını erkenden kaybeden dostu Manço'yu anmaktan hic çekinmedi. Bir zamanlar "Dadaloğlu" ile listelerde yarıştığı "Dağlar Dağlar"ı repertuarına aldı ve bu şarkıyı söylemekten hiç gocunmadi. Hatta bir süre Kurtalan Ekspres ile çalıştı. Ancak Karaca'nin Resimdeki Gözyasları ile yeniden doğuşu, Kahpe Bizans'ta oynaması ile devam etse de daha sonra bu ilgi söndü. Karaca, barlarda kafelerde para kazanmak icin çalmaya devam etti. Bu dönemde Karaca, unutulduğunu, önemsenmediğini hissediyordu. Bu da Karaca'nın sigara ve alkol ile ilişkisini daha da güçlendirdi. 2003'te Barisarock festivalinin ilk versiyonunda verdigi konser Karaca'nin genç dinleyici ile uzun bir aradan sonra buluşmasını sağladı. Ancak konser öncesi organizatörlerin onu almayacağını düşünerek kuruntu yapan Karaca stresten çok içmişti ve konserde sarhoşluğunu gizleyememişti. Ancak bu durumu onun heybetli sesi ve performansini da engelleyememişti. Karaca bu dönem Yeni Türkü'nün "Göç Yolları"ni çok iyi bir şekilde yorumlamıştı ve "Hayvan Terli" adlı bir single ile müzik dünyasına dönme kararı almıştı. Ancak maalesef geçirdiği bir kalp krizi onu bizden 2004'ten aldı. İsteği üzerine alkışlarla değil, tekbirlerle son yolculuğuna uğurlandı.
Erkin ve Ahmet babalar Karaca'yı uğurlarken |
Şarap gibi adam |
Günahları da oldu, sevapları da. Bazen kötü şarkılar da yaptılar, çokca da heyecanlandırdılar, düşündürttüler, hüzünlendirdiler ve öğrettiler. O güzelim rock müziğin bu ülkedeki çehresini çok güzel bir biçimde değiştirdiler.
Biri kendi bildiğini okudu. Aklına geleni söyledi. Aklına geleni çaldı. Hindistan'ı da ayağımıza getirdi. Bizim müziğimizi de meraklı yabancılara götürdü. Gitarını da en güzel şekilde çaldı. Rock müziği tam anlamıyla yaşadı, yaşıyor.
Diğeri rock müziğe tiyatroyu getirdi. Rock gerçek temeli olan işçi sınıfının zorluklarını, vatansız kalma pahasına anlattı. Dilsiz şeytan olmadı. Anasını, oğlunu görebilmek için hapse girme pahasına ülkesine geldi, yine de eleştirmeden duramadı. Şarkısını en güzel şekilde söyledi. Aşkı da öfkeyi de hissettirdi.
Öbürü de en güzel halk deyişlerini bir ozan gibi topladı, kendi deyimlerini buldu ve bunları hiçbir zaman unutulmayacak bir şekilde akılda kalan şarkılara nakşetti. Müzikte deneyler yaptı mı en farklı işleri kaydetti. Klişeye daldı mı klişelerin en güzelini yaptı. Elimizden tuttu, büyüttü, dünyayı gezdirdi.
İyi ki var oldular.