diğerleri
Game of Thrones sonrası the Hobbit'e bir bakış
Hobbit serisinin ikinci filmi Smaug'un Viranesi'ni (ya da Çorak Toprakları, Türkçe'ye çevirelim derken bir karambol olmuş anladığım kadarıyla) izlerken özellikle filmin ikinci yarısında zihnim başka şeylere nasıl daldıysa artık, filme bir türlü odaklanamadım. Çünkü Game of Thrones'u izlediğimden beri fantastik ya da bilim kurgu tarzı filmlerden zevk alamıyorum. Çünkü Game of Thrones çığır açan bir yapıt olarak, benzer eserlerden zevk alma çıtamı tepelere çaktı.
J.R.R Tolkien çok büyük bir adam, buna hiç şüphe yok. Kendi kurduğu dünyanın güzelliği bir kenara, sistematik bir biçimde yarattığı Elf dili bile kendisinin fantazi dünyasında ne kadar önemli biri olduğunu kanıtlamaya yeter. Yüzüklerin Efendisi de klasik bir iyiler ve kötüler savaşının destansı bir anlatımı. Kitapları okumuş olmama rağmen, bu evrene çok hakim olmadığım için yalan yanlış konuşuyor olabilirim ama çoğu yerde okurun iyi ve kötüyü birbirinden kolayca ayırt edebildiğini düşünüyorum. Sauron, saf kötülüktür mesela. Neden kötülüğe itildiğini bilemeyiz. Orklar, Uruk-hailer gibi ırklarda da sevgi diye bir şey yoktur. Öte yandan Hobbitler sevgi doludur. Geri kalan ırklar da birbirleriyle çekişmeleri olmasına rağmen kendi içlerinde iyidirler. Kimsenin gözü diğerinin toprağında değildir. Gri diyebileceğimiz tek karakter Gollum ve yüzüğe sahip olan şahıslardır. Bunlar da fazla hırstan dolayı karakter özelliklerini kaybetmiş, yüzüğe endeksli yaşayan karakterler.
İyi ve kötünün bu keskin ayrılığı benim için uzun bir süre sorun olmadı. Birincisi, Yüzüklerin Efendisi hiçbir zaman insan psikolojisini çözme iddiası ile ortaya çıkmadı zaten. Yepyeni bir dünyayı, muhteşem bir betimlemelerle gözümüzün önüne getirdi. Filme de yansıyan o görkemli görselliğin yanında bunların lafını etmek zor olurdu. İkincisi ise Game of Thrones'u izlememiş/okumamıştım.
Sonra Game of Thrones'un önce ilk sezonunu izledim, sonra ilk kitabına başladım. Bu arada diğer sezonlarını da izledim. GoT, LoTR'a göre öncelikle daha az fantastik. Ancak yine de benzerlikleri farklılıklarından fazla. Tamamen ayrı bir dünya, farklı değerlere sahip topluluklar, kurgusal bir geçmişe göndermeler, hanlar, yolculuklar vesaire. Ama GoT'ta iyi-kötü ayrımı Joffrey piçi dışında çok kesin değil. Mesela Cersei Lannister'a ne kadar kızarsak kızalım, onun ataerkil bir düzende yetişirilip, istemeye istemeye başkasına aşık bir adamla evlendirildiğini hatırlayınca onun yaptığı bazı şeyleri kaldırabiliyoruz. Ya da Ned Stark. İlk kitabın ana kahramanı, adeta bir adalet ve erdem timsali olarak gösteriliyor. Ancak, gayrı meşru çocuğu Jon Snow'u ve onun annesiyle olan gizemli geçmişini düşününce bir duraksıyoruz.
İyi ve kötünün bu kadar gerçekçi olduğu bu seride, daha da güzel olan şey herkesin her an ölebiliyor olması. Yine Ned Stark'a dönelim. Adam yıllarca kendi beyliğinin başında durmuş birisi. Zeki bir adam ama bazı insanların arkasından iş çevirebileceğine inanamayacak kadar da saf. Kralın ölümünden sonra destekçisi kalmayıp ne kadar zor günler geçirdiğini anlayabiliyoruz. Başka bir kitapta olsa tüm düşmanlarını muhteşem savaşçılık yeteneği ile kılıçtan geçirdiğini okuyabilirdik. Ama burada daha kalabalık bir grup tarafından saldırıya uğrayıp topal kalıyor ve daha sonra da öldürülüyor zaten.
Hayat böyle çünkü. Kahraman olmak bir kişilik özelliği değil. LoTR'da kahraman olarak gösterilen kişinin ne yapıp edip ölmeyeceğini ya da ölümünün zafere açılan bir kapı olacağını biliyoruz. Ancak GoT'ta kahraman olarak gösterilen kişi bir kişilik zaafiyetinden dolayı bok yoluna ölebiliyor. Khalessi gibi güzelliğinden ve şanlı geçmişinden başka hiçbir şeyi olmayan bir genç kız, yaşam şartlarından dolayı kahramanlaşabiliyor.
The Hobbit'e dönelim. Bilmem kaç tane cüce, bütün Orta Dünya'yı geçerek ejderha öldürmeye gidiyor. İki filmdir onca macera atlatıyorlar. Yok efendim ifritlerin eline düşüyorlar, örümcek ağıyla kaplanıyorlar, orklar saldırıyor falan filan. Ama hep son saniyede birisi onları kurtarıyor. Bir süre sonra işin bütün heyecanı da böylece gidiyor. Orklar, cücülere saldırdığında en sonunda ölenlerin sadece orklar olduğunu biliyorsun.
Ayrıca o orklar sadece ölmek için yaratılmış bir ırk gibi. Hisleri yok, düşünceleri yok, hem tipleri çirkin hem kişilikleri. Sadece liderleri iyi savaşıp, bir türlü ölmüyor. Ama diğerleri çatır çatır ölüyor. Bu da çok mantıksız. Ejderha desen burnunun üstündeki adamı yakmak yerine yavaş hareket edip elinden kaçırıyor, çok kolayca kandırılabiliyor. Legolas, bütün orkları çatır çatır okuyla avlarken en baba orku nedense öldüremiyor.
Yani kısacası Game of Thrones, fantastik olmasına rağmen yakaladığı gerçekliği ile bu sektörde bambaşka bir kapı açtı. The Hobbit gibi bir klasiğin bile ucuz aksiyon olarak görülmesine neden oldu. Hele Peter Jackson'ın bir kitaptan üçleme çıkarma çabası ile manasız aksiyon ve aşk öyküleri ile doldurduğu bir üçlemenin yanında Game of Thrones bir pırlanta gibi parlıyor.
Khaleesi'nin ejderhaları > Smaug
J.R.R Tolkien çok büyük bir adam, buna hiç şüphe yok. Kendi kurduğu dünyanın güzelliği bir kenara, sistematik bir biçimde yarattığı Elf dili bile kendisinin fantazi dünyasında ne kadar önemli biri olduğunu kanıtlamaya yeter. Yüzüklerin Efendisi de klasik bir iyiler ve kötüler savaşının destansı bir anlatımı. Kitapları okumuş olmama rağmen, bu evrene çok hakim olmadığım için yalan yanlış konuşuyor olabilirim ama çoğu yerde okurun iyi ve kötüyü birbirinden kolayca ayırt edebildiğini düşünüyorum. Sauron, saf kötülüktür mesela. Neden kötülüğe itildiğini bilemeyiz. Orklar, Uruk-hailer gibi ırklarda da sevgi diye bir şey yoktur. Öte yandan Hobbitler sevgi doludur. Geri kalan ırklar da birbirleriyle çekişmeleri olmasına rağmen kendi içlerinde iyidirler. Kimsenin gözü diğerinin toprağında değildir. Gri diyebileceğimiz tek karakter Gollum ve yüzüğe sahip olan şahıslardır. Bunlar da fazla hırstan dolayı karakter özelliklerini kaybetmiş, yüzüğe endeksli yaşayan karakterler.
İyi ve kötünün bu keskin ayrılığı benim için uzun bir süre sorun olmadı. Birincisi, Yüzüklerin Efendisi hiçbir zaman insan psikolojisini çözme iddiası ile ortaya çıkmadı zaten. Yepyeni bir dünyayı, muhteşem bir betimlemelerle gözümüzün önüne getirdi. Filme de yansıyan o görkemli görselliğin yanında bunların lafını etmek zor olurdu. İkincisi ise Game of Thrones'u izlememiş/okumamıştım.
Sonra Game of Thrones'un önce ilk sezonunu izledim, sonra ilk kitabına başladım. Bu arada diğer sezonlarını da izledim. GoT, LoTR'a göre öncelikle daha az fantastik. Ancak yine de benzerlikleri farklılıklarından fazla. Tamamen ayrı bir dünya, farklı değerlere sahip topluluklar, kurgusal bir geçmişe göndermeler, hanlar, yolculuklar vesaire. Ama GoT'ta iyi-kötü ayrımı Joffrey piçi dışında çok kesin değil. Mesela Cersei Lannister'a ne kadar kızarsak kızalım, onun ataerkil bir düzende yetişirilip, istemeye istemeye başkasına aşık bir adamla evlendirildiğini hatırlayınca onun yaptığı bazı şeyleri kaldırabiliyoruz. Ya da Ned Stark. İlk kitabın ana kahramanı, adeta bir adalet ve erdem timsali olarak gösteriliyor. Ancak, gayrı meşru çocuğu Jon Snow'u ve onun annesiyle olan gizemli geçmişini düşününce bir duraksıyoruz.
İyi ve kötünün bu kadar gerçekçi olduğu bu seride, daha da güzel olan şey herkesin her an ölebiliyor olması. Yine Ned Stark'a dönelim. Adam yıllarca kendi beyliğinin başında durmuş birisi. Zeki bir adam ama bazı insanların arkasından iş çevirebileceğine inanamayacak kadar da saf. Kralın ölümünden sonra destekçisi kalmayıp ne kadar zor günler geçirdiğini anlayabiliyoruz. Başka bir kitapta olsa tüm düşmanlarını muhteşem savaşçılık yeteneği ile kılıçtan geçirdiğini okuyabilirdik. Ama burada daha kalabalık bir grup tarafından saldırıya uğrayıp topal kalıyor ve daha sonra da öldürülüyor zaten.
Hayat böyle çünkü. Kahraman olmak bir kişilik özelliği değil. LoTR'da kahraman olarak gösterilen kişinin ne yapıp edip ölmeyeceğini ya da ölümünün zafere açılan bir kapı olacağını biliyoruz. Ancak GoT'ta kahraman olarak gösterilen kişi bir kişilik zaafiyetinden dolayı bok yoluna ölebiliyor. Khalessi gibi güzelliğinden ve şanlı geçmişinden başka hiçbir şeyi olmayan bir genç kız, yaşam şartlarından dolayı kahramanlaşabiliyor.
The Hobbit'e dönelim. Bilmem kaç tane cüce, bütün Orta Dünya'yı geçerek ejderha öldürmeye gidiyor. İki filmdir onca macera atlatıyorlar. Yok efendim ifritlerin eline düşüyorlar, örümcek ağıyla kaplanıyorlar, orklar saldırıyor falan filan. Ama hep son saniyede birisi onları kurtarıyor. Bir süre sonra işin bütün heyecanı da böylece gidiyor. Orklar, cücülere saldırdığında en sonunda ölenlerin sadece orklar olduğunu biliyorsun.
Ayrıca o orklar sadece ölmek için yaratılmış bir ırk gibi. Hisleri yok, düşünceleri yok, hem tipleri çirkin hem kişilikleri. Sadece liderleri iyi savaşıp, bir türlü ölmüyor. Ama diğerleri çatır çatır ölüyor. Bu da çok mantıksız. Ejderha desen burnunun üstündeki adamı yakmak yerine yavaş hareket edip elinden kaçırıyor, çok kolayca kandırılabiliyor. Legolas, bütün orkları çatır çatır okuyla avlarken en baba orku nedense öldüremiyor.
Yani kısacası Game of Thrones, fantastik olmasına rağmen yakaladığı gerçekliği ile bu sektörde bambaşka bir kapı açtı. The Hobbit gibi bir klasiğin bile ucuz aksiyon olarak görülmesine neden oldu. Hele Peter Jackson'ın bir kitaptan üçleme çıkarma çabası ile manasız aksiyon ve aşk öyküleri ile doldurduğu bir üçlemenin yanında Game of Thrones bir pırlanta gibi parlıyor.
Khaleesi'nin ejderhaları > Smaug
Yorum yap