Dershanelerde geçen ömrüm

Çocukken dershane

Hayatımda ilk dershane sınavıma 3. sınıfın sonunda girdim. Hadi bunu yaşa dökelim; 9! Yazı ile dokuz! Şimdi bakınca çılgınlık gibi geliyor ama o zaman hayatın bir gerçeğiydi. Çünkü ben okumaya başladığımda ilkokul vardı, ilköğretim değil. Normal şartlarda 5. sınıfta orta okul sınavlarına girmem gerekiyordu. Sınava girdiken ve dershaneyi burslu kazandıktan sonra ise  eğitimin 8 yıla çıktı, ortaokula giriş sınavları da bu nedenle kalktı. Ancak ben dershaneyi kazanmıştım ve görünüş o ki, dersaneye gitmem gerekiyordu.

1997 Eylül'ünde dershaneye başlamış olmam gerekiyor. 9 yıl 3 ay! Çok iyi hatırlıyorum ki Kanal D'de Çocuktan Al Haberi programı vardı. Öğlenci olduğum zamanlar başını kaçırdığıma çok üzülüyordum. Aynı dönemde Selim Can, televizyonlarda program yapıyordu. Aile bireylerim; "Bak bak ne akıllı çocuk, televizyonda büyük adam gibi yorum yapıyor" diye kendisini bana örnek gösteriyordu. Ne yalan söyleyeyim, gitmiyordu işte hoşuma. Dershaneye gidip bir şeyler öğrenmemin onları mutlu etmesini bekliyordum. Oluyorlardı da, eminim. Ama hala birilerini bana örnek göstermeleri üzüyordu biraz. Sonra kaderin oyunu, Selim ile liseyi beraber okuduk aynı dönemde."Ulan senin yüzünden ne laf yedik ailemden!" diyemedim kendisine. Çünkü büyük ihtimalle benim durumumdaki bir çok kişi kendisine bu lafları demiştir.

Dershanede okula destek olacak çok bilgi öğrendim, kabul. Şunu, şunu dershanede öğrendim diye sayamam belki. Sadece Türkiye çapında yapılan sınavlarda fena olmayan dereceler yaptığımı, babamın da ÖSS'ye kadar beni bu sınavlar ile insanlara tanıttığını biliyorum.

Ancak dershane döneminin bana ekstradan kattığı şeyleri de söylememek olmaz. 10 yaşında bir çocuk olarak kendi başıma minibüs ile bir yerlere gitmeyi öğrendim. Arkadaşlar ile tenefüste ciğer-ekmek yiyerek, kendi başıma bir restorana gitmeyi öğrendim. Top oynamaya dalıp derse geç kaldığımız için kızların karşısında ilk azarımı yedim, böylece azar yemeyi de öğrendim.

Ergenliğe girerken dershane

Bir sene sonra yine haftasonlarım dershane ile dolmuştu. Ancak bu sefer sistem biraz daha farklıydi çünkü dershane sadece İngilizce dersleri veriyordu. Biz de bütün ilkokul tayfası ve birkaç ekleme ile derslere başlamıştık.

Neden böyle bir şeye gönderilme gereği duyduğumu bilmiyorum. Büyük ihtimalle Edirne'de özel kolejler açılmaya başladığı için İngilizce konusunda bizi geliştirmek istemişti ailelerimiz. Dershaneden aklımda kalan tek şey "Prime Minister" kelimesini öğrenmek olmuştu çünkü büyüyünce ne olacaksınız sorusuna hep astronot demekten sıkıldığım için sözlüğe bakıp "I want to be a prime minister" demiştim.

Haşarılık dozu artıyordu gitgide. Şansımıza da dershane binasının yanında bir halı saha vardı. Derslere yine geç kalıyor, terli terli ve yorgun bir şekilde sıramıza oturuyorduk. İçimizde de hayatında ilk kez halı sahada babasını izlemek yerine yop koşturan çocukların, oyunları kesildiği için hissettikleri kızgınlık vardı. Yes, I was really angry!

Ergenlikte dershane

Ah, ah. Kanatlanıp uçmak isteyen bir kuşu zorla kafese tıkmak gibiydi LGS'ye hazırlanırken dershaneye gitmek. Evet, gitmek zorundaydım. Zaten hafta içinde erken kalkarken, haftasonları da erken kalkmanın ne kadar sinir bozucu bir şey olduğunu o zaman öğrenmiştim. Edirne, o kış çok soğuktu. Dershaneye gittiğim her gün çok üzgündüm ve hatta sinirliydim.

LGS, benim kendimi göstereceğim sınav olarak bakılıyordu. Tamam, okulda iyiydim. Ancak bu sınav çok farklıydı. Herkes çok iyi yapacağıma inanıyordu. Ben inanmıyordum ama kendime. Kötü bir not aldığım dershane sınavı oldukça moralimi bozuyordu.

Dershanede gerçekten çok yalnız hissediyordum ben. Arkasına kocaman bir gitar çizdiğim açık kahverengi çantam ile şarkılar mırıldanarak dershaneye giderim. En arkaya otururdum en iyi anlaştığım arkadaşım ile. Bir şekilde geçerdi zaman.

Etüt kavramıyla da o zaman tanıştım. Haftada iki gün okuldan sonra ek derse dershaneye gidiyordum.

Pek mutsuzdum. Kimsenin de pek umrunda değildim.

Delikanlıyken dershane

Sonra da lise zamanı dershane dönemi başladı. İki sene üstüste. Yazları Edirne'de başladığım, kışın ise İstanbul'da devam eden dershane günleri. Edirne'de dershanede tanıştığım bir hanımefendi ile uzun bir süre sevgili olmak dışında bir anım yoktur.

Burada bu paragrafı açmak lazım ki dershane erkekler ve kızları yakınlaştıran önemli bir yerdir. Dershane öncesi okul içindeki kızlar arasında, yani kısıtlı imkanlar içinde sevgili aranırken, dershane bu muhtemel sevgili grubunu genişlettiriyordu. Bu yönünden dershanelerin hakkını teslim etmek lazım.

Bu dönemdeki en büyük sorun da sabahları erken kalkmaktı. Hele İstanbul trafiğini düşününce saçma sapan karanlık saatlerde güne uyanmak olağanlaşmıştı.

ÖSS zamanı artık ailemden uzak bir birey olduğum için hiçbir şekilde üniversite baskısı görmedim onlardan. Hatta ÖSS sonucunu babama kahvaltıda açıklamıştım. Önce puanı söyleyip çok heyecanlı bir tepki almamıştım kendisinden. Bir şekilde bir yere gireceğimi biliyorlardı zaten. Ancak dereceyi söylediğimde babamın başını kaldırıp, "hadi canım" dercesine baktığını unutmam.

Ancak bu sefer de dershaneden baskı geliyordu çünkü dershaneler öğrencilere bağlıdır. Onların kitaplarında sırıtan yüzünle, nasıl başarılı olduğunu açıkladığın yazılarla bulunmalısın ki reklamlarını yapsınlar. Ben de bunlardan biri olmuştum. Sağolsunlar bir laptop ile benim payımı vermişlerdi. Hala iş yapar kendisi. Ancak kurallar serttir. "Kız arkadaşınız olmasın" diyemeseler de bunu ima ederler. Derslerde laubaliliği ancak hoca yapar. Herhangi bir şekilde hocanın düşüncesine ters bir şey söylenmemelidir. Günde ne kadar soru çözülmesini gerektiğini söylenir. Vs. vs. vs.

Dershaneler kapatılsın mı?

Görüldüğü üzere hayatımın 5 senesinin haftasonları dershanelerde kaybolmuş biriyim. Bunun yerine sevdiğim bir şey yapsaydım, mesela gitar kursuna gitseydim Eurovision'da olurdum belki, ya da futbol kursuna gitsem Gençlerbirliği'nde olabilirim. Hani hiçbir şey yapmasam bile belki belki çok kitap okur, çok şiir okur, çok farklı hayat tecrübeleri edinebilirdim.

Ancak farkındayım. Dershaneler olmasaydı kendi başıma çalışıp şu an bulunduğum yerde olamazdım. Dershaneleri hiç sevmedim, sevmeyeceğim de. Ancak, durum bu. Dershaneler kapatıldığında sadece özel ders almaya parası yeten maddi durumdaki yerinde ailelerin çocuklarının iyi üniversitelere gireceğinin farkındayım. Devletin büyük bir vergi kaybının olacağının da farkındayım. Daha bir çok şey olacak, onların da farkındayım.

Bu nedenlerle, bu ucube eğitim sistemiz maalesef dershanesiz olamaz. Dershaneleri kapatmak yerine, daha iyi bir üniversiteye giriş sistemi getirilmesi, lise eğitiminin iyileştirilmesi gibi çözümlerin daha yararlı olacağını da iddia ediyorum.

2 yorum

sasely dedi ki...

sınav hazırlık, lise hazırlık, üniversite hazırlık... aslına bakılırsa dershanelerin ya da derslere aynı öğretmenlerin girdiği "okul kursları"nin varlığı öğretimdeki boşluğu kabul etmekten başka bir şey değil. tabi burda beni en çok düşündüren, bir öğretmenin aynı öğrencilerle ekstra "kurs sınıfı" açması. ders süresi bakımından daha fazla zaman geçirdiğin ve konuları öğretemediğin öğrenciye, hafta sonu bilgi mi enjekte edeceksin? bu bana hep öğretmenin vasfını taşımadığını düşündürmüştür.kaldı ki, 7 yaşındaki çocuklarla 5 buçuk yaşındaki çocukların aynı sınıfta okumaya çalışmaları; ders kitaplarında herkesin maddi ve kültürel standardı birmiş gibi konu anlatımı, tanım metni, ne bileyim herhangi bir açıklama olmadan direkt araştırınız, bilgisayardan bakınız, bilgisayar çıktısı alınız gibi ifadelerin yer alması ister istemez eğitimde kocaman bir boşluk oluşturmaya başladı. yani illa ki kaynak gerek öğrenciye ve kaynağı olmayan-olamayan çocuk soru işareti olacak. dershanelerse en azından herkesin bütçesine uygun alternatifler sunabiliyor ve öğrencinin eksiğine yardımcı olabiliyor. ve dershanelerin kapatılma durumuyla ilgili beni asıl düşündüren şey 5-10 sene sonra bu çocuklara ne olacağı... ve umarım olmaz ya, bu, bu şekilde devam ederse türkiye'nin ne olacağı...

cansarp, eğer hala başbakan olmak istiyorsan, türkiye'nin gelecek günleriyle ilgili farklı senaryolar üretebilirim. =)

59RS dedi ki...

dear sasely,

çok güzel bir noktaya parmak basmışssın "kurs sınıfı" açan öğretmen konusunda. gerçi konuyu tam bilmiyorum ben. öğrenmenlik vasfı taşıyamayan öğretmen olacağı gibi, belki de fazla müfredata az zaman veren eğitimin sisteminin suçu da olabilir bu sınıflar. her ne olursa olsun, haftasonu yanan çocuğa oluyor olanlar.

senin son yazında okuduğum üzere, çocuklarla pek bir ilgili olduğunu için şimdiki eğitim sistemini iyi biliyorsun. "bilgisayardan bakınız, bilgisayardan çıktı alınız" gibi şeylerin ne sıklıkla kullanıldığı hakkında hiçbir fikrim yok. bir de tablet meselesi var. off ki ne off. bu eğitim sistemi çok hızlı değişiyor ve anlamak mümkün değil çocuk değilsen ya da çocuğun yoksa.

bir de internette yazan her şeyin doğruluğuna inanmak geleneği var. "dünya düzmüş" diye makale yazılıp, sadece internet kaynakları gösterilebilir mesela. bu bilgisayar meselesi düşündükçe daha tehlikeli hale geliyor.

başbakan olamayacağımın farkındayım. farklı senaryolar üret, uyut beni :)

Blogger tarafından desteklenmektedir.