Nice'te taraftar neden haklıydı?




Memleketin binlerce derdi varken futbol hakkında yazmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak ülkemizde futbol memlekette olan bitenlerin bir aynası olduğu için bu konuya değinmemek olmaz. Bildiğiniz gibi milli takımımız Avrupa Futbol Şampiyonası'nda tabir-i caizse patladı. 1996'da aldığımız sıfır puan, ilk kez bu turnuvaya katıldığımız için hoş görülmüştü. Hoş, Alpay'ın Fair-Play ruhuna uygun davranacağı tutmasaydı bir tanecik puanımız olabilecekti. 20 sene geçmiş üstünden. Başımızda yine Fatih Terim var. 20 yıl içinde dalgalı bir seyir izleyen performansımız da yine dibe vurmuş.

Arkasına haklı bir şekilde teneke bağlanmış Platini'nin abuk sabuk fikirlerinden biri olan katılımcı sayısının arttırılması ve son hafta olabilecek bütün olumlu sonuçların lehimize gelişmesiyle, altı takımlı grubun üçüncüsü olarak bu turnuvaya katıldık. Bunların bilincinde olsam da, son maçlarda gösterilen istek ve turnuvanın Nice'te olması nedeniyle Türkiye'nin bir maçını izlemeye karar verdim. Bunun için bir iş konferansını da kısa kesmeyi göze aldım. Halbuki uzun süredir bir şey hissetmiyordum milli takıma karşı. Hele hele Konya'da saygı duruşunu ıslıklayan sözde taraftarlar, Terim'in akıl almaz maaşı, futbolcu primleri, Mr. Demirören derken, hiç bu toplara girmemem lazımdı. İnsan yine de tutamıyor kendini.

Ben belki çok motive değildim ve üstüme kırmızı bir şey çekip maça gittim ama taraftarların çoğu benim gibi değildi. Çoğu insan turnuva için hazırlanmış orijinal formaları almış. Türkiye'nin diğer ürünleri de kapış kapış gidiyordu. Türk taraftarlar sadece Türkiye'ye ayrılan koltuklardan değil, tarafsız koltuklardan da bilet almışlardı. Türkiye'den de gelen vardı, ABD'den de. Bu adamlar İspanyol taraftarlardan daha açlardı. Maçın başından beri tezahürat ettiler. Hani şimdi "ne olursa olsun Milli Takım'ı desteklemeliyiz" diyen yalakalar var ya, ilk maçını kaybetmiş ikinci maçında da çok şansı olmadığı belli olan bir takımı saatlerce destekleyen taraftarı göremeyecek kadar kör olmuşlar.

Peki bu kadar emek veren taraftar karşılığında ne gördü? Ben söyleyeyim. Stada gelen milli takım oyuncuları kulaklarında kulaklıklarla, ellerinde karton bardaklarla, çimlerde artist artist dolaştı. Taraftarlar ise onların stada gelişini skorboard'dan gördüğünden beri onlar için tezahürat yapıyordu. Dakikalarca milli takım tribüne çağırıldı. Uzun süre bir tepki göstermeyen bu futbolcular, giderayak üstünkörü bir el salladı ve çekip gittiler. Benzer şeyler maç öncesi ısınmalarda da oldu.

İspanya maçında bu havalı futbolcuların nasıl top oynayamadığını ise tüm dünya gördü. Bu kazmalık stadda daha da belirgindi. Boşa kaçan adamları görememeler, heyecan verici ve yaratıcı hareketlere yeltenmemeler, akıl almaz bir durgunluk. Bunları izlerken Arnavutluk'un Fransa'ya nasıl saldırdığı aklıma geliyordu. Galler'in attığı golleri düşünüyordum. İzlanda'nın Portekiz'i nasıl durdurduğunu düşünüyordum. Biz ise iki maçtır akıl kırıntısı bulunan bir hareket bile yapmamıştık.

Taraftar üç gol yenilene kadar yine sabırlı davrandı. Ancak bu aptallığın faturası birine kesilmeliydi, ve de kimse kusura bakmasın, bu sorumluluk takımın antrenörüne ve kaptanına kesilecekti. Reklam filmlerinde sorumluluk alırmış gibi yapan sözde kaptan, gerçek hayatta bırak sorumluluk almayı sorumluluktan kaçtı. Instagram'da kendisini eleştiren taraftara hareket edecek kadar kibirli, maçtan önce mentörü Terim gibi "ben ders almam, veririm" moduna girecek kadar ukala hale gelmiş bu topçu, iki ıslığa el kol hareketi yapacak kadar alçaldı.

Ara not olarak şunu da söylemek lazım: Bu sözde kaptana yapılan tepkinin kendisinin politik görüşü ile ilgisi asla yoktu. Birincisi, tek sağcı topçu Arda Turan değil. En çok paraya, en cafcaflı sosyal medya hesabına, en kodaman arkadaşlara sahip olmak, bu ülkedeki neredeyse her futbolcunun hayali. Eğitim ile spor hayatını beraber götürecek bir ortama sahip olmayan, dünyaya açılamayıp küçük altyapı dünyasına hapsolmuş bu insanların etkileyici bir siyaset bilgisine sahip olmasını kimse beklemiyor. Kısa yolları tercih edip, iktidarın mezesi oluyorlar. İkincisi, kendim için konuşayım, siyasi görüşünün kaypaklığını bilmeme rağmen Arda Turan'ın Barcelona'daki maçlarını kaçırmamaya çalıştım. Sonuçta adam bir politikacı değil; dünyanın en iyi takımlarından birine transfer olma başarısını göstermiş bir futbolcu. Üçüncüsü, statta Osmanlı Tuğrası'nı formasına yapıştırmış, kafasında fesli adamlar da Arda'yı yuhaladı. AKP'liler bile "ya bu adam RTE'yi seviyor" diyip içine atmadı öfkelerini.

Demek istediğim şu:
Milli takımın bu turnuvaya katılması başarıdır ama "hep destek, tam destek" diyecek kadar büyük bir başarı değildir. O verilen ya da verileceği taahüt edilen primler, bu başarı için çok fazladır ve şu an görüldüğü üzere işin içine paranın sokulması milli takıma daha da zarar vermektedir.

Buna rağmen taraftarın büyük kısmı ikinci maçta da bir bok oynanmayıp üç gol yenilene kadar takımına desteğini esirgememiştir. Arda Turan'ı yuhalasa bile maç bitince Türkiye diye bağırmayı ihmal etmemiştir. Orijinal ürün alıp, Nice stadını dolduran bu taraftara laf söyleyen Terim ya da Turan yalakasıdır ve ciddiye alınmamalıdır.

Türkiye'deki ahlaki çöküntü milli takımda çok güzel gözükmektedir. Spor hayatı centilmenlik dışı olaylarla dolu Fatih Terim, milli takımı yol geçen hanı yapmıştır. Karısına şiddet uyguladığı ortaya çıkan Burak Yılmaz hala maçlara çıkmaktadır. Silahla korkutulan Ömer Toprak milli takıma dönmeye ikna edilemezken, silahı çeken Töre hala milli takıma çağırılmaktadır. Tanıdık menajerlere bağlı futbolcuların daha fazla forma şansı bulduğu konuşulmaktadır. Döneminde takımının şikeye teşebbüs ettiği kanıtlanan ve takımını borca sokan Demirören hala başkandır. Bir de primler, maaşlar, reklamlar, onlar, bunlar...

"Biz bitti demeden bitmez" gibi burnu havada bir slogana yakışacak zavallı bir sona doğru ilerliyoruz. Kısa vadede gösterilen iyi performanslarla avunabiliriz ama ülke futbolunu (ve de ülkenin kendisini) daha kötü günlerin beklediğini görmemek körlüktür.


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.