Gerçek anlamda demokrasi

by 23:52:00

Daha Nice saldırısının üstünde 48 saat geçmeden bir darbe girişimine tanık olmak inanılmaz bir şey. Bu sefer aceleyle bir şeyler yazmak istemeyip bekledim. Gerçi artık Türkiye hakkında pek bir şey yazasım da gelmiyor ama tarihe not düşmek için bir şeyler yazmak da gerekli.

Yurtdışındayken ülkende darbe olması ilginç bir his. Bir yandan şanslısın. Üstünden jetler geçmiyor, sokaktaki protestoları duymuyorsun, camilerden bangır bangır okunan selalardan haberin yok. Öteki yandan ise bir şey yapamamanın zorluğu ve özellikle bir sonraki gün herkes mutlu mesut hayatına devam ederken senin hissettiğin yalnızlık var (Neyse ki buradaki arkadaşlarım anında destek mesajları göndererek moralimi yüksek tuttular). Daha da büyük problem ise ailenin ülkede olması. Bu endişe nedeniyle darbe söylentilerini ilk duyduğumda hemen bahaneler üretmeye başladım ve bu gerçeği reddettim. "Bomba ihbarıdır" dedim, "tatbikattır" dedim. Erdoğan ile iyi geçinen Genelkurmay Başkanı'nın darbe yapacağına inanmıyordum (haklıydım). Kemalist subayların Ergenekon ve Balyoz sonrası buna kalkışacağını düşünüyordum (haklıydım). Fethullahçıların bunu yapacak gücü ve yüreği yok sanıyordum (yanılmıştım). Zaman içinde videolar ortaya çıkarken ise "yok ya, montajdır, goygoydur" demeye başladım, işlerin ne kadar gerçek olduğunun farkına varsam da.

İlerleyen zamanlarda ise hiçbir zaman aklımdan darbe gerçekleşirse mi daha iyi, gerçekleşmezse mi diye düşünceler geçmedi. Halkını acımadan vuran şerefsizler ile "zafer İslam'ın!" çağrılarıyla bir direnişi cihada çeviren, demokrasi yerine Erdoğan'ı korumak için canını verecek seçmen arasında seçim yapmadım (Sakin kafayla her şeyi tekrar gözden geçirdikten sonra ikinci grubun her şeye rağmen yanında olacağım kanısına daha sonra vardım). O an tek düşüncem ailem ve arkadaşlarımdı. Kardeşimin evde olduğundan emin olmuştum. Ebeveynlerim ve akrabalarımın da durumlarının iyi olduğunu öğrendim, ancak bir gün sonra yolculukları vardı ve onlar o yolculuğun nasıl yapılacağını kesinleştirene kadar çok da rahat kalamadım. Arkadaşlar ve tanıdıkların da sosyal medyada iyi olduklarını okudukça ilk şokun atlatılması bitti. Kısa süre sonra Yıldırım ve Erdoğan'ın açıklamalarının da gelmesiyle darbenin gerçekleşmeyeceği belli olmuştu. O an birçok insan gibi aklımdan "kurgu"/"tiyatro" kelimeleri geçti. Ancak, o sıralarda sivillerin ölüm haberleri ve Meclis'in bombalanma haberleri gelince, bu darbenin gerçek olduğu ancak darbecilerin son çırpınışlarını yaptıklarına inanmıştım. O an tek bir düşüncem kalmıştı: "Lütfen daha fazla kan dökülmeden olay bitsin". Belli ki, darbeciler artık tutuklanacaklardı ve kamikaze bir saldırı ile daha da etrafı kan gölüne çevirebilirlerdi. Türkiye saati 5'te uyuyakalana dek sanki bilgisayar önünde nöbet bekledim. 4 saatlik uykunun ardından "bireysel demokrasi nöbeti"me geri döndüğümde darbenin püskürtüldüğünü öğrenmiş oldum.

Kaç gündür çok okuyorum, çok düşünüyorum ve hiçbir güç beni bu olayın tiyatro olduğuna inandıramaz. Bütün deliler Ağustos'ta kovulacakları için son çare olarak darbe hazırlayan ama kovulmaları erkene alınınca apar topar saldıraya geçen bir şerefsiz ordusunu gösteriyor. Emrin doğrudan Gülen'den geldiğine şüpheyle baksam da bu kişilerin cemaatle bir bağı olmadığını düşünmemek saçmalık olurdu. Lakin, bu halkın da demorkasi neferi olduğunu bana kimse inandıramaz. Sokaklara çıkmalarını, tankların önünde durmalarını, binaları koruma çabalarını saygıyla karşılıyorum. Ancak, halkın iradesi bu darbeyi engellemedi. Ankara'da Genelkurmay'da canları pahasına darbecilerin iletişimini kesmeye çalışan askerler, darbecilerle ortaklığa girmeyip onları durduran emniyet, bütün partilerin darbeye karşı dik duruşu, açıkça darbe karşıtı yayın yapan basın bu darbeyi durdurdu. Boğaziçi'nde tanklara yürüyen insanlar, askerler teslim olana dek bir şey yapamadılar. Beştepe'yi korumaya kalkan, tankın önüne yatan insanlar öldükleriyle kaldı. Tank yine gideceği yere gitti, bomba yine istenilen yerde patladı. Keşke insanların canı bu kadar kolay riske edilmeseydi. Bak işte, Abdullah Olçok, 16 yaşında öldü. İyi mi oldu? "İyi olmadı ama öbür dünyada bak göreceksin, krallar gibi yaşayacak" diyerek bu ölüm övülecekse, zaten diyecek başka bir lafım yok.

Bu dediklerim demek değildir ki halk darbeye karşı çıkmasın. Eğer İstanbul'da olsaydım pazar günkü mitinge koşa koşa giderdim. Burada ölen insanların saygıyla anıldığı, demokrasinin öneminin kavrandığı toplantılara sonuna kadar varım. "Eller havaya" konserler ve ölüm nidalarının havalarda uçuştuğu toplantılara ise şüpheyle bakıyorum. Yine de OHAL gibi, idamın geri gelmesi gibi, FETÖ'cü olmayanların bile şutlandığı bir temizlik gibi büyük problemleri bir anlık unutup, iyi şeylere değineyim. Darbenin toplumda karşılığının olmadığını bilmek güzel. Siyasilerin birbirine laf sokmadan beraber bir şeyler yapabilmesi güzel. TRT'de hiç olmadığı kadar muhalefet liderlerinin gözüküyor olması güzel. Cemaat'in daha da kaybolacak olması güzel. Çoğu insanların artık kavgadan, ölümden bıktığını duymak güzel.

Ne yazık ki bunlar beni hala umutlu kılmıyor. Dediğim gibi, sokaktakilerin "demokrasi" anlayışına güvenemiyorum. "Kadınlar meydanlara çıkmasa iyi olur" gibi açıklamalar yapan başka cemaatlerin bu nöbetlerde olduğunu görüyoruz. Bu mudur demokrasi? Ayrıca bu insanların kaçı bir CHP iktidarına darbe yapılsa tanka karşı yürürdü? Bence çok ama çok azı bunu yapardı. İnsanların hala "laiklik"in çözüm olduğunu anlamadığını sanıyorum. Din ve devlet birbirinden ayrı olsa bu cemaatler buraya gelebilir miydi? Yetenek ve deneyime göre değil de "bu adam dinine saygılı" diye işe alımlar - diğer adıyla kul hakkının yenmesi - gerçek bir laiklikte olur muydu? Olmazdı, ama bu yönde atılan olumlu bir adım yok. Ayrıca Doğu'da yıllarca yapılan OHAL'lerdeki insan hakları ihlalleri ve AKP'nin zaten artışta olan baskıcı yönetimi gibi gerçekler de darbe sonrası yaşantının da pek parlak olmayacağını gösteriyor.

Gerçek anlamda bir "demokrasi"nin meydanlarda haykırıldığı ve askerin kışlasında kaldığı bir ülke diliyorum.


Kapanmayan yaralar

by 00:58:00
Böyle bir durumda sıcağı sıcağına yazmak ne kadar doğru bilmiyorum ama yazmadan duramayacağım sanırım.

Şerefsiz teröristlerin saldırıları saçma bir şekilde gitgide yaşam alanıma dahil oluyor ve bu da çok korku verici. 5 gün sonra Suruç'ta öldürülen canların yıl dönümü. Hayatı boyunca o kadar doğuya gitmemiş, Kobane gibi savaş bölgelerine geçmeyi aklından bile geçirmeyen biri olarak bazı insanlar kadar bu saldırıdan etkilemezdim. Buna rağmen uzun süre kendime gelemedim. En sonunda bu insanlar benim çok da uzak durmadığım bir ideolojiye gönül vermiş tertemiz gençlerdi. Gelelim Bataclan'a. Eagles of Death Metal'i hiç duymamış, Paris'e uzun zamandır adım atmamış biri olarak bir Paris'li kadar etkilenemezdim. Ancak, buradaki tertemiz gençler ise benim gibi rock konserlerinden zevk alan, kişisel dertlerinden kurtulup nefes almak isteyen canlardı. Yok edilmesi gereken bir yaşam görüşüne sahip kişilerce acımasızca öldürüldüler. Canım yandı.

Sonra işler daha da karıştı. Kısa bir tatil için gittiğim İstanbul'da ısrarla görmek istediğim ve tam karşısında bir kahvede oturduğum Hipodrom'da sadece bir kaç hafta sonra angutun biri kendini patlattı ve masum insanların canına kıydı. Aynı aptal düşünce kısa süre sonra aynı şeyi İstiklal Caddesi'nde yaptı. Daha geçenlerde her İstanbul'a geldiğimde önünde taksi - otobüs beklediğim yerde kaç tane masumu öldürdüler. Şimdi de daha birkaç hafta önce orada olduğum ve gitgide daha da çok sevdiğim Nice'te aynı boku yediler. Nice'e iki ziyaretimde de bol bol yürüdüğüm o bölgede köhne inanışları yüzünden hayattan zevk alan insanları öldürdüler.

Ne kadar şerefsiz bir dünyada yaşıyoruz. Hoş, bu dünyanın savaşsız kavgasız olduğu bir dönem oldu mu ki? Bırak ilk insanı, ilk canlılar bile hayatta kalmak için birbirlerini öldürüyorlardı. En azından o dönemdeki katillerin mantıklı bir nedeni vardı, ayrıca mantık diye bir şey de yoktu zaten. Şimdi ise "şehitlik" gibi günümüzde hiçbir manası olmayan bir kavrama güvenip, kendilerini ve başkalarını harcayabiliyor insanlar. Kim suçlu? Bilmiyorum. Hala 500'lü yıllarda yaşadığını zanneden akıl hastası teröristler suçlu. Ortadoğu'da halka söz vermeyip, yıllarca diktatörlüklerinin zevkini çıkaranlar suçlu. Modernizmi öcü olarak görüp, kendini geliştirmek için uğraşmayan yereller suçlu. Bu diktatörlerde para olduğu için sesini çıkarmayan "büyük" devletler suçlu. Sorunu çözeceğini düşünerek sorunu daha da körükleyen aşırı sağcılar suçlu. Ümmetimiz diyip insani yardım adı altında ateş bölgesine silah taşıyanlar suçlu. Hatta ve hatta, sadece mızmızlanıp bunun çözülmesi için hiçbir şey yapamayan ben bile biraz suçluyum.

Cennet gibi o güzelim şehirlerin ve geride kalan insanların uzun süre düzelmeyecek yaraları var. Bir gün o yaraların kapandığını görmeyi o kadar çok isterim ki.


Blogger tarafından desteklenmektedir.