Hüseyin ve Damla'nın heyecan verici hikâyesi

Maillerimde bir şey ararken Ekim 2006'da yazdığım bir hikayeye denk geldim. Ee blog'a atalım da bir daha kaybolmasın gözümün önünden. Mendillerinizi yanınızdan ayırmayın lütfen:

-------------------

Hüseyin'in arkadaşları konuşuyorlardı;
"Şşt aga, Hüseyin'i gördünüz mü bu günlerde?"
"Gördüm be, ama konuşmuyü bizimle."
"Ya bi anlatsa anlayacaz."
"Aga adam bi garip oldu ya, neyse bırak kızanı kendine haline."
Ve çocuklar oyunlarına geri döndüler

Hüseyin tuvalete girdi, her ortaokullu çocuğun giymek zorunda olduğu ama giymediği o siyah ceketi annesine ütületmişti. Ayna karşısında kendine çeki düzen verdi. Manavdan rica ettiği limonu çıkardı. Çakısıyla ikiye böldü ve limonu saçlarına sürdü. Şimdi fiyakalı olmuştu işte. Dik saçlarıyla aynaya baktı. Kalın kaşları, yeni çıkan siyah bıyıkları, esmer yüzü ile üstündeki siyah ceket çok yakışıyordu. Gülümsedi kendine. "Amma yakışıklısın be Hüseyin aga" dedi kendine, tuvaletten çıktı.

Okul bahçesinden geçerken arkadaşları bağırmaya başladı;
"Lan artist bu ne hal."
"Ya bırakın şu piçi, herif şehirli zannetti kendini, afra tafra yapiyü bize"
"Abe nereye gidersin büle? Gacılara mı güzel görünecen"
"Hehe sütoğlanı!!"

Ve daha bir çok hakaret, Hüseyin biraz kırıldı ama bugün hiçbir şey moralini bozamazdı. Hem onlar daha ne anlardı aşktan. Uzun zamandır onların yaptığı erkek kokan kız muhabbetlerine katılmıyordu. "Bugün bitecek artık" dedi. Cebinden kırık aynasını çıkıp bir daha baktı kendisine.
Günlerdir uzaktan izlediği eve doğru ilerledi. Babasının çalıştığı ayçiçeği tarlasının yanınadaki boş araziye yıllar önce bir ev yapmıştı şehirliler. Bütün köy ahalisi heyecanla bekliyorlardı bu evi ve sahiplerini. Bu bahar bitmişti ve mayıs ayının bir güzel gününde aile gelmişti. Dışarıda sallanan sandalyesinde gazete okuyan baba, hamakta tüm gün yatan bir anne, evin hizmetçisi. Okul sonrası babası ile ayçiçeklerin kafalarını toplayan Hüseyin de heyecanla izliyordu şehir aileleri. Özenmiyor da değildi. İşte o sıcak mayıs günü görmüştü Damla'yı. Kısa eteğiyle balkona çıkmış, gerinmiş ve uzaklara bakmıştı. Daha önce çıplak kadın bacağı görmemiş Hüseyin için bu bir şok etkisi yaratmıştı. Esmer köy kızlarının yanında saçları sarıya boyalı Damla onu etkilemişti. Hüseyin okuldan kaçıp kaçıp oraya gelip, azıcık bile olsa o kızı görmek istiyordu. Her köy çocuğunun gururla anlattığı terli ve ıslak gece hayallerini bile bırakmıştı.

O gün de en şık halini aldı ve uzağa oturup bekledi. İşte Damla yine balkona çıkmıştı. Sarı saçları ara sıra esen hafif meltemlerle dalgalanıyor ve Hüseyin ona her saniye daha aşık oluyordu. Gizlice bahçeye girdi, baba ve anne, ikisi de uyuyakalmıştı. Bu sırada Damla da içeri girdi. Hüseyin ne yapması gerektiğini bulamadı. Koşup okul çantasını aldı ve defterinin ortasından kopardı. Ailesi bunu görse ona kızardı çünkü defterini iki senedir kullanıyordu ve defteri olması onun için bir lükstü.

Damla her gün aldığı mektuplara sadece gülüyordu. Eğri büğrü harflerle yazılmış, köylü ağızlı aşk şiirlerine gülümsüyor, heyecanlı Hüseyin'i uzaktan gördüğün de ise kendi güzelliğine bir kez daha bayılıyordu. Odasında telefonu elinden düşmüyordu; "Janısııııı" diye kaydettiği sevgilisine bu olayları gülerek anlatıyordu. Hüseyin ise umutla bekliyordu. Ve bir gün geçti, bir gün daha, bir gün daha.. Artık şehirlilerin eve geri dönme günü gelmişti, her günkü gibi güzel kıyafetlerini giydi Hüseyin ve o büyük villaya gitti. Damla bahçedeydi. Ailesi yoktu ve hemen uzaktan bir ıslık öttürmeye başladı. Damla güldü. Hüseyin güldü ve ona yaklaştı.

"Merhaba, ben Hüso. Hüseyin de derler bana. Adın ne senin?"
"Benimkisi Damla, o mektupları sen mi yazıyorsun Hüseyin"
"Ben yazüyom tabi, beğendin mi?"
"Hüseyin, bak bunlar çok güzel ama ben seni sevmiyorum çünkü farklıyız görüyorsun. Zaten ben bir sevdiğim var. Olmasaydı da bir şey farketmezdi."
"Ama seviyom seni."
"Offf sıktın ya, git tamam istemiyorum dedim ya"

Damla eve gitti, Hüseyin durdu orada. Yırtmak istedi üstündeki güzel gömleği, ceketi ama yapamadı çünkü babası daha önceler de yaptığı gibi öküz boklarını ona temizlettirebilirdi. O sırada yukarı baktı. Üstüne bir şeyler yağıyordu. Sayfa sayfa kağıtlar. Üstünde Hüseyin'in saf aşk sözleri. Sonra da bir cam çarpma sesi. Hüseyin ilk kez ağladı o gün.

Damla, İstanbul'a gittiğinde sevgilisinin kollarına attı kendini. Köyde ne kadar çok sıkıldığını anlattı. Biraz da Hüseyin'den bahsetti, sevgilisi ona güldü ve onu çok çok sevdiğini söyledi. O gece bir bara gittiler ve Damla o gece eve dönmedi. Sabah uyandığında sevgilisinin kolları arasında çıplak yatıyordu. Sevgilisine sarıldı tüm sevgisiyle. Sevgilisi ise ellerini attı Damla'nın; "Tamam yılışma" dedi. Damla şaşkındı, salladı sevgilisini; "Niye böyle davranıyorsun?". Sevgilisi yatakta döndü ve bir tokat attı;"E bi sus artık orospu, uyuyorum şurada". Damla her şeyin farkındaydı, bir şey diyemediği, sarıldı yastığına, Hüseyin aklına bile gelmedi.

Hüseyin ortaokulu bitince bir köy kızıyla evlendi. Tarlalarda çalıştı, şehre gitmeye kalktı, aç susuz kaldı, dilendi, hatta belki bir gün Bağdat Caddesi'nde Damla'yı görmüş bile olabilir. Çocukları da oldu Hüseyin'in dört tane kara kuru oğlan ve bir tane de kız, Damla adında ve içinde sakladığı Damla sevgisini başka bir Damla'ya vererek rahatladı. Hayatı boyunca bir daha ağlamadı

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.