diğerleri
Bir vedaya yaklaşırken
Haberleri okumaktan nefret ediyorum ama insan nefret ettiği şeyleri bile gizliden gizliye yapmayı seviyor. Ya da sadece yapmak zorundayım, bilmiyorum. İçinde bulunduğum dünyaya yabancılaşmak istemiyorum. Ancak hep aynı hisle sonlanıyor bu maceram, olan bitene bir nefret ile. Ülkemde zaten fazlaca şey oluyor sinirimi bozabilecek, dünya haberlerine de baksam farketmiyor hiçbir şey. Nükleer savaş, ırkçılık, uyuşturucu ticareti, bireysel deliliklerin masum canları alması vs.
Bir de üçüncü sayfa haberleri vardır ki okunup geçinir. O kadar kanıksanmışlardır ki "çocuklarını öldürüp, intihar etti" diye bir haber manşet olamaz ülkemizde. Üçüncü sayfada hızlı bakılıp geçilir. Çoğu zaman ise ikinci sayfadaki magazin haberlerini okumaktan, üçüncü sayfaya bile geçilmediği olur. Ancak ne trajediler vardır orada. Kıskançlık cinayetleri, fakirlik cinnetleri, ahlaksız teklifler, gaz kaçakları, intiharlar vs.
Her gün bu ülkede birine tecavüz edilir, en ufak bir anlaşmazlıkta insan öldürülebilir. Kanıksanmıştır. Bir de başka şeyler olur bu ülkede, kimsenin ruhunun duymadığı ama birçok kişiyi etkileyen. Mafya işleri, ihaleye fesatlar, dolandırıcılıklar. Tesadüfen ortaya çıkarsa ortalığı inletin, "vay anasını neler dönmüş" diye okunur bu haberler. O da işte Susurluk'ta arabanın kamyon altına girmesi gibi tesadüfler gerektirir. Ya da daha güçlü olan karşısındakini zor durumda bırakmak için tuzaklar kurar. Milletvekillerinin seçim öncesi çıkan filmleri gibi.
Ülkede üçüncü sayfa olayları sabah programlarına çıkar. Herkesin birbirine bağırdığı, kavgalar çıkan, bayılmaların olduğu bir reyting kaynağı oluşturur. Ya da eskiden olduğu gibi Sıcağı Sıcağına gibi programlarda şiddet pazarlanır. Büyük çaplı konular ise gecenin köründe programlarda tartışılır. Orada da herkes birbirine bağırır. Yine kavga bir reyting kaynağı olarak kullanılır ve bunlar neden olur, nasıl durdurulur gibi konulara değinilmez. Toplumda olanları yansıtması gereken filmler çekilir çekilmesine de televizyonda yayınlanmaz. Diziler ise aynı hikayenin yüzlerce değişik versiyonlarının çekildiği Akasya Durağı gibi anlamsızdır.
Ben Behzat Ç.'ye birinci sezonun sonlarında başlayanlardanım. Daha önceden başlamamamın iki nedeni vardı: pek dizi izleyen biri olmamam ve Arka Sokaklar'dan dolayı oluşan bir önyargı (Allah bin belamı versin). Sonra Leyla ile Mecnun bölümü ile izlemeye başladım. Sonunda Bahar'ın tren ile Behzat'ı ve Ankara'yı terkettiği bölüm. İnsanın daha önce hiç izlemediği bir bölümün sonunda gözleri dolar mı? Pilli Bebek, "tren yolları boyu düşündüğünü" söylerken doldu. Sonra da hiç unutmam "Duruyor Zaman"ın çaldığı ilk bölüm. Bir radyo spikerinin kızının kaçırıldığı bölüm. Bu sefer sonunda o malum şarkı çalıyordu ve sanki bir kızım varmışçasına gözlerim dolmuştu. Sanki "bana uzanan küçük eller" vardı da tutamamış gibiydi.
Dizi üçüncü sayfadan ekranlarda yansıtılamayanlara kaydıkça, artık tiryakisi olmuştum dizinin. Kendimi Behzat'ın yerine koyuyordum. Elini nereye atsa bambaşka şeylerin çıktığı, insanın dayanma gücünün kalmadığı bir ortamın içindeydim sanki. Mehmet Ağar'ın söylediğini inkar etse de bu durumu çok iyi anlatan "bir tuğla çeksem bütün duvar yıkılır" sözü yankılanır oldu diziyi izledikçe. Tabii ki bir yanda imkansız aşk ve evlat meseleleri.
1. sezon finalini iki kez izledim, biri kendim, biri kardeşimle. Her seferinde tüylerim ürperdi. Bir daha izlesem bir daha ürperir herhalde. 2. sezon finalini dayanamayıp kütüphanede izledim. Bir makale yazmam gerekiyordu ama yazamıyordum. En sonunda kulaklıkları takıp izledim. Sonunda yanımda oturan arkadaşıma alelade bir hoşçakal diyip kaçtım kütüphaneden. Yoksa büyük rezillik geliyordu. Aksi gibi çıkışta bir arkadaşa denk geldim. Hemen güneş gözlüklerini takıp kırmızı gözlerimi sakladım. Ben hiçbir zaman böyle sulugöz olmamıştım ama insan kendini kaptırınca bir şeye, tavırlarını pek kontrol edemiyor.
Haftaya ise 3. ve son final günü geldi, çattı ve ben bu dizinin olmadığı bir dünyayı şu an hayal edemiyorum. Evet, etraf üçüncü sayfa cinayetleri dolu. Evet, derin devlet diye bir şey var. Evet, bu dizinin var olması bunların çözümüne olumlu bir etkide bulunmuyor. "Ancak kendini tatmin ediyorsun" desen de varsın, öyle olsun. Gerçek dünyada her katil bulunmuyor, her yolsuzluk çözülmüyor. Bunlar olmayacak da. Varsın bu dizi bizi uyuştursun her şey çözülecek diye. Ama bunu da yapmıyor. Aksine hiçbir şey çözülmeyecek diyor. "Sen ne kadar uğraş, çözülmeyecek" diyor. Umutsuzluk verici, değil mi? Ama bir yandan da "çözülmese de uğraş" diyor. Daha ne desin?
Teşekkür ediyorum, dünyadaki bütün kötülükler; cinayetler, gizli hesaplaşmalar, terkedilmeler. Her şeyin tozpembe olduğu bir dünyada Behzat Ç olamazdı zaten. Siz acı çektirmeye devam edin ki, sevdiği gazeteci fazla ileri gidiyor diye hapse atılan Hayalet, sevdiği kıza amcası tecavüz eden Akbaba, sevdiği kızın sırf yakışıklılıktan dolayı başkasına aşık olduğu Harun ve savcı Esra dışında tüm dünyanın sırtından vurduğu Behzat gibi insanların anlatacak hikayeleri olsun. Onlar anlatsın, ben dinleyeyim. Zamanın sonuna dek.
Bir de üçüncü sayfa haberleri vardır ki okunup geçinir. O kadar kanıksanmışlardır ki "çocuklarını öldürüp, intihar etti" diye bir haber manşet olamaz ülkemizde. Üçüncü sayfada hızlı bakılıp geçilir. Çoğu zaman ise ikinci sayfadaki magazin haberlerini okumaktan, üçüncü sayfaya bile geçilmediği olur. Ancak ne trajediler vardır orada. Kıskançlık cinayetleri, fakirlik cinnetleri, ahlaksız teklifler, gaz kaçakları, intiharlar vs.
Her gün bu ülkede birine tecavüz edilir, en ufak bir anlaşmazlıkta insan öldürülebilir. Kanıksanmıştır. Bir de başka şeyler olur bu ülkede, kimsenin ruhunun duymadığı ama birçok kişiyi etkileyen. Mafya işleri, ihaleye fesatlar, dolandırıcılıklar. Tesadüfen ortaya çıkarsa ortalığı inletin, "vay anasını neler dönmüş" diye okunur bu haberler. O da işte Susurluk'ta arabanın kamyon altına girmesi gibi tesadüfler gerektirir. Ya da daha güçlü olan karşısındakini zor durumda bırakmak için tuzaklar kurar. Milletvekillerinin seçim öncesi çıkan filmleri gibi.
Ülkede üçüncü sayfa olayları sabah programlarına çıkar. Herkesin birbirine bağırdığı, kavgalar çıkan, bayılmaların olduğu bir reyting kaynağı oluşturur. Ya da eskiden olduğu gibi Sıcağı Sıcağına gibi programlarda şiddet pazarlanır. Büyük çaplı konular ise gecenin köründe programlarda tartışılır. Orada da herkes birbirine bağırır. Yine kavga bir reyting kaynağı olarak kullanılır ve bunlar neden olur, nasıl durdurulur gibi konulara değinilmez. Toplumda olanları yansıtması gereken filmler çekilir çekilmesine de televizyonda yayınlanmaz. Diziler ise aynı hikayenin yüzlerce değişik versiyonlarının çekildiği Akasya Durağı gibi anlamsızdır.
Ben Behzat Ç.'ye birinci sezonun sonlarında başlayanlardanım. Daha önceden başlamamamın iki nedeni vardı: pek dizi izleyen biri olmamam ve Arka Sokaklar'dan dolayı oluşan bir önyargı (Allah bin belamı versin). Sonra Leyla ile Mecnun bölümü ile izlemeye başladım. Sonunda Bahar'ın tren ile Behzat'ı ve Ankara'yı terkettiği bölüm. İnsanın daha önce hiç izlemediği bir bölümün sonunda gözleri dolar mı? Pilli Bebek, "tren yolları boyu düşündüğünü" söylerken doldu. Sonra da hiç unutmam "Duruyor Zaman"ın çaldığı ilk bölüm. Bir radyo spikerinin kızının kaçırıldığı bölüm. Bu sefer sonunda o malum şarkı çalıyordu ve sanki bir kızım varmışçasına gözlerim dolmuştu. Sanki "bana uzanan küçük eller" vardı da tutamamış gibiydi.
Dizi üçüncü sayfadan ekranlarda yansıtılamayanlara kaydıkça, artık tiryakisi olmuştum dizinin. Kendimi Behzat'ın yerine koyuyordum. Elini nereye atsa bambaşka şeylerin çıktığı, insanın dayanma gücünün kalmadığı bir ortamın içindeydim sanki. Mehmet Ağar'ın söylediğini inkar etse de bu durumu çok iyi anlatan "bir tuğla çeksem bütün duvar yıkılır" sözü yankılanır oldu diziyi izledikçe. Tabii ki bir yanda imkansız aşk ve evlat meseleleri.
1. sezon finalini iki kez izledim, biri kendim, biri kardeşimle. Her seferinde tüylerim ürperdi. Bir daha izlesem bir daha ürperir herhalde. 2. sezon finalini dayanamayıp kütüphanede izledim. Bir makale yazmam gerekiyordu ama yazamıyordum. En sonunda kulaklıkları takıp izledim. Sonunda yanımda oturan arkadaşıma alelade bir hoşçakal diyip kaçtım kütüphaneden. Yoksa büyük rezillik geliyordu. Aksi gibi çıkışta bir arkadaşa denk geldim. Hemen güneş gözlüklerini takıp kırmızı gözlerimi sakladım. Ben hiçbir zaman böyle sulugöz olmamıştım ama insan kendini kaptırınca bir şeye, tavırlarını pek kontrol edemiyor.
Haftaya ise 3. ve son final günü geldi, çattı ve ben bu dizinin olmadığı bir dünyayı şu an hayal edemiyorum. Evet, etraf üçüncü sayfa cinayetleri dolu. Evet, derin devlet diye bir şey var. Evet, bu dizinin var olması bunların çözümüne olumlu bir etkide bulunmuyor. "Ancak kendini tatmin ediyorsun" desen de varsın, öyle olsun. Gerçek dünyada her katil bulunmuyor, her yolsuzluk çözülmüyor. Bunlar olmayacak da. Varsın bu dizi bizi uyuştursun her şey çözülecek diye. Ama bunu da yapmıyor. Aksine hiçbir şey çözülmeyecek diyor. "Sen ne kadar uğraş, çözülmeyecek" diyor. Umutsuzluk verici, değil mi? Ama bir yandan da "çözülmese de uğraş" diyor. Daha ne desin?
Teşekkür ediyorum, dünyadaki bütün kötülükler; cinayetler, gizli hesaplaşmalar, terkedilmeler. Her şeyin tozpembe olduğu bir dünyada Behzat Ç olamazdı zaten. Siz acı çektirmeye devam edin ki, sevdiği gazeteci fazla ileri gidiyor diye hapse atılan Hayalet, sevdiği kıza amcası tecavüz eden Akbaba, sevdiği kızın sırf yakışıklılıktan dolayı başkasına aşık olduğu Harun ve savcı Esra dışında tüm dünyanın sırtından vurduğu Behzat gibi insanların anlatacak hikayeleri olsun. Onlar anlatsın, ben dinleyeyim. Zamanın sonuna dek.
Yorum yap