Dünyanın bütün panaromik fotoğrafları birleşin!

by 00:18:00

Girne, Girne Kalesi, Ağustos 2013

İstanbul, Taksim Gezi Parkı, Temmuz 2013
Samos, Vathy, Temmuz 2013
Samos, Pythagoreio, Temmuz 2013
Ege Denizi, Kuşadası sahili, Haziran 2013
Frankfurt am Main, Fleming's Hotel, Haziran 2013
Heidelberg, Heidelberg kalesi, Şubat 2013
Brasilia, Nobile Suites Monumental, Kasım 2012
Vilnius, Gediminas Kulesi, Temmuz 2012
Trakai, Trakai Adası Kalesi, Temmuz 2012
Stuttgart, Schlossgarten, Nisan 2012
Frankfurt am Main, Main nehri, Nisan 2012
Frankfurt am Main, Main nehri, Nisan 2012
Mannheim, Ren nehri ve Ludwigshafen, Nisan 2012
Mannheim, Mannheim Sarayı ve Üniversitesi,  Nisan 2012

Fazlasıyla düzenli bir hayat

by 18:45:00
Şu ana kadar üç kez gidip geldiğim, dördüncüsünde ise temelli yerleştiğim Zürih ya da genel olarak İsviçre diyince insanın aklına ne geliyor? Düşünelim bakalım. İsviçre bankaları, zenginlik, Alpler, Swatch, Milka ineği gibi şeyler olsa gerek. Dışarıdan bakınca içinde yaşamak güzel gibi geliyor tabii ki. Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor!

Avrupa'daki bir ülkeden başkasına geçmek bilirsiniz ki bir semtten başka bir semte gitmek gibidir. Uçaklar ülke içi bir sefermiş gibi çalışır. Trende ne zaman sınır geçtiğini zaten anlamazsın. Keza arabayla da. Lakin, Zürih'e geldiğinde elini kolunu sallayarak tren garından çıkamazsın çünkü İsviçre'de Euro geçmez. Adapte olman gereken bir para birimi var artık: İsviçre Frangı ya da CHF.

İsviçre, nasıl Dünya Savaşları'nda tarafsız kalmış, nasıl NATO'ya üye olmamışsa Avrupa Birliği'ne tabii ki de üye olmamıştı. Bu benim üniversite başvurularımda nedense aklımdan kaçmış ve üniversiteye gönderdiğim motivasyon mektubunda daha önceki başvurularımdan kalma "Avrupa Birliği içinde Avrupa Birliği çalışma" muhabbeti de arada kaynamıştı. İkinci okumamda "Lan?!?!" demem bir oldu ve "Avrupa Birliği'ne yakın bir ülkede Avrupa Birliği'ne çalışma" gibi yandan yemiş yeni bir açıklama yazdım. Neyse, İsviçre birliğe üye olmayınca doğal olarak Euro'yu da kabul etmemiş. Frank'ı ilk duyduğumda "aa ne nostaljik demiştim". Paralar da büyük, renkli renkli bir kağıt parçası. Asıl büyük dert ise neyin pahalı neyin ucuz olduğunu anlamakta. Her şey Almanya'ya göre pahalı, ona zaten alıştık. Ama şimdi sosis isteyince adam 7 frank diyor.  Sonra düşünüyorsun "7 frank'a sosis yerine daha doyurucu bir şey alabilir miyim?" ya da "bu sosisi 5 franka bulabilir miyim?". Tabii ki bunların cevabını bilmediğin için paşa paşa 7 frankı veriyorsun.


Sonra, tramvaya bineceksin. Karşılaşılan durumu şöyle özetleyeyim. Türkiye'de 12:32'te gelecek denilen tramvay 12:40'ta gelir (Otobüse hiç girmiyorum). Almanya'da 12:32'de gelecek denilen tramvay 12:33'te gelir. Burada ise 12:32'de gelecek denilen tramvay 12:31'de gelir, 12:32'de kalkıyor. Bilet kontrolünde acımaları yok. Daha ilk günümde gözümün önünde kadını indirdiler. Kadın bilet de almış halbuki. Ancak, geçerlilik süresini geçmiş. Hop, kaptın mı 100 CHF kaçak binme cezasını.

Adamlar ciddi, adamlar düzenli. Fazlasıyla elit. Gereğinden fazla elit. Tramvay beklerken reklamları izliyorsun. Çok şık giyinmiş orta yaşlı bir çift haftasonları tatile gidiyor. Bir gün dağlara, bir gün güneşlenmeye. Adam da kadın da sarışın. Evden çıkarken sportif sırt çantalarını hazırlıyorlar. Meyvelerini koyuyorlar. Yüzlerinde hep bir gülümseme. Sevgileri de ölmemiş, hep eleleler. Reklamdır, abartmışlardır diyorsun. Sokağa bir çıkıyorsun, ellerinde bond çanta janti erkekler ve incecik orta yaşlı kadınlar (Gençler o kadar değil tabii ki). Markete gidiyorsun, doğru şarap seçimini yapmaya çalışan elegant adamlar. Sanki bir filmdesin ama değil. Sokakta bisiklet süren insanlarda sporcu taytı ve bisikletçi kaskı.

Emlakçıya sordum, apartmanın çöpü nerede diye. Bakkallardan özel çöp poşeti almam lazımmış. Yoksa çöpçü çöpünü bile kabul etmiyor. Migros poşetine çöp koyup, üstünü düğümleyip çöpe atma devri bitti yani. Hayır özel çöp poşetleri de normal çöp poşetlerinin aynısı ama daha pahalı. Bir bildikleri vardır.

Pop müzik yıldızları olmayan bir ülkeden bahsediyoruz zaten. Yok yani İsviçre'li ünlü bir pop ya da rock müzisyeni. Adamların müzik namına ne dinlediklerini şu an için anlamış değilim.

Futbol desen, ülkeyi Arnavut ve Türk kökenli futbolcuları kurtarıyor. Kaptanları Gökhan İnler. Yıldızları Xherdan Shaqiri. Etrafta futbol fanatiği insan pek yok. Olanlar da tahmin edersiniz ki yukarıda bahsettiğim insan profilinden değiller.

Herkes Almanca ve Fransızca konuşurken, çoğunun da İtalyanca konuştuğunu tahmin ediyorum. Buna rağmen kime soru sorduysam İngilizce cevap verdi. Hatta İngilizcem çok iyi değildir diyerek döktürenler de gördüm.

Yani böyle ilginç bir ortam var. Her şeyin ayrı kuralı var, her şey gereğinden fazla tıkırında. Saat gibi durmadan ve düzenli olarak ilerleyen bir hayat var burada. Adamların, saatleriyle meşhur olmasının belli bir nedeni var demek ki.

Sezercik Küçük Mücahit incelemesi

by 01:11:00

Bugün Türk sinemasının en kendine has yapıtlarından Sezercik Küçük Mücahit'ten bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz gibi 70'lerin ünlü çocuk yıldızlarından Sezer İnanoğlu - ki yapımcı Türker İnanoğlu'nun akrabası kontenjanından ve sevimliliğinden yıldız olmuştur - "Sezercik Yavrum Benim" ile sinema dünyasına atılmış ve bu film Sezer'in ailesine bakan Erol Taş'ın kendisine balon ve şeker gibi şeyler sattırdığı sahnelerle akılda kalmıştır. Bir sene sonraki "Sezercik Aslan Parçası" adlı devam filminde ise yine benzer bir hikayeyi oynanmış ama bu sefer kendisinden uzak babayı Ediz Hun, kötü adamı ise Erol Evgin'e benzeyen bir adam oynamıştır. Bu filmi de Sezercik'in etrafına çevrilip "piç piç baban kim?" diyerek dönen kötü kalpli çocuklardan hatırlayabiliriz. 1973 tarihindeki "Öksüzler" filmi ise dönemin The Expendables'ı olup Sezercik, Ayşecik ve Şişko Nuri gibi Yeşilçam'ın usta oyuncularını bir arada toplamış dev bir eserdir. 

Ama yıl olmuş 1974. Kıbrıs harekatı günleri. Rum kesimine tokat gibi cevap vermek isteyen Yeşilçam, 7 yaşındaki Sezercik'i tekrardan sahneye çıkarmaya karar verdi. Bugün, bu filmi tekrardan izleyerek bir kaç şeye dikkat çekmek istiyorum.

  • Karşımızda Kıbrıs'ta yaşayan ideal bir Türk ailesi var. Evin kızı Lale bir öğretmen. Babası asker. Annesi sanırım ev hanımı. Ablası, Kıbrıs'ta Türkler'e bakan bir doktor ile evli ve sanırım o da bir ev hanımı. Lale, pilot Murat Taner ile evli ve o da ileride ev hanımı olmayı planlamakta çünkü Murat'ın dediği gibi "analık daha kutsal". Tabii bu muhafazakar muhabbetin dudaktan dudağa öpüşmeyle bitmesi de ayrı bir güzel (Seyirciye gösterilmez, hissettirilir).
  • Murat Taner'in uçağı çakılınca çocuğuyla yalnız kalan Lale, annesinin hastalanmasıyla çocuğunu (Sezer) ablasına bırakıp Ana Vatan'a gider. Bu arada Rumlar ablası ve eniştesini öldürür çünkü Türklere sağlık hizmeti sağlayan bu çifti yok etmek köyü zor duruma sokacaktır (Fena fikir değil). Doktorun ölmeden kısa süre önce baktığı ve çocuklarının olmayacağını söylediği Kıbrıslı çift, silah seslerinden sonra doktorun evine gidip Sezer'i alır ve ona evlatları gibi bakar.
  • Lale'nin çocuğu öldü sanıp akıl hastanesine yattığı sahneler çok iyidir. Sezercik'e aldığı oyuncaklar ile oynayan Lale, kendi kendine konuşur. Oyuncaklar da tank, asker ve askeri uçak gibi çocuğun gelişimini çok iyi yönde etkileyecek sevgi dolu oyuncaklardır. Bu sahnelerde Lale'nin "işte baban seni bekliyor, aslan baban, yiğit baban. Babanın elini öpsene. İşte babanın uçağı. Sen de pilot olacaksın" tadındaki konuşmaları savaşın insanları nasıl sevdiğinden ayırdığını ve onları nasıl delirttiğini göstermek için kullanılabilirdi. Bu sahnelerden de çok güzel savaş karşıtı bir mesaj verilebilirdi. Hatta ve hatta Lale en sonunda "Gelmeyeceksiniz di mi? Ne olur gelin" der ve ağlar. İşte burada seyirci bir an "savaş sevenleri ayıran ne manasız şey" diye düşünse de, filmin sonunda verilen "asker ol asker, ölürsen de ölürsün" mesajı ile bir çuval incir berbat oluyor.
  • Daha okula başlamayan Sezer'in manevi babasından muhteşem bir istek geliyor: "Büyüyünce Türk subayı olacaksın!". Belki doktor olacak, belki avukat olup adanın hakkını mahkemelerde koruyacak. Ama yook, subay olsun. Nedeni de çok mantıklı: "Çünkü bu senin kanında var". Sonra efendim neden savaşta başarılı olup, burada kazandıklarımızı diplomaside kaybediyoruz. (Sosyal mesaj)
  • Sezer, sanırım filmin büyük bir bölümünde yedi yaşında. Hadi bir de ben düşüreyim, altı yaşında olsun. Demek ki Lale, en az altı yıldır öğretmenlik yapmıyor. Peki Lale'yi akıl hastanesinde ziyaret eden öğrencileri kaç yaşında. En fazla 11. Yani Lale, bu arkadaşları en iyi ihtimalle 5, olmadı 3-4 yaşlarında eğitmiş olsa gerek. Hmm.
  • Öğrenci 1: Sizin eliniz hem tatlıdır hem acıdır öğretmenim. Çünkü bana bir kere vurmuştunuz, hiç acımamıştı. Lale: Acıtmak için hiç vurabilir miyim yavrum? Öğrenci 2: Zaten öğretmenin vurduğu yerde güller açarmış, tıpkı anne eli gibi.
    (Otoriteye övgü. Mantığa gel)
  • Irkçılığın tavan yaptığı an: Bayramlıklarını giyen Sezer, manevi annesinden "eve gelin getireceksin" diye övgüler aldıktan sonra en yavşak gülümsemesiyle şöyle cevap verir: "O kolay anne. Rum mahallesinde kızlar laf atıyor bana. Ama ben hiç yüz vermiyorum!" Babadan gelen cevap da sıçtık sıvıyoruz tarzında: "Verme oğlum, sana gerçek bir Türk kızı yaraşır."
  • Bir başka psikopatlık anı. Bu sefer bir esnaftan gelsin. "Bizim çocuklarımızın onların çocuklarını döveceği, bizlerin de babalarının ağızlarını burunlarını kıracağımız günler gelecek, hem de yakında". Diğer esnaf da "İnşallah" diyor.
Rumlar Sezer'in arkadaşlarının topunu çalınca yeşil gömlekli çocuk Sezer'e "Sezer Abi" diyor. Oha!

  • Sezer'in Rum çocuklardan dayak yediği tarih, 15 Temmuz 1974. Çünkü Makarios darbe ile indirilmiş ve bunu radyodan öğreniyoruz. Filmin tarihi gerçekliğe en yaklaştığı nokta burası.
  • EOKA, müezzini öldürerek katliama başlıyor. Ancak katliamda o kadar kişi öldüyse, bangır bangır taramalı tüfak sesini duymayıp hala abdest almaya devam eden, ya da hiçbir şey olmamış gibi yürüyen vatandaşlarımız da azıcık suçludur.
EOKA değil Trabzon
  • Sezercik'in arasını koştuğu Çobanlı ve Bayraklı köylerinin gerçek hayatta ne kadar uzak olduğunu öğrenmek için Google Maps kullanacaktım. Köyler uydurulmuş ya la? Böyle köyler yok Google'a göre.
  • Sezer, EOKA'cıları kapana kıstırır. Türk askeri de Sezer'e adamı vurması için tüfek verir (Tekrarlayalım; Sezer daha 6-7 yaşında). Sezer, vuracak gibi olur vuramaz. Sonra da bu Türk askeri şöyle der: "Türk ulusunun çocukları bile aman diyene tetik çekmez!" İşte kıvrak zeka! Çocuk tetiği çekse "gitti Rum pislikler" diyecek adam tetik çekilmeyince ahlak dersi veriyor. Yaman askermişsin delikanlı. Sonra da Sezer'i "onbaşı" yaparak (fahri demek isterdim ama üniforma öyle demiyor) o kadar da zeki olmadığını maalesef yüzümüze vuruyor.
Sezercik'in üvey babasının çöplükte bulduğu kasket. Sinek mıknatısı
    Sezer ile Çavuş Ömer, Sezer'in manevi ebeveynlerinin mezarına jiple giderler. Bir yandan da radyodan Neşet Ertaş'ımsı bir şarkı çalmaktadır. Arkadan saz sesi gelirken biri bozlak okur. Sonra birden ses kesilir ve Sezer "ne de güzel okudun" der. Meğer Çavuş Ömer söylüyormuş şarkıyı! Eski beat box'çulardan olsa gerek. 
    Çavuş Ömer, bu şarkı olayından sonra Rumlar tarafından vurulur ve öldürülür. O sırada cebinden bir kağıt çıkarır. Öğreniriz ki Çavuş Sancaktar'a mesaj götürüyormuş. Yani savaş devam ederken, Bayraklı köyünden gelen bir mesajı savaşın merkezindeki Sancaktar'a götürme görevi üstü açık jiple kabak gibi ortada giden ve yanında bir çocuk onbaşı bulunan bir çavuşa verilmiş. Es kaza Sezer orada olmasa haber iletilmeyecek ve üç bölük kaybedilecek. Yo dostum yo, bu kadarı fazla. Ha bu arada Parola: Barış. İşareti: Süngü. Kavram kargaşası var.
  • En sevdiğim sahnelerden birine geçelim:

    Yanan bir ev, içinden gelen "imdat" sesleri. Bir Rum askeri, bebeği kundakta bir Türk kadınına ateş eder. Herhalde öldürecek diye düşünürüz ama senarist bizi şaşırtır. Çünkü kadına tecavüz edecektir. Ama niye o zaman silahla vurmuştur? Bilinmez.

    Sonra Sezer gelir, adam iş üstündeyken adamı vurur. Rum askeri yaralı halde silahını çıkarır ve Sezer'e yürür. Sezer, geri zekalı gibi silahını yere atmıştır. Adam ona doğru gelirken ise en güzel korunma yöntemi olan gözlerini kapamayı uygun görür. Neyse ki adam bizim göremediğimiz kanının kaybından ölmüştür.

    Kadıncağız şoktadır. Oğlunu ister. Mutlu sonla biteceğini zannederiz bu sahnenin. Ama bir ters köşe daha! Kadın, çocuğu Sezer'e emanet edip çat diye ölür. Sahnede yine kan yoktur. (Bence Rum askeri değil, Sezer'in kurşunu ikisini birden öldürdü. Diger türlü Rum tecavüz ederken Türk kadınının ölmesi gerekiyor... Off çok saçma, geçelim)
    Eğer bir Rum askeri bıçakla size saldırırsa, yapmanız gereken hareket.
  • Araya montajlanan Kıbrıs harekatının gerçek görüntülerinin tarihi önemi var ama bu kadar boktan kopyaları nereden bulmuşlar inanılır gibi değil.
  • Dikkat dikkat, filmde Günaydın Gazetesi'nin reklamı var ve bugün var olmayan bu gazetenin adı Show TV'de sansürlendi.
  • Filmin sonunda Lale, Sezer'in izini sürüyor ve kendisi hakkındaki bütün bilgileri öğreniyor. Buna rağmen Kıbrıs'taki askeri geçitte askerlerle yürüyen, daha sonra bütün geçenleri selamlayan o kahraman çocuğun Sezer olduğunu o kadar bakmasına rağmen anlamıyor. İnsan hiç mi şüphelenmez? Sonra Sezer'in adı kabak gibi okununca hemen oğlum diye koşuyor.
  • Bu arada ilginçtir, Sezer'in babasının nenesi Lale'ye filmin başında bir kolye vermiş ve Lale, bunu hayatımın sonuna dek saklayacağım demişti. Daha sonra film boyunca o kolyeyi (yanlış bilmiyorsam) bir kere bile görmedik.
  • Sezer ve Lale'yi oynayan Perihan Savaş'ın birlikte olduğu sahneler sadece 2 dakika falan sürmekte. Bu da Yeşilçam için çok farklı bir durum olsa gerek. Bundan mıdır bilinmez, ikili bir sene sonraki Bitirimler Sınıfı filminde yine beraber oynamış, Sezer büyüdüğü için sinema sektöründen yavaş yavaş çekilirken, Perihan Savaş ise İbrahim Tatlıses ile birlikteliğine doğru yola çıkmıştır.

Ben RTE

by 23:56:00
Ben Recep Tayyip Erdoğan,

Beşar Esed'in saldırılarını şiddetle kınıyorum ve Özgür Suriye Ordusu'nu Suriye'nin temsilcisi olarak muhattap alıyorum. Suriye'ye yapılacak bir saldırıyı destekliyorum. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir türlü karar alamıyor çünkü Rusya ve Çin bu karara veto uyguluyor. Ancak gidip Rusya ve Çin'e laf sokamıyorum. Birleşmiş Milletler hiçbir şeyi beceremiyor diyorum onun yerine. Rusya büyük güç çünkü. Enerji anlaşmaları yapıyoruz. %25 enerji bağımlılığımız var Rusya'ya.

Mısır darbesinin ardında dış güçlerin olduğuna inanıyorum. Bence İsrail var. İsrail, en büyük düşmanlarımdan birisi. Onlar öldürmeyi çok iyi bilirler. Gezi Parkı'nın arkasında da olabilirler. Ama ABD, bu açıklamalarıma sert tepki gösteriyor. Ne yapsam bilmiyorum. Mısır darbesine de darbe demiyorlar. Halbuki Obama çok iyi dostum. Suriye'ye girmeleri konusunda tam desteğimi sunacağım. Irak Savaşı'nda da sunmuştum ama tezkereyi meclisten geçiremedik. Destek verdiğim Amerikan işgali sırasında ABD askerlerinin bir kısmı Irak'ta tutuklulara bok yedirdi, tecavüz etti, masumları öldürdü. Pek sesim çıkmadı. Bizim askerlere yanlışlıkla çuval geçirdiler. Ona da pek sesim çıkmadı. Zaten darbe planı yapan askerlerini sevmiyorum. Onları hapse attırıyorum. Suçluların arasına gazeteci karıştırıp onları da hapse attırıyorum. Yani anlayacağınız, ezilen ve öldürülen Müslümanların haklarını savunurken, ABD'ye pek sesim çıkmıyor. İsrail'e çıkıyor, ABD de iki müttefiği arasında sorun olmasın diye aramızı düzeltmeye çalışıyor zaten. Çok sorun olmuyor.

Gezi Parkı'nda birkaç kişi öldü, arkalarından bir rahmet okumadım. Hopa'da biber gazının etkisiyle ölen emekli öğretmene de rahmet okumamıştım. Roboski'de ölenlerin faillerini de bulamadım. Çünkü Gezicilerin de Kürtlerin de arkasında ülkemizi bölmek isteyen dış mihraklar var. Mesela Kürtlere ABD silah satıyor. CNN International da Gezi olaylarını hep yayınlamıştı. Ama bir dakika. ABD benim dostum. Arap Baharı'nı da benim gibi destekliyorlardı. PKK ise bir terörist grup. Gerçi önderlerine "Sayın" demiştim zamanında. Müzakerelere de oturdum. Barış sürecini başlattım. Akil İnsanlar ve TRT Şeş gibi muhteşem iki adım attım. Kürtler daha ne istiyor anlamıyorum. Barış sürecinde ilerleme yokmuş diyorlar. Komşularımızdan biri Irak Kürdistanı oldu bu arada. Barzani'yle aramız iyi. Irak Kürdistanı'na lafım yok ama Suriye Kürdistanı olmaz. Halbuki onlar da Esed'e karşı. Ama ÖSO'ya da karşı. Zaten Sünni değiller. ÖSO'nun içinde bizim El Kaide var. Nasıl olsa İslami Terör olmaz demiştim. Onlar terörist değil o zaman. Onlara silah veriyorum. Ama onlar dostum ABD'yi vurmuştu. Hatta gelip 2003'te beni vurmuşlardı. Olsun Esed'e karşı olsun da. Ama kendimi dış mihrak olarak adlandırmam ben. Oradan bütün Ortadoğu'nun işine karışırım ama dış mihrak olmam çünkü ben eski Osmanlılar'danım. Benden olsa olsa iç mihrak olur.

İslam dünyasında çok seviliyorum. Ortadoğu'da ben ne dersem o olur. Yalnız Suudi Arabistan Kralı dostum Mısır'da darbecilerin yanında. Ona doğrudan ses çıkaramıyorum. Lübnan'da Hizbullah'ın desteğini de kaybettim. İran ile aramız iyi. Birleşmiş Milletler'in İran yaptırımlarına hayır demiştim. Gerçi şimdi onlar Esed rejiminin yanında. Desteklediğim ABD saldırısına karşı çıkıyorlar.

Halka seslenişimde Türkiye'nin bu dönemde çok iyi dostlar edindiğini söyledim. İbrahim Kalın ise durumumuza değerli yalnızlık demiş. Hiç de yalnız değiliz ki. Suriye'yle... yok Esed var, İran'la... yok Suriye konusunda atıştık, Mısır'la... pff darbeci onlar, Suudi Arabistan'la... pff darbeci dostu, ABD ile... darbe demiyorlar ve Gezicilere destek veriyorlar, Rusya ile... ya onlar da Esedci, İsrail ile... yok onlara da atar yaptım, Irak ile... ya Kürt sorununu halledemedik, AB ile... e onlara da Egemen gider yapıyor. Ya şimdi aklıma gelmedi ama elbette dostumuz vardır. Heh Kuzey Kıbrıs ile... yok ya onların da yeni hükümetine rest çektim. 

Pfff, neyse ya. Ülkemiz güçleniyor, ondan bizi çekemiyorlar! Bakın TL ne kadar güçlü! Ne, 1 dolar 2 TL mi olmuş? Neyse, ucuz benzinimiz var! O da 5 TL'yi mi geçmiş.. Borsa? O da mı düştü? Olsun toplu konut falan yapıyoruz ya işte. Hem bak sporda süperiz. Gerçi Dünya Kupası'na gitmemiz hayal. Hmm iki kulübümüz şikeden ceza almış UEFA'dan. Doping skandalları da cabası. Havasını attığımız U-20 Dünya Kupası'nı tarihinin en düşük seyirci sayısına ulaştırdık. Ya sporu geç zaten de sanatta da bir numarayız. Gerçi ucube heykelleri yıktırıyorum. Fazıl Say'ı da küstürdük ama olsun. Eurovision'da iyiyizdir herhalde. Ona da mı katılmıyoruz artık?

Ya şimdi böyle söyleyince ne dış politikada ne iç politika başarı varmış gibi gözüktü biraz ama siz ona bakmayın. Bizim mitinglere bakın. İnsanlar ne kadar mutlu bir şekilde bayraklarını sallıyorlar. İşte halk cevabını veriyor! Halk çok mutlu yönetimimizden! Sizin gibi elitistler, viskisini alıp devleti rakı masasında kurtaran ayyaşlara rağmen, biz ülkemizi gördüğünüz gibi en yukarı doğru çekiyoruz. Biz ülke yönetmesini de iyi biliriz!
Blogger tarafından desteklenmektedir.