Fransız Rivierası'nda üç gün

Fransız Rivierası da ne?

Fransız Riviera'sı Fransa'nın güney kıyılarına verilen isim. 19. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz asillerinin burayı tatil amacıyla keşfetmesi sonucu kendi kişiliğini kazanan bölgeye Côte d'Azur (Mavi Kıyı) adı da verilmiş. Kuzey Fransa'ya göre iklimi daha güzel, insanları ise daha sıcak. Plajları, şık binaları, tıklım tıklım restoranları ve palmiye ağaçları, bu bölgeyi görmek için yeter de artar bile.

Nasıl gidilir? Nasıl gezilir?

Nice Côte d'Azur Havaalanı'na uçmak, Fransız Riviera'sını ziyaret etmek için en mantıklı seçenek olmalı. Ancak havalanı çok küçük ve düzen diye bir şeyden habersiz. Havaalanında minimum zaman geçirmeye çalışmanızı tavsiye ederim. Burada Nice merkeze gidecekseniz şunlardan birini seçmeniz lazım:
  • "Ekspres otobüsler". Havaalanı çıkışında bulunan 99 numara ile tren garına (Gare de Nice-Ville), 98 numara ile de Nice Riquier'e gidilebiliyor. Tek yön bilet fiyatı 6€. Şoförden alınabiliyor. Yolculuk süresi yaklaşık 25 dakika. 
  • "Normal otobüsler". Havaalanından çıktıktan sonra otobüs durağı işaretini takip ederek durağa gidin ve son durağı Vallon des Fleurs olan 23 numaralı otobüse binin. Tek yön bilet fiyatı 1.5€ ve bu bilet de şoförden alınabiliyor. Thiers / Gambetta durağında inmeniz lazım. Bu durak, tren garına 5 dakika yürüme mesafesinde. Yolculuk süresi yaklaşık 35 dakika. Ekspres otobüse göre biraz daha yavaş ve biraz daha kalabalık olmasına rağmen, gidiş geliş 10 euro kârda olmak fena değil. Unutmayın, Fransız Rivierası çok ucuz bir yer değil.
  • "Tren". Nice merkezde kalanlar için mantıklı olmasa da yakın bir şehirde kalanlar için mantıklı bir seçenek. Nice Sanit-Augustine adlı tren durağına yürümek 15-20 dakika sürüyor ve çok fazla bavulu olanlar için biraz sıkıntılı bir durum olabilir. Tren biletleri otomattan ya da havaalanı çıkışındaki ofisten alınabiliyor. Mesafeye bağlı olarak bilet fiyatları değişiyor.
Şehir içi ulaşımı ise "Lignes d'azur"un otobüsleri ve tramvayları sağlıyor. 5€'ya günlük bilet alınabiliyor. Tek yön bilet ise 1.5€ ve (sanırım) 75 dakika geçerli. Bu biletler otobüs şoförlerinden ya da tramvay duraklarındaki otomatlardan alınıyor. Bu biletleri otobüs içindeki ya da tramvay duraklarındaki makinalara okutup tasdik ettirmek gerekiyor. Yine de Nice ve Cannes şehir merkezlerini kolayca yürüyerek gezebilirsiniz. Monaco, biraz dağlık olduğu için bir düşünün derim.

Şehirler arası dolaşım ise genellikle trenle sağlanıyor. Bilet otomatlarında İngilizce seçeneği olması işleri kolaylaştırsa da otomatlar kağnı gibi işliyor ve dokunmatik ekranları çok iyi değil. Ancak genellikle gişelerdeki kuyruklar nedeniyle bu otomatlardan başka da seçenek yok gibi. Yolculuk mesafesine göre ve trenin hızına göre fiyatlar değişiyor. Bazı tren bağlantılarında 25 yaş altı indirimi var. Nice-Monaco arası tek yön 4€, Nice-Cannes arası ise tek yön 10€ (yaklaşık olarak). Yalnız trenleri (en kibarca tabirle) bok götürüyor, uyarayım.

Nice-Cannes treni
Havadan Nice havaalanı
Nice

Nice, yaşanılası ve çok canlı bir şehir. Tramvayın geçtiği sokak, sağlı sollu alışveriş merkezlerinin bulunduğu upuzun bir cadde. Bu cadde kırmızı binaların çevrelediği Masséna Meydanı'na çıkıyor. Bu meydanın sağı ve solunda uzayıp giden bahçeler var. Bu bahçelerdeki fıskiyeler sadece çocukların değil fotoğraf çektirmek isteyen büyüklerin de ilgi merkezi. Bu eğlenen kitleyi, fıskiye kenarlarındaki banklarda oturarak izlemek mümkün.


Bu meydandan sağa ya da sola sapmadan yürümeye devam edince o güzelim Akdeniz sahiline çıkıyorsun. Sahilde 18-19 tane plaj var. Bunların bazıları özel, bazıları halka açık. Halk plajlarında duş dışında hiçbir şey yok. 50 cent'e tuvalet, 1.50 €'ya ise soyunma kabinleri kullanılabiliyor. Özel plajlarda ise havlu, şezlong, şemsiye derken ücret 20€'ya kadar çıkabiliyor. Bunu ödeyen çok insan var çünkü halk plajında havluyu yatıp uzanmak çok rahat değil; sorun şu ki Nice sahili tamamen taşlardan oluşuyor. Denize girene kadar acı çeksen de Akdeniz'in güzelliği tüm bu acıları unutturuyor. Eylül'ün 12'sinde bile deniz sıcaklığı yüzmeye elverişli. Plajların yukarısında kalan sahil kenarı ise bisikletçiler ve koşmayı sevenler için bir cennet. Bu kaldırımlarda bulunan mavi sandalyelere oturarak denizi ve güneşi izlemek mümkün.


Labirent gibi dar sokakları ile Nice'in eski şehri (Vieux Nice) görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Onlarca restorant, kafe, pub ve farklı şeyler satan dükkan burayı cıvıl cıvıl kılan nedenler. Yürürken birdenbire insanın karşısına kiliseler, heykeller ve havuzlar da çıkabiliyor. Fiyatlar aşırı pahalı değil, sadece kahve ya da çay içecekseniz normal bile denebilir.

Görülmesi gereken bir yer de şehir merkezinin en yüksek noktası olan şato. Şehri korumak için yapılmış bu şatodan geriye sadece kalıntılar kalmış. Ancak bizlere cömertçe bağışladığı şehir manzarasının fotoğrafını çekmek isteyen turistlerin uğrak yerlerinden biri. Yukarı asansörle çıkma imkanı da var. Yemyeşil ağaçlar ve manzaranın yanında küçük ama çok da güzel bir şelale barındırmakta.


Nice'in ilginç bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu ile bir ilgisi olduğunu da bu gezi öncesi ve bu gezi sırasında öğrendim. Konuyla ilgilenenleri şuraya alabiliriz.

Cannes

Cannes diyince aklıma eli havada, gururla kameralara bakan bir Yılmaz Güney ve daha sonra aynı ödülü alırken aynı pozu veren bir Nuri Bilge Ceylan geliyor. Zaten Cannes'ı film festivalinden ayırmak imkansız. İlk durak olarak da film festivalinin düzenlendiği kongre salonuna gitmek lazım. Yerdeki altın palmiye logosu ve Avrupa sineması yıldızlarının kaldırımdaki el izleri ile festival olmadığı zaman bile bir sanat havasını şehre katıyor. Nasıl Avrupa sineması Hollywood'a göre daha sade ise, Cannes'daki bu sinema havası da Los Angeles'a göre daha mütevazı.



Cannes'ın La Croisette adındaki sahil kıyısı güzellik bağlamında Nice ile yarışır. Yüzmek için de Cannes, Nice'e göre daha iyi bir tercih olabilir çünkü plajları kumlu ve cüzdan/telefon koyabilecek kasalar koymuşlar. Ancak halk plajı sayısı çok az ve plajlar küçük. Bunun da nedeni Cannes'da çok rahat hissedilebilen üst sınıf havası. Halk plajlarının yerini, şık restoranlarıyla özel plajlar almış. Sahil kenarında yürürken çok sayıda sosyete oteli ve kafesi görmek mümkün.

En güzel şehir manzarası, Nice'te olduğu gibi, bir kaleden gözüküyor. Bu kaleye yaya olarak çıkmak çok kolay. Muhteşem bir şehir manzarası sonrası şehre geri dönmek için Cannes'ın eski şehrinden dolaşmak gerekiyor. Burası da Nice'in eski şehri gibi dar sokaklar ve merdivenlerden oluşuyor. Birkaç evden sonra restoranlar ve kafelerin bulunduğu merkeze inebiliyorsunuz.


Monaco


Peki Monaco denildiğinde akla ne gelir? Kumarhaneler, kraliyet ailesi, ve Formula 1. Gerçekten de Monaco'da bunlardan fazlası yok ama bu üçlü tek başına Monaco'yu ziyaret etmek için yeterli sebepleri oluşturuyor.

Monaco tren garından Monte Carlo Kumarhanesi'ne yürünerek gidilebiliyor. Kumarhane gerçekten görkemli. Bol bol fotoğraf çeken bir turist kalabalığının yanı sıra, kumarhane önüne park eden şık arabalar ve bu arabalardan inen bir o kadar şık insanlar barındırıyor. Kumarhanenin salonuna girmek serbest. Makinaların bulunduğu yere girmek için ise 10€ ya da 20€ ödemek gerekiyor. Yine de özel müşterilerin rahatça oyun oynayabildiği halka açık olmayan bir yer olduğunu da tahmin ediyorum. Kumarhanenin benim için en büyük sürprizi, salonunda kocaman bir Tarkan konseri afişi olmasıydı. Geçen yıl olduğu gibi bu sene de Tarkan, buraya konser vermeye gelecekmiş. Yemekli bu konserin biletleri 290€ ve buna içkiler dahil değil. Kumarhanenin hemen yanında Cafe de Paris adlı bir kafe bulunmakta. Bir bardak beyaz şarap 8€ ve yeşil zeytin / kraker ikilisi ile servis ediliyor. Monte Carlo'da oyuna girmeye çekinenler için ise Cafe de Paris'in yanında daha küçük bir boyutta bir kumarhane de bluunmakta.


Gelelim kraliyet ailesine. Monaco prensesi Grace Kelly'yi bilmeyen azdır. Genç yaşında Hitchcock filmlerinde başrol oynamış ve Oscar kazanmış bir artist olan Kelly'nin hayatı Monaco prensi ile tanışınca değişmiş, dört ay içinde prens ile evlenen Kelly bambaşka bir hayata yelken açmıştı. Bu masal maalesef çok uzun sürmemiş ve Grace Kelly 1982'de daha 52 yaşındayken trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Prenses Grace ve Prens Rainier'in yaşadığı saray, Monaco'nun en tepesinde yer almakta. İçini görmesem de dışı pek görkemli değil. Ancak Monaco'nun en güzel manzarasını buradan izlemek mümkün. Sarayın yakınındaki dar sokaklar ise restoranları ve kafeleri ile Monaco standardlarına göre hareketli sayılabilir.

Benim en çok şaşırdığım şey ise küçük ülke Monaco'nun daracık sokaklarının yılda bir kez Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapıyor olması. Monaco Grand Prix'i Formula 1'in en zorlu etaplarından biri. Michael Schumacher'a göre Monaco etabı yılda bir kez alınmaya değer bir risk. Bu etapta güvenliği sağlamak çok zor çünkü sürücüler iki kıvrak virajdan sonra kısa sürede en düşük hızdan en yüksek hıza çıkmak zorundalar ve bu sırada bir tünelin içinden geçmeliler. Bu da Monaco etabını çok heyecanlı kılıyor. Yollarda hala Formula 1 arabalarının lastiklerinin bıraktığı izleri görmek mümkün. Bu yarışlar öncesi şehir trafiği 6 hafta süresince durduruluyor ve yollar Formula 1'e uygun hale getiriliyor. Yarışlardan sonra her şeyin eski halini alması ise 2 hafta sürüyor. Monaco'yu gezdikten sonra YouTube'dan yarış özetlerini izleyince, insan bu alelade yolların nasıl bu kadar değiştiğine inanamıyor.

Ne yiyelim?

Nice'te en bol bulunan şey deniz ürünleri. Somon balığının yanında bol bol kabuklu deniz ürünü tüketiliyor. Bunların da en başında midye geliyor. Midye, bizim alıştığımız gibi midye dolma şeklinde gelmiyor. Bir tencere dolusu midyeyi sade bir şekilde mideye indiriyorsunuz. Bunun dışında bol bol İtalyan restoranı bulmak mümkün. Ziyaret etmedim ama pizza ve makarna dışında bol risotto da tüketiliyor.

Ev sahibimiz atıştırmalık olarak socca'yı önerdi. Aslen İtalyan yemeği olan Farinata'nın bir çeşidiymiş kendisi. Nohutları haşlayıp, ezerek ipince bir tabaka haline getiriyorlar ve fırına veriyorlar. Çatal bıçak kullanmadan elinde koparıp koparıp yiyorsun. Biraz tuzsuz. Bu nedenle önce yavan gelse de birkaç lokmada alışıyorsun. Fiyatı 4€.

Şahsım ise ilginç yemekleri sevdiği için Nice'te bulunan tek kurbağa bacağı restoranına gitti ve kendilerini denedi. Tabii ki açılışı escargot ya da daha bilinen adıyla salyangozla yaparak. Escargot güzel bir şey, tavsiye ederim. Ama kurbağa bacağı inanılmaz güzel bir şey. Evet, herkes tavuğa benzetiyor tadını ama bence kendine has bir tadı var. Bunun da nedeni üstündeki kişniş ve sarımsak olabilir. Menü, beş tane kurbağadan oluşuyor. Yani tabakta 10 tane bacak var. Çatal kullanmadan, tavuk kanadı misali elle yeniliyor. Kötü bir kokusu yok. Aksine iştah açıcı.



Neleri sevmedim?

Fransız Rivierası'nı biraz çok övdüm, farkındayım. Hemen sevmediğim şeylerden bahsederek durumu biraz dengeleyelim derim. Birincisi, gerçekten ama gerçekten, Fransa trenleri rezalet. Bu trenler sadece gece gettolara hizmet veren trenler değil, turistlerin ya da orada yaşayanların her gün kullandıkları trenler ve bunlara adam gibi bakım yapamamalarını anlayamıyorum.

İkincisi, Fransızlar tuvaletlerine iyi bakamıyorlar. Toulouse'da da bunu düşünmüş ama genellemek istememiştim. Ancak Fransız evlerinin (ve bu evlerin altyapılarının) genellikle eski olması nedeniyle tuvaletler günümüz standardlarını yakalayamamış. Öte yandan havaalanı gibi daha yeni binaların da tuvaletlerinin çok iyi olmaması, bunun kültürel bir problem olabileceği konusunda kuşkular uyandırıyor.

Üçüncüsü, Fransız sürücülerin kırmızı ışıkta geçme ve de yayaya yol vermeme gibi huyları var ve bu gerçekten çok saçma. Yaya geçidine kendini atmadığın sürece en ufak bir yavaşlama gibi bir durum yok. Nice'in caddelerinin çok küçük olması nedeniyle şoförlerin sağa sola dönüşlerde hızlarını alamayıp kaldırımlara çıkmaları da cabası.

Neden Fransız Rivierası'na gideyim?

Bu kadar güzel bir yerle ilgili yazıyı kötü bitirmek olmaz. Son sözlerim ise burayı öven şeyler olsun.
Uyuz bir şekilde ısrarla Fransızca konuşmaya çalışan Fransızlar yerine, sıcak kanlı Fransızlar'la muhattap olmak için Fransız Rivierası'na gidilir. Ya da hem büyük şehir havası almak ama hem de iki dakikada mayoları girip mis gibi denize girmek için gidilir. Soğuk bir iklimde yaşıyorsanız azıcık ısınmak için gidilir. Belki kurbağa bacağı için değil ama güzel İtalyan yemeklerini yemek ve muhteşem Fransız şaraplarını içmek için gidilir. 

Gitmek isteyene bahane çok, fırsatını bulunca yollayın kendinizi buralara.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.