Ünsüz Celebrity'leri tanıyalım - Yerli Paris Hilton

by 22:44:00
Ayıptır söylemesi fitness'tayım bir gün. Sağolsun fitness'ta çalışan arkadaşlar, salondaki 4 televizyonun 3'ünü "Fashion One" kanalı yapmışlar ki kimse farklı farklı şeylere bakmasın diye. E tabii insanın gözü takılıyor. İsmini daha önce duymadığım insanların medeni hallerinden tutup, ne giydiklerine kadar her şeyi öğrendim.

Neyse efendim, bu ünlü ünsüzlerden size bahsedeceğim insan Ece Filiz, ya da daha çok bilinen adıyla "Yerli Paris Hilton". Bir bu eksikti memlekette diyebilirsiniz. Ben bu kızcağızı internette tanıdım. (Dur ya, öyle değil) Diziport'tan dizi izlerken reklam vermişler zayıflama hapı olarak. Kızcağız da reklam yüzü. Ama ismi bile geçmiyor, "Yerli Paris Hilton da bu kremi kullanıyor" diye gazlamışlar kızı.

Şimdi ise Fashion One'da programı var. "Fashion Police" adında. Yalnız, programın girişinde bile adının üstünde "Yerli Paris Hilton" yazmışlar. Onun için de zor tabii:

- Ne iş yapıyorsun?
- Yerli Paris Hilton'um

Bir de deney yaptım. Google'da "Ece Filiz" diye arayınca 19,700 sonuç varken, "Yerli Paris Hilton" yazınca 21,900 sonuç çıkarıyor.

Allah parasını benzetsin, filmini benzetmesin, ne diyeyim.

Lost'a elveda!

by 17:04:00
Yine senaristlere küfredebilirdim ama etmiyorum. Lost'u güzel anılarla hatırlamayı tercih ediyorum. O yüznde bu şarkı benden adadan kurtulanlara ya da adada ölenlere ve en sonunda zaten cennette buluşacağımız o güzel insanlara gelsin; Black Smoke'tan gelsin: "Memleketim"

Adasına suyuna, taşına toprağına
Bin can feda bir tek others'a
Her köşesi cennetim, lostie'ler biçim biçim
Bir başkadır benim memleketim

Jacob'a Desmond'ına, erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş ışık kaynağına
Yeniden doğdum dersin, duman olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim

Diğer ada bir yanda, Ajira var koynunda
Dharmacılar destan yazar dağlarda
Ayısına, Widmore'a, zamanda yolculuğa
Bütün alem kurban benim Lost'uma

Bir insan Erasmus'u neden sever?

by 22:49:00
Evet, bir insan neden sever Erasmus'u, ailesi, kurulu düzeni ve bütün arkadaşları geride bıraktığı ülkedeyse?

Erasmus belgelerini tamamlamak için, dosyadaki belgeler karmaşası içinden gereklileri çıkarırken, içimi bir hüzün kapladığında bu yukarıdaki soruyu düşündüm? Herkes bu soruya farklı cevap verebilir, bazısı der ki insanlar çok iyiydi, bazısı ders çalışmadık ki hep eğlendik falan der.

Benim ise aklıma şunlar geliyor:


Öyle bir dünya ile karşılaşıyorsun ki, dilini konuşamadığın bir ülkede oturma izni verirlerken karmaşanın içine girmeden, insanlardan yardım alarak, bürokrasi karşısında bir "birey" olarak saygı görüyorsun,
Gece 5'te bir orman içinde yürürken karşına tek çıkan bir tavşanın ayak izleri,
Bisiklet ile şehir merkezine gidip gelebiliyorsun ve arabalar senin de trafikte bir araç olduğunun farkında,
Derslerde sararmış kağıttan 30 yıldır aynı şeyi anlatan öğretmenlerin yerini dinamizme bırakıyor,
Toplu taşımada yeni akrabalar kazanmana gerek olmuyor,
ve daha bir çok şey

Sonuç olarak "böyle de bir dünya olabiliyormuş" diyorsun.
Döndüğünde bir adli sicil belgesi için bile yıkık dökük bir pasaj içinde sıra bekliyorsun, halk otobüsünde sıkışıklık ve sıcak yüzünden deliren insanların kavgalarını dinliyorsun, bisiklet kullanırsan büyük ihtimal ezilirsin, gece 5'te yürümeyi Taksim'de bile deneyebilir misin?

Bu yüzden orada bol bira içtiğin bir gece sonunda yediğin bir döner ya da lahmacun yemek, karlı ve buz gibi gecelerde dinlediğin Ahmet Kaya ya da yabancı şehirde Türk marketlerinde gördüğün misafirperverlik sana yeterli geliyor ülken hakkında.

İşte o an diyorsun, bazen uzun mesafeli ilişkiler iyidir. Ancak beşik kertmesisin ülkenle ve ayrılmanız çok zor. O yüzden İstanbul'un koynunda yatarken, bir yasak aşk düşlüyorsun. Belgeleri kaldırıp, cost accounting kitabını açınca yine dönüyorsun normal dünyana.

Televizyon başından 1 Mayıs notları

by 11:52:00


  • 1 Mayıs her zaman içimde bir sıcaklıkla izlediğim bir kutlama olmuştur. Bunun en büyük nedeni tabii ki de her şeyin kutlanılmasına izin verilen meydanda bir tek 1 Mayıs'a izin verilmemesi, bunun üzerinde işçilerin ısrarla oraya gitmeye çalışması hoş bir direniştir.
  • Tabii ki gözümle gördüğüm 2008 1 Mayıs'ındaki o orantısız güç kullanımı ve her 1 Mayıs'ta anılan o 1977 1 Mayıs'ı, insanların kusursuz işlemiş bir planla öldürülmesi, işçilerin Taksim'e yürüme sevdasındaki desteğimin başka nedenlerinden.
  • O yüzden mutlu bir şekilde televizyonun karşısına geçtim ve kalabalık görüntüler, renkler, şarkılar falan hoşuma gitti de bir çok konu kafama takıldı. Maddeleyeyim:

  1. İşçi ve emekçi de olsa insan, insan. Yani aynı hırs, aynı kendini gösterme isteği vs. Hani "dünya işçilerin elinde yükselecek" temalı işçi afişinin mi etkisinde kaldım ne, boyun eğmeyen, öfkeli ama saygılı, disiplinli bir işçi güruhu beklerken, Taksim meydanına sendika başkanları çelenk bırakırken, "hebele hübele" şeklinde koşup anıta çıkıp, farklı farklı pankartlar açıp, birbirininkini engelleyerek görüntü kirliliği ypan adamlar gördüm.
  2. Bir adam vardı kim bilmiyorum, 1 Mayıs çelenkini bırakacak meydana, daha koyulmadan hemen kelle gibi sırıtarak poz veremye başladı. Başka adamlar çelenk düşmesin diye düzeltmeye çalışıyor, adam kameralara poza devam.
  3. Sonra çok sevdiğim DİSK başkanı Süleyman Çelebi - ki karanfil atılması sırasında milleti alkışlamaya davet etse de, kalabalık basının da etkisiyle, herkes kendi işine daldı. Adamın anlamlı anması da havada kaldı. - bu konulardan dert yanıp, "Bu hiçbir siyasi partinin gösterisi değildir." derken - ki hala CHP kendi pankartını göstermeye çalışıyordu. - arkada alakasız adamlar, Çelebi'nin anlatmak istediği dersi "Yaşasın 1 Mayıs" gibi tezahüratlarla bölüp bölüp durdular. Arkadan bir adamın ise desenli şapkasını göstermeye çalışması hayret vericiydi.
  4. Gördüğüm kadarıyla tek grup "anarşist" gruptu. Her politik görüşü anlarım da bunu anlayamıyorum ya. 70 milyonluk bu kadar koca ülkeyi nasıl anarşizmle yöneteceksin? Hadi, Liechtenstein kadar olsan, takıl istediğin kadar. Neyse, bu arkadaşlar kara kara bayraklarıyla, o kadar renk cümbüşü arasında göze battıkları gibi, bir ara sendikalılarla da dalaştı. He canım, aferin size diyip geçiyorum.
  5. Bir de çok fazla örgüt var. Tamam sendikaları anlarım da, "Mücadele Hareketi", "Ezilen bişiler hareketi", "DİK", "EMP" falan daha da hatırlamadığım binlerce şey var. Ülkenin solcuları da bir garip olduğu için, "dünyanın tüm işçileri birleşin" sloganı yerine, "abi küçük küçük gruplarımız olsun da farklılıklara toleransmış, birliktelikmiş falan uğraşmayalım" sloganı var herhalde. Ondan sonra tabii örgütlenenler iktidar olur.
  6. Bunları yazarken annemin heyecanla arayıp, "Bak Beşiktaş da meydanda" demesi, unuttuğum bir başka sevme nedeni. Oraya geçen sene olduğu gibi gidip, Ahmed Arif'in güzel şiiri "Terketmedi Sevdan Beni" pankartını taşımaları benim için gurur kaynağı.

    Sonuç olarak, bu gördüğüm ve bana uyandırdıkları ile birlikte Türkiye için umudum yok ama, dünyanın bir yerine işçinin sömürülmediği, emeğinin parasının aldığı, sendikalaşma hakkının elinden alınmadığı, iktidarın da bu çoğunluğu kaale alacağı bir düzen umuyorum.
Blogger tarafından desteklenmektedir.