Kadın kürtaj yapamaz da devlet yapabilir mi?

by 23:28:00
Haberleri okumak çok zor be abi. Bir gün beynimin bütün şalterlerini indirip, bir yandaş gazetenin dağıttığı hayali pembe gözlükleri takıp, intihalci hocaların (ki bilim adamı demek bilime hakaret) verdiği hayat tavsiyelerine uyup kafamdaki bütün dertlerden kurtulasım var. Yok o pembe gözlükleri takmayacaksam, iki seçeneğim olacak. Ya devlet Cesur Yeni Dünya'daki gibi yasal olarak uyuşturucu dağıtacak ki kafam ne zaman atsa sakinleştiricimi alacağım ve uysallaşacağım. Ya da savaşmak gerecek. Ancak kendi fikirlerimi farklı farklı milyonlarca insan üzerinde uygulatmak için değil, herkesin kendi özgürlüklerini yaşayabileceği, insanların birbirinin giyim kuşamına, cinsel tercihine, konuşmasına, inancına karışmak yerine, yardıma ihtiyacı olana yardım etmeye uğraştığı bir dünya için savaşmak gerekecek. Bu savaşın sonu da iki seçenekli. Ya demir cop, ya biber gazı. Keza eğitim sistemine, sınav sistemine tecavüz edilmiş bir toplum geliyor geriden. Kürtaj da yasak.

İnsanı duygularına ket vurmuş bir bakan "tecavüz sonucu doğan çocuğa devletin bakacağı, bu nedenle kürtaj yapılmaması gerektiğini" söylüyor. Yıllardır susup susup, başbakanı bu konuyu açınca müdahale etmek gereği duyan, bireysel bir düşünce yaratamamış biri. Daha başka alakasız adamlar ise birden bire kürtaj sanki bir doğum kontrol yöntemi gibi kullanılıyormuşçasına atıp tutmaya başladılar. Tecavüzü zaten geçtim, sen bilebiliyor musun senin zihniyetinin yarattığı (ya da değişmesine izin vermediği) cinsel bilinçsizlik nedeniyle yanlışlıkla hamile kalan bir genç kızın hissedebildiklerini? Sen de hissedemezsin, ben de. Ama ben empati yapabilirim, sen anlamazsın. Belki bir hata nedeniyle olmuş, istenmeyen, bakılamayacak bir çocuğu lise çağındaki kız doğurunca ne kızdan hayır gelecek, ne çocuktan. Bir embriyonun olası yaşamını bu kadar düşünürken, yaşamına devam ederken üzerine bomba yağdırdığınız, suçu sadece kaçakçılık olan Uludereliler'in yaşamını neden düşünmüyorsun? Hadi onlar Kürt ve "aynı yolda geçtiğiniz, aynı sudan içtiğiniz" toplum içinde Kürtleri görmek istemiyorsunuz belki. Bir şekilde muhalif olup, biber gazıyla ya da gözaltında öldürülen yaşamları niye bu kadar önemsemiyorsun? Çünkü bir tecavüz sonucu da olsa, anne sevgisi almış olmasa da bir şekilde o çocuk büyüsün. Zaten eğitim sistemin ile onu senden biri haline getireceksin. Gelmezse de biber gazın ile copun ile sen kürtajını yapacaksın. O gencecik kız yapamayacak.

O yüzden her kürtaj bir Uludere'dir. Devlet kürtaj yapar, ama kadın yapamaz. Zaten kadının ne yapacağını devlet söyler. Tecavüzcüsü ile evlendirilirse indirimini yasalar yapar, çocuğa devlet bakar. Üç çocuk olursa, vergiden düşer. Her şeyimizi önceden planlarlar, bize de düşünmek kalmaz. Eşimiz mutfağında yemeğini yaparken, Samanyolu TV'de yayınlanan sansürlü Rocky filmimizi izler, ardından Türkçe Olimpiyatları'nda Nihat Doğan taklidi yapan Zambiyalı çocuğa kahkahalarla güleriz. Sonrası iyilik, güzellik.

24

by 23:48:00
Bugün yine yoğun ve dolayısıyla yorucu bir günü geride bırakarak tramvay ile odama dönüyordum. Her zamanki gibi müziğimi dinlerken, cam kenarına oturdum. Yine beni o eski günlere götüren şarkılardan biri çalmaya başladı. Tramvay nispeten boştu, böylece uzaklara dalabilirdim. Daldım da.

Daha önceden de yazmıştım sanırım; müzik dinlemek ya da fotoğraflara bakmak zaman makinasına binip bir yerlere gitmek gibi. Çoğu şey kafamda öyle net ki. Çünkü, o güzel günlerin hepsini saniye saniye kafamın içine kaydetmişim. Bir müzik notası onları oradan çıkarmama yetiyor. (Ne kadar ironiktir şu anda bu temada bir proje hazırlıyor olmam.) Sadece hafıza gelse iyi, lise hayatımın ikinci yarısını zevk ile geçirdiğim o stüdyoların kendine has kokusu geldi burnuma. İşte bu nasıl oluyor anlamıyorum.

Bir yandan o şarkı çalıyordu, bir yandan da o CD'yi bir yatılı gezisinde aldığımız aklıma geliyordu. Mesela Darth Vader maskemi ve ışın kılıcımı da böyle bir gezide almıştım. Aslında çok sevdiğim, ancak alırsam parasız kalacağım ya da aldıktan sonra çok pişman olacağım şeyleri düşünmeden alırdım. Herkes bir şeyler alırdı, ancak onu bir kişi değil, herkes kullanırdı. Bilmiyorum ki şimdi niye böyle tek başına kalmaktan zevk alıyorum. Halbuki lisede en azından üç kişi olurduk bir yere gittiğimizde. Tabii şöyle bir şey de vardı; ne kadar sayıca üç kişiysek de ruhlarımız mı kaderimiz mi, adını tam koyamam ama sonuçta bir kişiye dönüyorduk.

İşte o stüdyolarda da bir olurduk. Herkeste aynı heyecan, kafada aynı şarkılar. Bitince istisnasız herkes acıkırdı da tavuk dönerleri götürürdük. Ben o muhabbetlerde güldüğüm kadar hiç gülemedim ondan sonra. İstiklal Caddesi'nin kaldırımları sökülüp sökülüp yeniden yapılırdı o zaman. İlayda vardı mesela o zaman, koşa koşa Taksim'e giderdim onu görmeye. Sonra da servisi kaçırmayayım diye aynı şekilde Kadıköy'e topuklardım. Paçalarım çamur içinde olurdu, içimde de bir ateş. Sonra vapura binerdim. O zamanlar sevmeye başlamıştım vapurları. Hala da severim.

Dershane vardı mesela, sabahçı olduğumda erken kalktığım için, öğlenci olduğumda ise gün kayboldu diye küfrettiğim. Uzun tenefüsleri güzeldi ama. Terasa çıkıp Boğaziçi'ni görebilirdik. Çok iyi insanlar vardı şimdi saymaya gerek yok ama görmesem bile onları, benim için hiç değişmediler. Kadıköy de değişmedi benim için. Halen dershane, playstation cafe ve barlardan başka bir şey değildir. Dövmemi orada yaptırdım ama şimdi gidince bir gram zevk alıyorsam ne olayım. Moda halen güzel olabilir ama, gitmedim ki bileyim.

Şimdi kalbimin bir yarısı Amerika'da, bir yarısı Türkiye'de, ben ise ikisinin arasında bir yerdeyim. Sagopa Kajmer artık öyle şarkılar yapmayı bıraktı. Bizim stüdyo kapanmış. O dandik kokoreççi zaten biz daha mezun olmadan kapanmıştı. Taksim'e Demirören kocaman bir mağaza açtı. Neyse ki kaldırımlar artık değişmiyor. Ben Beşiktaş'a olan heyecanımı kaybettim. Başka bir çok şeye karşı olan heyecanımı kaybettim. Ama yenilerini de kazandım. Ben de değiştim tabii her şey gibi. İlayda ise hala jhsjhdfsdvssfjshs diye gülüyor, sağolsun.

Mutsuz değilim, asla. Şu an olabilecek en iyi ikinci seçenekteyim. Vapurum yoksa tramvayım var. Gitarım yoksa ukulelem var. Hafızam ise yerinde. Belki o günlerden sonra daha çok heyecanlı olduğum günler oldu, daha olgun hissettiğim günler de oldu. Ya da daha huzurlu. Ya da daha aşık. Daha gururlu hissettiğim de oldu. Her gün zaten daha yaşlı hissediyorum. Belki de daha şefkatli hissettiğim de oldu.

Ancak daha sonra hiçbir zaman o kadar mutlu hissetmedim.

Ya müzik ruhun zehriyse?

by 01:30:00
Ravi Shankar, aşağıdaki videoda şöyle buyuruyor; "Bazı müzik vardır, seni Tanrı'ya yaklaştırır, bazı müzik vardır şeytandır. Müzik insanların ruhunu etkileyebilir." Bu konuşmanın üstüne bir süre düşündüm.



Önce eleştiresim geldi. "Ruh haline göre müzik seçersin" diye düşündüm. Ama kendimden biliyorum ki dinlediğim müzik ile ruh halimin değiştiği çok sıkça rastlanmıştır. Tabii ki bunun en büyük şartı iyi bir müzik dinleyicisi olmak. Spor yaparken, ya da trafikte sıkılmayayım diye açtığın müzik pek etkili olmaz.Ancak kendini müziğe kaptırmak diye bir şey var ya, işte o zaman ruh halinin kontrolünü çalan müziğe bırakıyorsun.

Ben o kadar farklı müziği bir arada dinliyorum ki, otobüste cam kenarında yolculuk ederken Sex Pistols çaldığında sokakları yakacak anarşiye, sonraki şarkıyı Bob Marley söylediğinde yüzümde gülümseme ile bir rahatlamaya bırakıyor vücut kendini. Tabii, oldu mu sana karman çorman bir ruh hali? E, sadece bir tarz müzik dinlesen bu sefer de öteki şarkıların ahı kalıyor üstünde. Müzik dinlemek o kadar kolay bir şey değil yani aslında.

Tarih boyunca "Gloomy Sunday"den "Suicide Solution"a (ki "Bu Akşam Ölürüm" de bu listeye dahil) insanları intihara sürüklemesi ile ünlenen şarkılar olmuştur. Hak vermemek elde değil ama müzisyenleri de bu nedenle suçlamak öyle abes. Şarkı yazarken, "acaba bu kendini kontrol etmekten bu kadar aciz olan adam intihar etmesin, ben yazmayayım" diye vazgeçmek olmaz. İnsan kendini kontrol edecek. Edemiyorsa, çok perişan bir haldeyken Müslüm Gürses dinleyeyim demeyecek. Sonra jilet atınca kendine Müslüm Gürses suçlu. Tamam, şarkı en mutlu adamı bile zindanlara atıyor da herkes jilete başvuracak değil ya. "Sen çok içme lan, sana dokunuyor" dediğimiz insanlar gibi arabeski kaldıramayan da dinlemesin.

Zaten müzik ruhun gıdası olmasa, su sesi ya da dingin müzik ile insan tedavisi diye bir şey tarihte görülmezdi. Ancak müzik ruhun gıdası olduğu gibi, müzik ruhun zehridir. Yoksa, Ajdar'dan Şahdamar dinlerken, başımın içininin Veli Efendi Hipodromu olmasını başka bir şekilde nasıl açıklayabilirim ki?
Blogger tarafından desteklenmektedir.