Veda

by 00:29:00
Bir süredir bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyordum. Bir yandan iç dünyamı bu kadar göz önüne sermek istemiyorum - her ne kadar bu blog yazısının pek fazla görüleceğini sanmasam da - öte yandan ise bir şeyler yazasım var bir süredir. İnsan çok mutluyken ya da çok meşgulken yazmak istemiyor ama içini kemiren bir şeyler olduğunda kelimelere sığınıyor.
Bazen kendime kızıyorum kafamı gereksiz anılarla doldurduğum için. Bu da onlardan biri. Hadi gelin, yıllar öncesine gidelim. 1990'ların ortalarına. Bir yemeğe davetliyiz. Sofra da sofra hani. Erkekler geniş bir masada koyu muhabbette. Konu ne bilmiyorum. Çocuk aklımın almadığı ya da ona ilginç gelmeyen bir şeydir muhakkak. Kadınlar ise mutfağa gidip geliyorlar. Boş tabaklar gidiyor, doldurulup geliyor. Küçükken tombik bir çocuktum. Şanıma yakışsın diye hızlı hızlı yiyorum yemekleri. Nar gibi kızarmış bir tavuk var tabağımda, derisi çıtır çıtır olmuş. Onu yediğimde bizimkiler uyarıyor beni "bari onları yeme" diye. Aklımdakiyse tavuk değil aslında. Büyükler gri metalik kutularda biralarını içiyor, bana düşen ise bir bardak kola tabii ki. Kendim mi bira içmek istediğimi dillendiriyorum yoksa bakışlarımdan mı belli oluyor bilmiyorum. Birden eniştem boş kutuyu bana uzatıyor gülümseyerek. Üç damla var ya da yok. Dikiyorum kafaya ve diğerlerinin bana nasıl baktığını görmek istiyorum. Onlar da gülüyor. Ben de şımardıkça şımarıyorum, "oohh çok güzelmiş" diyorum. Herkes oldukça mutlu. En çok da ben tabii ki. Halam beni beslemiş, eniştem da birasını ikram etmiş.

Bazı günler eniştem alıyor bizi, DSİ'nin restoranına götürüyor. Restoranın girişinde hayatımda yalnız orada gördüğüm için şaşkınlıkla baktığım ayakkabı temizleme makinesi var. Masada ise türlü türlü mezeler. Acılı ezmeyi belki de orada sevmeye başlamıştım. Canlı müzik çalıyor. Sıkılınca aşağıdaki bilardo odasına gidiyorum. Ancak filmlerdeki gibi delikli değil, üç top. Sadece bu canlanmıyor kafamda. Meriç kenarında yediğimiz yemekler geliyor aklıma. Baştan aşağı Sinkov boşalttığımız yaz akşamları geliyor. Oradaki çocuk parkı geliyor. Son gidişlerimden birinde artık büyüdüm diye kaydıraklara küçümseyerek bakmam geliyor.

Bir akşam aklıma geliyor. Eniştem ve halam ile aynı arabada İstanbul'dan Edirne'ye dönüyoruz. Yolda lastiğimiz patlıyor. O gece otoyoldaki park alanlarından birinde durmuştuk. Soğuktu. İlk kez alelade bir restoranda kamyoncu menüsü yemiştim. Sonra da çekicinin çektiği arabada uyuyakalmıştım. Başka bir gün aynı ekip yine İstanbul'dan Edirne'ye dönerken lastik patlama hikayesiyle dalga geçiyoruz. "Ya şimdi de patlarsa" dedikten sonra gerçekten de bir kez daha lastik patlıyor. Eniştem ve babam bir yerlerden lastik bulmak için otoyoldan geçen arabaları durduruyor.

Lise hazırlığı bitirdikten sonra yaz tek başıma eniştem ve halamın Enez'deki yazlığına gittiğim aklıma geliyor. Kendimi İstanbul'da yaşayabilen kocaman bir adam olarak gördüğüm ilk gençlik yıllarımda ailemden uzak bir tatil geçirmeye karar verdiğimde bana kapılarını onlar açıyor. Aradaki yaş farkı 40'a yakın, buna rağmen bir an bile sıkılmıyorum. Halamla denize giriyoruz, çıkınca süt mısır yiyoruz. Eniştem ile Beşiktaş'ın hazırlık maçlarını izliyoruz. Akşamları bira keyiflerine eşlik edebiliyorum. Bu keyiflerde eniştemden bir şey daha öğreniyorum, şerefe dedikten sonra bardaktan bir yudum almanın bir nezaket kuralı olduğunu. Bu kuralı bir daha asla atlamıyorum.

Yıllar sonra bir gün Almanya'ya değişim programıyla gidiyorum. Eniştemin bir zamanlar Almanya'da yaşadığını ilk kez o zaman öğreniyorum. Ya da ilk kez bu hikaye benim bu kadar ilgimi çekiyor kim bilir? Eniştem beni her zaman şaşırtmayı başarmıştı zaten. Almanya'da değişik şehirlerde kaldığını, Almancasını ne şartlarda geliştirmek zorunda kaldığını öğreniyorum. Bana merakla soruyor nelerin aynı kaldığını ya da nelerin değiştiğini.

Yazları Erikli'deki yazlıklarına davet ediyorlar. Gündüzleri sahil keyfi, akşamları ise her zaman ana caddeye bakarak yemeler içmeler. İlerleyen saatlerde aynı caddede baştan sonra turlamalar. Eniştem, eve dönerken midyeciden paket yaptırıyor. Midyeleri bu kadar sevdiğini o zamana dek hiç farketmemiştim. Zaten bir o yiyor, bir ben. Kardeşime de midyeyi sevdiriyoruz, orası ayrı.

Mezuniyetimde de beni yalnız bırakmıyorlar. Eniştem biraz halsiz, halamın da şansa bak ki kolu alçıda. Yine de saatlerce anlamsızca uzun törende bekliyorlar, sırf beni bir kaç saniye alkışlamak için. Onların gözleri önünde gururla alıyorum diplomamı.

Diplomayı da alınca artık buralarda kalmak istemediğimi bir kez daha farkedip yine kendimi Almanya yollarına vuruyorum. Artık her tatilde bir kez, en fazla iki kez uğrayabiliyorum onlara. Eniştem hep neler yaptığımı merak ediyor. Daha da güzeli ne biliyor musunuz? Sorduğu soruları laf olsun diye sormuyor. Gerçekten benim neler yaptığımı öğrenmek istediğini görebiliyorum. Anlatsam kimsenin ilgilenmeyeceği şeyleri ona söyleyebiliyorum. Ziyaretlerine her zaman elim dolu gitmeye çalışıyorum, onlar da misafirlerini şımartmaktan çekinmiyorlar.

Gel zaman git zaman bu ziyaretlerin bazıları hastanede olmaya başlıyor. Eniştemi ilk kez hastanede gördüğüm zamanı hatırlıyorum mesela. İçeri girmekten çok çekiniyordum. Çok yorgun olduğunu tahmin ediyordum. Benim için enerjisini harcamasını istemiyordum. İçeri girdiğimde oksijen maskesini taktığını gördüğümde de bu hislerimde ne kadar haklı olduğumu anlamıştım. Ama o beni yine şaşırtmıştı. Çıkardı maskesini, yapabildiği kadar muhabbet etmişti benimle. Sanki hiçbir şeyi yokmuş gibi. Çıktığımda halam geldiğim için teşekkür ederken, maskeyi her misafirine çıkarmadığını söylemişti bana. Dünyalar benim oluyor.

Bazen hastane, bazen ev ziyareti derken geçip gidiyor hayat. İsviçre'ye geçiyorum. Halam ve eniştem de benim hayatımı bir düzene soktuğumu görüp mutlu oluyorlar. Eniştem, onun hayallerini gerçekleştirdiğimi söylüyor. "Kurtar kendini buralardan" diyor. Böyle bir gün onlara sevdamdan bahsediyorum. Halamın bana tavsiyeler veriyor, biz iki erkek gülümsüyoruz. Sonra bu sevda ciddiye biniyor. Yüzüğümü parmağıma o geçiriyor. Bundan büyük bir mutluluk olabilir mi?

Birkaç ay geçiyor, ziyaret yine hastanede gerçekleşiyor. Artık bir kişi değilim tabii ki. Eniştem biz geldiğimizde yatağında ama zar zor dikiliyor ve halamın koluna girip koltuğu kadar yürüyebiliyor. Belli ki yorgun ama bunu fark ettirmemeye çalışıyor. Birkaç dakika içinde yorgunluğundan eser kalmıyor. Başlıyor hikayelerini anlatmaya. Espirilerini yapıyor üst üste. Nişan törenindeki o muhteşem konuşmasının videosunun tamamını izleyemediğinden yakınıyor. Hemen yolluyoruz halamın bilgisayarına. Sonra halama takılıyor ara ara. Bazen de beni yine şaşırtıyor. Mesela Gerd Müller'i canlı canlı Münih'te izlediğini öğreniyorum. Sonra da demez mi "ah kardeşine de bir yüzük takabilseydim" diye. Böyle bir isteği olacağını asla tahmin edemezdim. Onu çok yormak istemiyoruz. Giderken önce gelininin ellerini tutuyor, sonra da benim. Öpsem mi öpmesem mi diye düşünüyorum ama o zaten "hadi bu seferlik böyle olsun" diyor.

Birkaç gün sonra İsviçre'ye dönüyorum. Yapacak işler var. İlk kez birilerine ders vereceğim. Ayrıca üstünde çalıştığım projeye bir şeyler eklemem lazım. Ailemi aramayı hafta sonuna bırakıyorum.

Perşembe akşamı. Beşiktaş, Partizan'ı 4-0 yeniyor. Uzun süredir bozuk olan moralimi düzeltiyor bu sonuç. Bir çocuk kadar seviniyorum. Beşiktaş, hem ligde lider hem de Avrupa Ligi grubunda. Cuma günü işe erkenden gidiyorum, işe başlamadan şöyle güzel güzel gazete başlıklarını okumak istiyorum.

İşte o an kuzenimin twitter'dan yazdığını görüyorum. Eniştem hayatını kaybetmiş. Hemen Facebook'a bakıyorum. Halam da aynı şeyi duyurmuş. Önce büyük bir boşluk. Sonra da "bu kadar erken olamaz" diyorum. Daha 2 hafta önce ayaktaydı işte. Show TV'de yemek programı izleyip iştahı kabarabiliyordu. Haberleri okuduğunda küfre başlıyordu. Anlayamıyorum. Sonra bu konularda ne kadar az yara aldığımı farkediyorum. Ne yapılacağını bilmiyorum. Tamamen bir karmaşa. Eve gidiyorum sonra, telefona sarılıyorum. Annem halamın yanında. Halam her şeye rağmen benimle konuşacak durumda. Telefonda ağlamıyor. Bana teşekkür ediyor. Hayatın devam ettiğini söylüyor.

Ve benim o an duymak istediğim şeyi söylüyor: eniştemin beni ne kadar sevdiğini.

Halamın ne kadar güçlü olduğunu telefonda bir kez daha duyunca içimdeki endişe gidiyor. Çünkü beni ölümden daha çok geride kalanların düştüğü durum üzüyor. Halamın nispeten iyi olduğunu duyduğum anda ise ölümün gerçekliği tokat gibi çarpıyor suratıma. Artık eniştem yok. Koltukta yığılıp kalıyorum bir süre.

İçim bir yandan rahat. Eniştem ile ne kadar çok anım var, bu da demektir ki o benim için ölümsüz. Hayatı boyunca benim için ne kadar önemli olduğunu hissettirdiğimi sanıyorum. Ama bir yandan da onun var olmadığı bir dünya çok ilginç geliyor. Kendi kendime diyorum ki kim "nasılsın kuzum?" diyerek karşılayacak beni? Ya da kim buradaki insanların ne yaptığını öğrenmek için sorular soracak artık? Kim beni gerçekten güldürebilecek bir fıkra anlatacak ve bana bakıp bu fıkraya kahkhalarla gülecek? Erikli'ye gidersem ne yapacağım mesela. Bilmiyorum. Artık rüyalarda sofralarımızı kurmaya devam edeceğiz demek ki.

Her zaman söylerdi; dünyaya geldiğimde kulağıma ismimi onun üflediğimi. Dünyaya gelişimde o benim yanımdaydı. Ben ise o toprağa verilirken yanında olamadım ama son günlerinde güzel bir veda yaptığımıza inanıyorum. Sadece ben mi peki? Sonradan öğrendim ki o Perşembe akşamı bilinci yerinde değilmiş. O yüzden Beşiktaş'ın galibiyetini farketmemiş ama gözü arkada kalmasın ki bu dünyaya veda ederken Kara Kartal'ı iki turnuvada da zirvedeydi. Sefasını eniştem sürdü, cefasını biz çekeriz o hiç sıkıntı değil.

Ne diyordum? Küçükken sofrasında bitmiş birasından yudum alıp mutlu olurken, yıllar sonra başbaşa aynı sofrada rakı içme şerefine erişebildiğim için içim çok rahat.



Güle güle başkan

by 23:21:00
Şubat 2011'de Deli İbo'nun takımdan kopartılmasından sonra sözlerimi şöyle bitirmişim:
Üzülmez giderken, sevdiğim Beşiktaş'ın da gittiğini hissediyorum, üzülüyorum. Herhalde -Allah korusun - Süleyman Seba'yı da kaybettiğimiz gün Beşiktaş formasını rafa kaldıracağım.
Bu sözü yazdığımda Türk futbolu şike soruşturması yaşamamıştı, Beşiktaş finansal fair play ve şike nedeniyle Avrupa'dan iki kez men edilmemişti, federasyonun başına Demirören faciası geçmemişti, milli takımın hala Euro 2012 ve 2014 Dünya Kupası'na katılma şansı vardı, Çarşı grubu Gezi Parkı protestolarında bir umut gibi doğmamıştı, daha sonra 1453 Kartalları gibi abuk sabuk oluşumlar yaratılmamıştı, Passolig gibi manasız şeyler yoktu.

Yani değil sadece Beşiktaş,'tan değil sadece futboldan, ülkede olan hiçbir şeyden zevk aldırmadılar bu yıllar içinde.

Sevdiğim Beşiktaş'ın kaybolduğunu bugün daha da hissediyorum. Çünkü Seba'yı kaybettik.

Elbette üzülüyorum ama en azından Seba'nın uzun hayatını dolu dolu yaşadığını bildiğim için içim rahat. Seba, hem futbolcu hem yönetici olarak Beşiktaş'a elinden geleni verdi. Değişen taraftar profilini ve değişen değerleri görünce de yerini kibarca gençlere bıraktı. Ne bu yüzden kulübe küstü, ne de iktidar hırsıyla geri dönmeye çalıştı. "Onursal başkan"lığın tanımını yazdı. Ziyaret edildi, yeni başkanlara öğütler verdi, röportajlar yaptı. Ancak oturduğu yerden kimsenin işine karışmadı.

Bugün sadece Seba veda etmedi: Samet'li Kadir'li, Metin-Ali Feyyaz'lı, Ertuğrul'lu Sergen'li Şifo Mehmet'li Oktay'lı (ve elbette Osvaldo'lu, Manessero'lu, Walsh'lı, Sellami'li), Türkiye'de kuvvetli, Avrupa'da bahtsız, göğsünde Beko'su, beyaz forma siyah şortlu, şampiyonluk ya da şerefli ikincilik kovalayan onurlu bir takım gitti.

Geriye takımı başarısızlıklara sürükleyen ve borç batağına sokan başkanlar, futbol direktörünün kuyusunu kazan yöneticiler, menajerlerle şikemtrak konuşmalar yapan teknik direktörler, futbolcu transferi için etik olmayan bir şekilde at teklif eden para babaları kaldı.

Sahaya oyuncu dövmek için atlayıp, göstermelik tutuklandıktan sonra maçlara gitmeye devam eden taraftarlar kaldı. Tribünde başkasını bıçaklayıp öldüren taraftarlar kaldı. Başkanın verdiği beleş biletlerle tribüne girip protesto edenleri döven taraftarlar kaldı.

Evet hala siyah-beyazlı forma ile sahaya çıkıp ter döken topçular var. Hala sesini kaybetmek pahasına takımı desteklemeye giden taraftarlar var. Armamız hala orada. Stadımız küllerinden doğacak. Beşiktaş formasını öyle hemen rafa kaldıramıyorsun.

Ama şunu şöylemem lazım:

O armanın içini dolduracak değerler Şeref Bey'den Hakkı Yeten'den geldi, Seba ile tam anlamıyla vücut buldu. Maalesef o değerleri bugün kaybettik. Bugünden itibaren o değerler tekrardan bir Beşiktaş başkanında vücut bulmayı bekleyecek. O zamana dek de Beşiktaşlılık biraz eksik kalacak.

Hoşçakal büyük başkan.

Bir Cumhurbaskanligi secimi analizi (Trakya özel)

by 16:28:00
Hazir elim degmisken, bir de Trakya'nin Cumhurbaskanligi seciminde nasil davrandigini kisaca bir incelemek istedim. Ihsanoglu secmeninin agirlikli oldugu bu üc sehir bazi konularda Türkiye istatistiklerine yakin davranmis.


Yina baslangici katilim ile yapalim. Tüm Türkiye'de oldugu gibi Trakya'da da katilim orani yerel secimlere göre düsmüs. Ancak %10.4'lük bu düsüs, Türkiye genelideki %12'lik düsüsten daha az bir miktar. Trakya secmeninin %80.7'si sandiga gitmis ve %79'u gecerli oy vermis. Yani Türkiye genelinde 4 kisiden biri oy vermezken, Trakya'da 5 kisiden biri gecerli oy kullanmamis.



Trakya'da adaylar arasi oy dagilimi Türkiye'ye göre cok daha farkli. Erdogan, %50 sinirini ülke capinda az bir farkla gecerken, Trakya'da Ihsanoglu %61.6 alarak sinirin acik ara üstünde yer almis. Erdogan'in %34.8'de kaldigini görüyoruz. CHP ve MHP, Dogu illerinde nasil etkisiz ise Demirtas da Trakya'da oldukca etkisiz. Türkiye capinda %10 sinirini zorlayan aday, Trakya'da %3.5 oy almis.



Ihsanoglu'nun acik ara farkina ragmen, sandiga beklenenden az secmen gittigini söyleyebiliriz. Ihsanoglu'na oy vermesi beklenen 80,000 kisi sandiga gitmemis, cok az bir kismi ise Demirtas'a kaymis. AKP ve Saadet secmeni de Trakya'da bir miktar fire vermis. Ancak bunun boyutu sehirlere göre degisiyor. Tekirdag'da bu kayiplar daha fazlayken, Edirne'de bu kayiplar daha az. 



Ilginc bir sekilde Kirklareli'nde Erdogan oylari beklentilerin biraz üstüne cikmis. Erdogan'a verilen oylarin toplami AKP, Saadet ve Ihsanoglu'na destek aciklamasi yapmayan diger parti secmenlerinin toplamindan da fazla. Bu nedenle Kirklareli'nde gönül rahatligi ile bir kisim Ihsanoglu secmeninden Erdogan'a kayma oldugunu söyleyebiliriz.



Demirtas'in toplamda aldigi oy, Trakya'da komik rakamlarda olsa da artisi dikkat cekici. Edirne'de HDP 2000 oy alirken, Demirtas 7000 oy almayi basarmis. Kirklareli'nde de Demirtas, 1500'den 5000'e cikmis. En büyük artis ise Tekirdag'da gözüküyor. 9500'den 22000'e firlayan bir oy var. Ilginc olarak Edirne ve Kirklareli'nde secmen artisi neredeyse yok gibiyken, Tekirdag'da 10000 yeni secmen var. Su an Tekirdag'da böyle bir sey gözlemleniyor mu bilmiyorum ama dogudan gelen göc, Demirtas'in oy oranlarina yansimis olabilir. Eger öyle bir sey yok ise ve diger iki adaydaki fireler göz önünde bulundurulursa, Demirtas'a iki adaydan da oy kaydigini iddia edebiliriz.



Sonuc olarak;

  • Ihsanoglu secmeni olmasi beklenenler sandiga uzak kalsa da bu durum bölgede beklenen sonuclari degistiremedi. 
  • Trakya nüfusunun az olmasindan ötürü sadece buradaki secmenin sandiga hücum etmesi genel sonucu degistiremezdi. 
  • Erdogan da Trakya'da beklenen oyu alamadi. Kirklareli'nde oy arttirma gibi bir basaridan söz edilemese de Tekirdag da oy kaybi var. 
  • Tekirdag da Demirtas oylarindaki artis dikkat etse de Demirtas'in da bu bölgede var olamadigini söylemek lazim.
Sözlerimi bitirirken, bölge secmeninin Türkiye ortalamasina göre yine de sandiga daha fazla sahip ciktigini söylemeden olmaz. 1990'larin sonundan itibaren CHP/DSP gelenegine oy veren bölgede her sey bildigimiz gibi devam etmekte.

Bir Cumhurbaskanligi secimi analizi

by 10:54:00
Cumhurbaskanligi secimlerinin sonunda Tayyip Erdogan, birinci turda Cumhurbaskanligi koltuguna oturunca tabii ki tartismalar basladi. Oncelikle cati aday stratejisi sorgulandi. Halkin cok da asina olmadigi Ekmeleddin Ihsanoglu'nun %40'a yakin bir oy almasinin basari olup olmadigi tartisildi. Daha sonra secimi boykot eden ya da sadece tembellikten oy vermeyenler elestirildi. Bu tavrin Tayyip Erdogan'a yaradigi öne sürüldü. Sonra bir de Selahattin Demirtas tartismasi var. Bazilari oy böldügünü iddia etti. Bazilari da büyük bir basari kazandigini söyledi.

CB secimlerinin yerel secimlerden kisa bir sure sonra yapilmasi nedeniyle, verilen oylari karsilastirabiliyoruz. Böylece secim sonuclarini daha iyi okuyabiliriz gibi geliyor bana.

Sözlerime Türkiye genelinde yorum yaparak baslayip daha sonra 12 sehre ayri ayri bakmak ve bu iddialarin nerelerde tutup tutmadigina bir göz atmak isterim. Bu 12 sehri secerken secmen sayilarinin nispeten yüksek olmasina önem verdim ki yorumlar daha genel olabilsin. Bu sehirler;
  • Erdogan'in Ihsanoglu'nu nispeten az bir farkla gectigi Istanbul ve Ankara
  • Ihsanoglu'nun Erdogan'i nispeten az bir farkla gectigi Antalya ve Adana
  • "CHP'nin kalesi" Izmir
  • "Muhafazakar sagin kalesi" Konya
  • AKP'nin daha rahat kazandigi Gaziantep ve Bursa
  • AKP-BDP savasinin hissedildigi Sanliurfa ve Diyarbakir
  • Tatilcilerin etkili olabilecegi Aydin ve Mugla
Bu sehirlerin 6'sinda Erdogan daha fazla oy alirken, 5'inde Ihsanoglu en yüksek oyu almis. 1'inde ise Demirtas birinci olarak cikmis. Bu da Türkiye geneli oy dagiliminin hemen hemen bir özeti. Bu 12 sehirde verilen oylarin toplami Türkiye oylarinin neredeyse yarisini temsil ediyor (Yerel secimlerde %52'sini, CB secimlerinde %51.8'ini temsil etmis). Katilim oranlari da neredeyse Türkiye ortalamasi ile ayni. Nüfus olarak Türkiye'nin %49'unu temsil ediyorlar.

Haydi o zaman analizimize baslayalim derim. Ilk konumuz "katilim orani"

KATILIM ORANI

Gecen yerel secimler, Gezi protestolari ve yolsuzluk sorusturmalari sonrasi yapilan ilk secim oldugu icin hem AKP hem de CHP tarafindan önemsenmis ve partiler secmenlerini sandiga götürmeyi basarmisti. O secimde secmenin %89.3'ü sandiga gitmis, %85.7'si da gecerli oy kullanmisti. Bu katilim orani AKP'nin göreve geldigi 2002'den beri en yüksek katilim oraniydi.

Yerel secimle karsilastirildiginda, CB secimlerinde oy verme islemi aslinda daha hizli ve daha kolaydi. Yerel secimlerdeki gibi üc/dört secmen pusulasi kullanimi yerine, bildiginiz gibi sadece bir pusulaya damga vuruldu. Bu kolaylik da gecersiz oylardaki düsüsten belli oluyor.


Buna ragmen, sandiga gitmeyenlerin sayisi dikkat cekici bir sekilde artti. Bunun nedenleri arasinda yazin oy veriliyor olmasi, anket sirketlerinin (bazen manipülatif bir sekilde) sonuc yayinlayip insanlarin motivasyonlarini yitirmelerini saglamasi, yerel secimlerde muhalefetin aldigi yenilgiden meydana gelen umutsuzluk ve de Ekmeleddin Ihsanoglu'nun secmeni sandiga götürememesi gibi etkenler öne sürüldü.

Ne olursa olsun, secmen sayisinin 4 aylik bir sürede 220,000 kisi arttigi bir ortamda, sandiga giden secmen sayisi düsmüstü. Sandiga toplam secmenin %77'si gitti ve bu oylarin %75.6'si gecerliydi. Yani her 4 kisiden 1'inin oyu sonucu etkileyemedi.

Buraya kadar her sey tamam. Peki su soruyu soralim: sandiga sadece tatilci CHP secmeni mi gitmedi?

SANDIGA HANGI PARTI GITMEDI?

Yerel secim ile Cumhurbaskanligi secimlerini karsilastirmak biraz absürd olabilir ama elimizde baska bir secenek yok. Bunu yapmak icin bazi varsayimlarda bulunmamiz gerekiyor. Bu varsayimlar da sunlar:
  • AKP secmeni Erdogan'a oy verir.
  • CHP-MHP secmeni Ihsanoglu'na oy verir. (En azindan teoride böyle)
  • HDP-BDP secmeni Demirtas'a oy verir.
  • Saadet Partisi secmeni Erdogan'a oy verir. (Burasi biraz tartismali tabii ki. SP, resmi olarak Erdogan'i desteklemese de bazi il baskanlari destek mesajlari yayinladi. Erdogan'i kendilerine en yakin aday olarak gördüklerini düsünsem de bir kisminin sandiga gitmeyecegini düsünebiliriz)
  • DSP+LDP+DP+DYP+BTP secmeni Ihsanoglu'na oy verir (Ortak bildiriye dayanarak bunu diyebiliriz)
Burada oy potansiyeli nispeten yüksek olan iki partiyi bu analize bilerek katmadim. Büyük Birlik Partisi resmi olarak Ihsanoglu'nu destekleyecegini aciklasa da bu görüs parti icinde büyük sorunlar yaratti. BBP'li Alperen'lerin önemli bir kisminin Erdoganci oldugunu düsünürsek BBP'nin toplu bir sekilde hareket etmis oldugunu sanmiyorum. Ayrica Güneydogu'nun bazi sehirlerinde dikkat ceken Hüdapar'in BDP adayi yerine AKP adayina daha yakin oldugunu düsünsem de bundan emin olamadigim icin onlari da dahil etmiyorum. Diger partiler ve bagimsiz adaylar ise maalesef bu analize dahil degil.

Ozetle; 
Erdogan (RTE) = AKP+SP, 
Ihsanoglu (EMI) = CHP+MHP+DSP+LDP+DP+DYP+BTP, 
Demirtas (SD) = HDP+BDP


Yerel secimlerdeki oy oranlarina göre Ekmeleddin Ihsanoglu'nun 19,830,000 kisiden oy almasi gerekiyordu. Ancak Ihsanoglu'nun Cumhurbaskanligi secimlerinde aldigi oy sayisi 15,400,000. Yani Ihsanoglu'na gitmesi gereken 4,400,000 oy kendisine ulasmamis. Buradan sunu anliyoruz; Ihsanoglu, düsük katilimdan etkilenip beklenildigi kadar oy alamamis. Ancak, sadece buna bakip "Ihsanoglu basarisiz" ya da "Tatile gittin, bak Ihsanoglu oy alamadi" demek dogru olmaz. Diger adaylara da bir göz atmak lazim.

Erdogan'in da teoride 21,400,000 oy almasi gerekirken, kendisi 20,600,000 oyda kaldi. Yani, Erdogan'da da bir oy kaybi var. Mesela Ihsanoglu'nun büyük kayiplar yasadigi Istanbul'da, Erdogan'in oyu da 739,000 düsük. Demek ki, büyük önem tasiyan Istanbul secmeninin önemli bir kismi, sagdan ve ya soldan, sandiga gitmemis. 


Secmen kaybi diger iki adayi etkilerken, Demirtas'i ise etkilememis. Demitas. Türkiye genelinde beklenenden 1 milyon fazla oy almis. Erdogan'in ve Ihsanoglu'nun alamadigi oylarin cogu secmen ilgisizligi nedeniyle bosa gitse de kesinlikle önemli bir kismi da Demirtas'a gitmis. Mesela "tatava yapma bas gec"cilerin bir kismi, büyük ihtimalle oyunu Demirtas'a cevirmistir.


12 SEHIR ve DIGERLERI

Yukarida siraladigim 12 sehir eger Türkiye'nin nüfusunun ve secimlerde verdigi oylarin yarisini temsil ediyorsa, bu 12 sehir ve diger 69 sehrin toplami az cok ayni secim sonuclarini vermeli.


Gercekten de bu iki kümeden cikan sonuclar birbirine genel olarak uymakta. Ikisinde de Ihsanoglu'nun beklentilerin 2 milyon küsür oy altinda aldigini görüyoruz. Ikisinde de Demirtas, oylarini 500,000-700,000 civarinda arttirmis.

Ancak burada iki tane anomaliye dikkat cekmek gerekiyor. Birincisi su ki; Erdogan, ikinci grup sehirlerde AKP ve Saadet secmeni toplamindan daha fazla oy almayi basarmis. Hem de Demirtas'in da oylarini arttirdigi bir ortamda bunu gerceklestirmis. Ikinci olarak da bu ikinci grup sehirlerde sandiga gitme orani diger 12 sehre göre daha az. Buradan da su mesaj cikiyor gibi: Erdogan, cogu kücük sehirlerden olusan bu ikinci grupta secmenini sandiga götürmekte daha basarili olurken, MHP tabanindan biraz oy kaydirmayi basararak beklentilerin üstünde oy almis. Bu gruptaki daha büyük sehirler olan Kayseri, Samsun, Kahramanmaras, Mersin gibi sehirler de analiz edildiginde, bu trend daha cok ortaya cikar gibi geliyor.

Eger Erdogan secmeni bu illerde diger gruptaki Erdogan secmenleri oraninda sandiga gitmemezlik yapsaydi, secimin az farkla ikinci tura kalabilecegini söyleyebilirdik.

SEHIRLERDE DURUMLAR

Yukaridaki 12 sehrin hepsinde katilim önceki secimlere göre daha azalmis. Ancak bunun nedeni olarak sadece Erdogan'in secim zaferinin önceden kesinlesmesini söyleyemeyiz. Mesela Erdogan'in en önemli kalelerinden olan Konya'da, hem AKP secmeni hem de MHP secmeni diger sehirlere göre daha fazla sandiga gitmis. Bu nedenle Konya, bu 12 sehir arasinda katilim orani en yüksek olan il. Ancak bir diger AKP kalesi Sanliurfa'da bu trend gözlemlenemiyor. CHP'nin kalesi denilen Izmir'de de katilim orani, CB secimleri standardinda yüksek. Demek ki secime katilim oraninin sehrin bir "kale" olup olmamasiyla alakasi pek yok.

Tatil beldeleri

Yukaridaki grafikte cok belli olmasa da nüfusu durmadan artan Istanbul'da ilginc bir sekilde secmen sayisinin azaldigini görebiliyoruz. Demek ki insanlar yazin oy vermek icin memleketlerine ya da yazliklarina ikamet aldirmislar.

Bu 12 ildeki en yüksek secmen artisi da Mugla ve Aydin'da gözüküyor. Bu sehirlerde secmen sayisi artisi sirasiyla %3.6 ve %2 olarak gözükmekte. Mutlak rakam olarak da Izmir ve Antalya'da da 13,000'den fazla bir secmen artisi var. Görüldügü gibi bu yerlerin hepsi deniz kenarindaki tatil bölgeleri.

Insanin aklina hemen su geliyor: "Tatile giden CHP secmeni yüzünden Ihsanoglu'nun Istanbul oy orani beklendigi gibi olmasa da bu tatil bölgelerinde beklenenden yüksek oy alir". Ancak Mugla ve Aydin'da Ihsanoglu oylari artmamis. Aksine, Adana ile beraber RTE'nin beklenenden fazla oy aldigi üc ilden ikisi bu sehirler. Ozellikle Aydin'daki Erdogan oylari artisi dikkat cekici. Ikametini buraya aldiran secmenlerin Erdogan destekcisi oldugunu iddia edebiliriz. Demirtas'in da bu bölgelerde ufak bir artisi olduguna dikkat cekmeli.

Güneydogu

Cumhurbaskanligi secimleri hicbir yerde o kadar heyecan yaratmamis olsa da Güneydogu'da daha da az bir katilima neden olmus. Sanliurfa'da katilim orani yüzde 71'lere düserken, hem Erdogan hem de Demirtas beklenenden az almis. CHP'nin neredeyse yok sayildigi Diyarbakir'da AKP'nin bekledigi oyu almadigini görüyoruz. Demirtas'in oylari ise nispeten artmis. Bu da gösteriyor ki, sandiga gitmeyen kesmin Dogu'da önemli bir bölümü AKP secmeni. Zaten, CHP+MHP'nin Dogu'da gercek anlamda bir secmeni oldugunu söylemek hayalcilik olur.


Adana - Ankara - Antalya

Bu üc sehir, yerel secimlerde CHP ve AKP'nin (Adana'da da MHP'nin de) kiran kirana mücadele ettigi sehirlerdendi. Hepsinde Ihsanoglu'nun beklentilerin cok altinda kaldigini görüyoruz. Ankara'da Mansur Yavas, Ihsanoglu'ndan tek basina 148.000 fazla oy almis. Diger partileri de hesaba katinca bu rakam 400.000'e cikiyor. Bunun bir kismi, Demirtas'in fazladan aldigi 70.000 ile aciklansa da gerisi muamma. Yani Ihsanoglu-Erdogan mücadelesi, Yavas-Gokcek mücadelesi kadar etkili degildi. Antalya'da da Ihsanoglu beklenenlerin oldukca altinda kalmis. Ancak bu iki sehirde (sayica kücük de olsa) Erdogan'in beklenenden az oy aldigini görüyoruz.

Adana'da da Ihsanoglu, 180.000 oy civarinda daha eksik almis. Ancak, Antalya ve Ankara'dan farkli olarak bu sehirde Erdogan'in oylarini arttirdigini görüyoruz. Eger, MHP tabanindan AKP'ye bir oy kayma varsa, bunun en olasi oldugu yer Adana gibi duruyor.

Digerleri

Birbirlerine daha yakin buldugum Bursa ve Gaziantep'te de Türkiye genelinde oldugu gibi Ihsanoglu'nun biraz daha fazla olmakla birlikte, iki büyük adayin oy kaybina ugradigini görüyoruz. Ote yandan Demirtas'in oylari cok az artabilmis. Bu sehirlerde partilerden bagimsiz olarak bir sandiga gitmeme durumu var.

Izmir'de Erdogan'in Binali Yildirim'a göre cok daha az oy aldigini görüyoruz. Bu sehirde Ihsanoglu'nun da bir düsüsü var. CHP'den kacan oylarin bir kismi Demirtas'a gitmis, MHP secmeni ise sandiga pek gitmemis gibi duruyor.

Izmir'in antitezi Konya'da da iki büyük adayin oy kayiplari var. Erdogan'a oy veren AKP ve Saadet secmeninin bir kismi sandiga gitmemis. Sehirdeki ikinci büyük parti olan MHP'nin oylari genel iddialarin aksine AKP'ye kaymamis ve Ihsanoglu'na gitmis ama burada da bazi fireler var. Demirtas'in artisi, bu sehirdeki CHP secmeninden kaynaklaniyor olabilir. Eger öyle ise (ki sandiga gitmeyen sayisinin az oldugu bir sehir burasi) Ihsanoglu gibi muhafazakar bir adayin öne cikmasi Konya gibi muhafazakar bir sehirdeki CHP secmenine ters gelmis olabilir.


RAKAMLARLA OYNAMAK


Her seyi basitlestirip biraz oyun oynayalim diyorum.

Once isimizi zorlastiran rakamlari ortadan kaldiralim. Bu analizi zorlastiran uc tane veri var:

  1. Daha kücük partilerin CB adaylarina nasil oy verdigini bilmiyoruz
  2. 200,000 küsür yeni secmenin nasil oy verdigini bilmiyoruz
  3. Gecen secimde gecersiz, bu secimde gecerli oy kullananlarin nasil oy verdigini bilmiyoruz.
Bu oylari isimizi kolaylastirmak adina diger adaylara ve boykotculara dagitalim. Bu dagitimi da bu kategorilere giden oy oranlarina göre yapalim. Yani bu arkadaslarin belli bir partiye yönelmeyip ortalama Türkiye secmeni gibi secim yaptigini düsünelim.


Elimizde söyle bir sey oluyor:



Degerler elbette yaklasik ama Ihsanoglu, alabilecegi 5 milyonluk bir oyu kaybetmis. Erdogan ise 1.7 milyonluk oyu alamamis. Bunun neredeyse 6 milyonu sandiga gitmemisken, 1 milyonu da Demirtas'a kaymis.

Demirtas'in bu oyu kimden caldiginin cok önemli yok bu tabloya göre. Bu oyun hepsi Ihsanoglu secmeninden gitmis olsa bile, bu oyu Ihsanoglu'na geri verdigimizde Erdogan'in %51'lik oy orani sabit kalirken Ihsanoglu ve Demirtas'in oy orani degisiyor. Hatta ve hatta, Demirtas'in Erdogan secmeninin de bir kisim oyunu aldigini düsünürsek, Demirtas'in adayliginin Erdogan'in daha da yüksek bir oy orani ile kazanmasinin önüne gectigini görebiliriz.

Diyelim küskün secmeninin en azindan bir kismini mutlu edecek dördüncü bir aday olsaydi. Mesela CHP'nin ulusalci kesimi de bir CB adayi sunsaydi ve 1,5 milyon kisinin oy vermesini saglasaydi ne olurdu?



Evet, belki bu ulusalci X adayimiz, Ihsanoglu'ndan ya da Erdogan'dan oy alamayacakti. Demirtas'in da altinda kalacakti. Ama en azindan bir kisim secmen "beni temsil eden aday yok" demeyip sandiga gidecekti. Daha fazla temsil eden aday ile daha fazla secmen sandiga gidecekti. Böylece, Erdogan'in aldigi oy, toplam oyun yarisindan daha az olacagi icin secim ikinci tura kalacakti.

Ya da MHP de kendi adayini cikarsa, Adana ya da daha kücük illerde MHP'den Erdogan'a oy kayamacakti. Küskün MHP secmeni sandiga gidecekti ve secim ikinci tura tasinacakti. Cati aday, daha önce bir cok kisinin de söyledigi gibi, kendiliginden olusacakti.

Evet, bu 1,5 milyon kisi Ekmeleddin Ihsanoglu'na direkt oy verseydi de secim ikinci tura kalirdi. Ancak bazi CHP milletvekillerinin de kabul ettigi gibi secmeni suclamak yerine, onlari neden mobilize edemeklerini sorgulamak daha mantikli bir hareket olacaktir. Iki turlu secim sisteminde, secmenin daha birinci turdan 3 adaya mahkum birakilmasi ana muhalefet icin fiyaskodur. Bu secimden önce de dillendirildi, elimizdeki rakamlarla da bu kanitlaniyor.

Peki Erdogan'in, Cumhurbaskani secilmeme ihtimali var miydi?

Neredeyse yoktu. Hali hazirda Erdogan'a verilen oylari kazanamadan iktidara gelmenin yolu CHP-MHP-HDP ittifakindan geciyor. Bu da gerceklesmeyecegine göre, Erdogan'in kazandigi oylari azaltmak gerekiyordu. Bunu nispeten Demirtas gerceklestirse de yeterli olamadi. 

Muhalefet ya bu bölgede Erdogan'in oylarini bölecek bir partinin ortaya cikmasini ve daha sonra kendileri ile koalisyon ortagi olmasini bekleyecek ya da bir sekilde oradaki oylarini arttiracak.

SONUCLAR
  • Cumhurbaskanini halkin seciyor olmasi halki medyada gördügümüz gibi heyecanlandirmadi.
  • Gecersiz oylardaki düsüs, yerel secimlerdeki oy verme sisteminin zorlugunu göz önüne seriyor.
  • Basta Istanbul secmeni olmak üzere bir kisim secmen ikametlerini tatil beldelerine almis gözüküyor.
  • Katilim oranlari neredeyse her yerde %80'in altinda kaldi. Ancak sandiga gitmemek sadece CHP'nin problemi degil. Ozellikle büyük sehirlerde AKP secmeni de sandiktan uzak kalmis. O yüzden sandiga gitmeyen 4 kisiden 1'inin CHP'ye oy verecegini düsünmek hayalcilik olur.
  • Daha kücük sehirlerde ise Erdogan secmeni sandiklara daha fazla giderken, buralarda MHP'den oy calmayi basarabilmisler. Büyük sehirlerden Adana'da da bu gözlemlenebilirken, Konya'da ayni seyi göremiyoruz. MHP secmeni sandiga gitmemis olabilir ama "Erdogan'a oy veren hainler" diyecek kadar büyük capli bir hareket yok gibi.
  • Iki önemli aday da beklenenin altinda oy almis ama Ihsanoglu'nda bu problem daha fazla. Yani cati aday insanlarin sandiga gitmemesine sebep olmus. Eger herkes kendi adayini cikarabilseydi secim cok büyük ihtimalle ikinci tura kalirdi.
  • Bu sartlar altinda "Ihsanoglu basarilidir" diyemiyorum. Halkin tanimadigi bir ismin %40 civari oy almasi büyük bir basari öyküsü gibi gözükse de aldigi oylardan cok almayi basaramadigi oylar daha fazla dikkatimi cekiyor. Ancak Ihsanoglu'nun basarisizligini kendisinin problemi olarak degil ana muhalefetin problemi olarak görüyorum.
  • Demirtas'in adayligi degerliydi ve kendisi cok iyi bir oy artisi göstermeyi basardi. Ayni basarinin genel ve yerel secimlerde tekrarlanacagini sanmiyorum. Malum, daha cok aday ve asilamsi gereken bir secim baraji gibi sorunlar var. Ancak illa ki bir basari öyküsü ariyorsak, öykünün bu kismini inceleyebiliriz.
  • Sevin ya da sevmeyin, Erdogan tüm Türkiye'ye hitap etmeye basariyor. Kendisi batida CHP, ortada MHP, doguda BDP ile kiyasiya rekabetini sürdürüyor. Her zaman kazaniyor olmasa da her yerde varligini göstermeleri takdire sayan. Demirtas ise batida hala istenilen düzeyde oy alamasa da en azindan varligini dikkat cekici bir sekilde arttirdi.
  • CHP ve MHP'nin ise daha kücük sehirlerdeki oy oranlari hala cok düsük ve bu problem cözülmedikleri sürece istedikleri kadar baskan degistirebilirler. CHP, belki daha muhafazakar yerlerde "öcü" kimligini bozamiyor ama buralarda etkili olmasini bekledigimiz MHP de etkisiz. Solu öcü olarak görmeyen ve BDP oy veren kesimlerde ise CHP bu sefer "Kürt düsmani" kimligini bozamiyor. Buralari kucaklamadan, CHP-MHP degil tek baslarina, bir ittifak olarak dahi basarili olamazlar.
  • Bu secim, iyi bir strateji ile ikinci tura götürülebilirdi belki ancak Erdogan'in kazanmamasi ana muhalefetin genel politikalarinin muazzam bir reforma gitmesi ile gerceklesebilirdi. Bunun da imkansizligini düsünürsek, Erdogan'in bu secimden de galip cikmasi pek sasirtici olmuyor.

Soma

by 21:59:00
Soma'daki katliamı öğrendikten sonra eve gitmek için trene bindim. Elimden geldiğinde haberleri takip etmeye çalıştım ama okuduğum her haber ya da aldığım her bir duyum geldi, içime oturdu. Bir yerden sonra artık hiçbir şey okuyamaz olmuştum. Kaldırdım kafamı ve etrafa baktım. İnsanlar arkadaşlarıyla konuşup gülüyorlardı. Hani insan "gülmeyin artık, yasımız var bizim!" diye bağırası geliyor ama ne çare. Ülke kan ağlarken yurtdışında olmanın böyle bir dezavantajı var işte. En azından memlekette olsan, otobüste yanında duran adamların yüzünden düşen bir parça olduğunu hissedersin. Toplu bir depresyon sanki daha da yardımcı olur gibi gelir. Burada ise tüm dünya gülerken üzüldüğünü hissediyorsun. Trenlerde dağıtılan bölge gazetelerine bakasım bile gelmedi. Ülkede yaşanan bir iki üzücü olay dışında canını sıkan hiçbir şey bulamazsın. İnsanların ne kadar mutlu olduğunu okumak istemiyorsun belli bir noktadan sonra. O gülen insanlara da bakmak istemiyorsun. Camdan dışarı bırakıyorsun.

Sosyal medyada bir şey paylaşmak dahi gelmedi içimden. Söylenecek her şey söylenmiş. 3-4 sene önce yaptığım hükümet eleştirisini yine yapabilirsin çünkü hiçbir şey değişmemiş. Söylesen bir şeyler biliyorsun ki hiçbir şey değişmeyecek. Böyle bir umutsuzluk ve çaresizlik, suskunluğu yanında getiriyor.

Ne diyeyim ki gerçekten. Sermaye işçi güvenliğini önemsemez. Sermaye işçiye insanca yaşatacak kadar para vermez ama insanca yaşatacak parayı sağlayacak kadar kazanır. Bu sermaye ekonomiyi döndürür diye siyasi bu kan emicilere dokunmaz. İhale verip rüşvet alır. İşçi bir şey demesin diye seçim öncesi erzak verir, kaderciliği öğretir. Din ile uyutur. Uyumayanı ilk protestosunda yaka paça içeri atar. Bunu bu olayların dışındaki halka yansıtması gereken basını susturur. Sosyal medyadan öğrenilmesin diye yasaklar. Hala birilerine bu iğrenç düzen aktarılınca, polisi ve jandarması ile saldırır. Yakaladığını hakimiyle yargılar da hapse tıkar. Ses çıkarmayanını poh pohlar, devlet dairesinde iş verir. Kurumlarının başına atar. Al sana kokuşmuş bir düzen.

Al bu yazdığım paragrafı zaman makinasıyla 30 yıl öncesi Türkiye'sine götür, aynı şey. 50 yıl öncesinin Türkiye'sine götür, yine aynı şey. 30 yıl sonrasının Türkiye'sine götür. Ne kadar şaşırtıcı değil mi: yine aynı şey!

Gerçekten insanın bir şey diyesi gelemiyor. Hele o kömür karası yüzler sedyeler ile yaralı ya da ölü olarak taşınınca kahrolsun sözcükler diyorsun. Ah şu bozuk düzenin bir çarkı yerinden çıksa.

Gözden kaçan Sezen Aksu şarkılarının 10 güzel örneği

by 19:03:00
10. Seni Gidi Vurdumduymaz - 1977




9. İçime Sinmiyor - 1978



8. Çocuk - 1980



Not: Bu versiyonunda süper TRT'ciğimiz şu satırları sansürlemiş: 
"Dünyanın bütün pisliklerine sıkılmış o minicik yumruklar"


7. Lunapark - 1981





6. Neredesiniz - 1982



5. Bir Başka Aşk - 1984



4. Kış Masalı - 1988



3. Aşkları da Vururlar - 1993



2. Yaktılar Halim'imi - 1995



1. Kasım Yağmurları - 1997

Bir başka alem

by 22:25:00
Keşke öbür dünya olsa. Çok iyi bir yere gideceğimden demiyorum - ki ateş içinde de çok fazla kalmazdım gibi geliyor - ama herkesin bu yaşamda yaptıklarının cezasını çekmesi ya da sefasını sürmesi, bir diğer değişle ilahi adalet fikri, hayatı yaşanılabilir kılıyor. Özellikle masum canları kaybettiğimizde çokça duyuyorum ilahi adaleti. "Bunun cezasını fitil fitil çekeceksiniz. Bu dünyada olmasa bile öbür dünyada".

Pardon da hangi öbür dünyada? Basit mantıkla öbür dünyanın olma ihtimali %50: ya vardır ya yoktur. Peki bu oranı değiştirecek şeyler var mı? Var. Mesela şairin dediği gibi: "çok seneler geçti, dönen yok seferinden". Biri oradan gelip bana "ya burada çok güzel ortam var, seni de bekliyor" ya da "ya şimdi arafta bekliyoruz. sıkıldık da ne yapalım" demedikçe, böyle bir şeye inanmam maalesef. Ha, böyle şeyler duyduğunu iddia edenler var ama sağlam bir kanıtla çıkamadılar karşıma. Burçlara da inanmam tarota da. (John Lennon'ın God şarkısına doğru bir gittik). Bir keresinde çok Star Wars düşünmekten halisünasyon görmüştüm. Zaman zaman da uyku sersemi odadaki objeleri bir şeylere benzetip tırstığım olur ki (buna da bazı arkadaşlar karabasan diyorlar) birkaç saniye sonra jeton düşüyor. Bu fiziksel kanıt açlığımın dışında, "sonsuza kadar yaşam" kavramına küçüklüğümden beri kafam yatmaz. Eskiden bu problemin cevabı olarak "insanın aklı bunları kavramaya yetmez ama öldükten sonra işler değişiyor, vallaha bak" cümlesi bana yetiyordu. Şimdi yetmiyor. Bu da %50-%50 olarak duran olasılık yüzdelerinde bir değişime sebep oluyor.

Zaten klasik bir problem daha var, çok da basit aslında: İyi nedir? Şimdi benim evime giren hırsız belki de bilgisayarımı ve televizyonumu çalmasa ve onları satmasa kirasını ödeyemeyecekti ve ölecekti. Bu onu daha az mı kötü yapar? Ben niye hakkımı helal edip onu bağışlayayım? Belki benim o bilgisayardaki projem teslim edilmeyeceği için mezun olamayacaktım ve depresyona girip inithar edecektim. Hadi diyelim ,adam özür diledi ben de affettim. Yine de yaşanan bir sıkıntı var. O zaman hırsız da ben de iyi olup, bizi bu düzene sokan mı kötü? Kim cehenneme gidecek o zaman Ekonomi Bakanı mı, yoksa Başbakan mı? Belki onların da yapabileceği bir şey yoktu ve Faiz Lobisi ekonomiyi bozdu. O zaman politikacılar da iyi, Faiz Lobisi kötü. Konuyu çok dağıttım ama öyle yani. Ne iyi yani? Alkol almak kötü, alkol aldıktan sonra daha mutlu hissettiğim için arkadaşlarıma onları ne kadar sevdiğimi söylediğim için dünyaya biraz daha sevgi getirmek iyi. E ne anladım bu işten. Hele hele kötünün ateşler içinde yanmasını mutlulukla izleyebiliyorsan sen ne kadar iyisin?

En çok, sıkıntılı bir durumda haksıza ceza aldırmaya çalışıp, aldıramayınca "bıktım da Allah ne belası varsa versin" diyerek pes eden zavallı insana üzülüyorum. İşte bu gibi durumlarda "umarım ilahi adalet vardır" diyorum tabii ki. Keşke o haksızın önüne çıkıp gülsek, kafasına ağaçtan düşmüş yemyeşil elmaları (ben öyle seviyorum) atsak. Sonuçta kötülük-iyilik öbür dünyada (öbür dünyada da şimdiki dünya öbür dünya oluyor. İstanbul'daki karşı taraf muhabbeti gibi) kalıyor ve biz kötü olmuyoruz. Hepimiz 35 yaşındaki hallerimizle kötünün cezalandırılmasıyla eğleniyoruz. Gerçi erken ölen genç kardeşlerimizi nasıl tanıyacağız tam bilmiyorum. 35 yaşında eğer saçım olursa öbür dünyada hangi şekilde, hangi uzunlukta bırakacağımdan da emin değilim. Tabii ki bir madde olacağımızı tahmin ediyorum. Açlık ya da haz hissediyoruz çünkü. Neyse.

Çok büyük ihtimalle "ilahi adalet" diye bir şey - tekrar söylüyorum, maalesef - yok. Yaşayacağımız mutluluğu, hak ettiğimiz övgüyü, yanlışımızın cezasını burada yaşayacağız, yaşamalıyız.
Blogger tarafından desteklenmektedir.